Yeni Milliyetçilik – Özkan Bakioğlu

Milliyetçilik, millet sevgisiyle ilgili bir kavram değildir. Milliyetçilik, alenen milliyeti sevmekle ilgilidir. Milliyeti yaratan özne olarak milleti görmek de beyhudedir; çünkü milliyeti yaratan millet değildir. Eğer öyle olsaydı modernleşme öncesinde Milliyetçilikten söz edebiliyor olurduk. Bazı aydınlarda milliyet kavramına yaklaşıldığını görebiliriz ama bu kavramın siyasi örgütlenmelerde önemsenmesi modernleşmeyledir. Bugünkü anlamıyla böyle bir kavramın ortaya çıkması da yine modernleşmeyle birlikte olmuştur. Dolayısıyla millet var olsa da milliyetin var olmadığı uzunca bir dönem söz konusudur. Bu da kavramı yaratanın millet olmadığını, aksine millete ruhunu verenin milliyet kavramının yaratılması olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Milliyet kavramı öncesi milletin varlığı da özel bir anlamda söz konusudur. Bu özel anlam şudur: Millet, milliyet kavramı öncesi vardır ama ruhsuz bir anlamda vardır. Milliyet kavramı öncesi milletin politik anlamda var olması mümkün değildir. Orhun Yazıtları’nda seslenilen Türük Bodan/Budun, Türk milleti değildir. Bir boyun, Türük Bilge Kağan’ın boyunun altında teşkilatlanan ve ona bağlanan boyları ifade etmektedir. Bugün Türk milleti dediğimizde anladığımız […]

Yeni Milliyetçilik – Özkan Bakioğlu

Milliyetçilik, millet sevgisiyle ilgili bir kavram değildir. Milliyetçilik, alenen milliyeti sevmekle ilgilidir. Milliyeti yaratan özne olarak milleti görmek de beyhudedir; çünkü milliyeti yaratan millet değildir. Eğer öyle olsaydı modernleşme öncesinde Milliyetçilikten söz edebiliyor olurduk. Bazı aydınlarda milliyet kavramına yaklaşıldığını görebiliriz ama bu kavramın siyasi örgütlenmelerde önemsenmesi modernleşmeyledir. Bugünkü anlamıyla böyle bir kavramın ortaya çıkması da yine modernleşmeyle birlikte olmuştur. Dolayısıyla millet var olsa da milliyetin var olmadığı uzunca bir dönem söz konusudur. Bu da kavramı yaratanın millet olmadığını, aksine millete ruhunu verenin milliyet kavramının yaratılması olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır.

Milliyet kavramı öncesi milletin varlığı da özel bir anlamda söz konusudur. Bu özel anlam şudur: Millet, milliyet kavramı öncesi vardır ama ruhsuz bir anlamda vardır. Milliyet kavramı öncesi milletin politik anlamda var olması mümkün değildir. Orhun Yazıtları’nda seslenilen Türük Bodan/Budun, Türk milleti değildir. Bir boyun, Türük Bilge Kağan’ın boyunun altında teşkilatlanan ve ona bağlanan boyları ifade etmektedir. Bugün Türk milleti dediğimizde anladığımız ve anlaşılan şey o gün yoktur. Kısacası Türkler vardır; bugünden bakıp atalarımız diyebileceğimiz, dilimizi konuşan, kültürümüzü yaşayan insanlar vardır. Türklerin varlığı bağlamında Türk milletinin varlığından söz edilebilir; milliyetin varlığı bağlamında Türk milletinin varlığından söz edilemez. Türkiye Türklerinin varlığı, bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle kendini millet olarak bulmuştur; çünkü milliyetin tam anlamıyla yaratılması bu devrimlerle olmuştur. Cumhuriyet Devrimi’nin böyle bir anlamı vardır.

Milliyetçilik, modern anlamda milletin teşekkülünü sağlayan ruhun/tinin, yani milliyetin teşekkülünü, teşekkül eden milliyetin politik sahada öncelenmesini savunan politik tavrı ifade etmektedir. Milliyet kavramının teşekkülü bu anlamda çok önemlidir. Bu kavramın tarihte oturduğu yerse alenen aydınlanma olmuştur. Bu bağlamda açıktır ki milliyet kavramının teşekkülü sekülerleşmeyle ilgilidir. Sekülerizm genellikle lâdinîlik, yani din dışılık olarak Türkçeleştirilen bir sözcüktür. Bu sözcüğün esasen dünyevilik anlamında anlaşılması gerekir; çünkü Sekülerizm, milliyetin teşekkülünde ve bu teşekkülde milletin kurulmasında o milletin ekseri mensup olduğu dini de kapsamaktadır. Kurân-ı Kerim’in ve dahi Ezan-ı Muhammedî’nin Türkçeleştirilmesi bu kapsayışla ilgilidir. Bu bağlamda Avrupa’nın modernleşme serüveninde öne çıkan Hıristiyanlık mezhebinin Protestanlık olması da tesadüfi değildir. Ulusal kiliselerin mümkün olduğu Ortodoksluk mezhebinin Protestanlık karşısındaki en önemli dezavantajı ise taşıdığı geçmiş yükü olmuştur. Ayrıca Protestanlığın modernleşmede öne çıkmasında Kapitalizme uygun düşen bir çalışma ahlâkına sahip olması da önemli rol oynamıştır.

Sekülerleşme, toplumsal yaşamın kolektif kaidelerinin dünyevileşmesidir. Kolektif kaidelerin dünyevileşmesi demek ne evrenselliğin reddi ne de din karşıtlığıdır. Sekülerleşmede hedeflenen, milliyetin, yani milleti oluşturan tinin kavramsal teşekkülünü sağlamaktır. Bu uğurda izlenen yol duyusal dünyada karşılığı olmayan bir milliyet metafiziği yapmak, böyle bir milliyet düşüncesine sahip olmak değildir; asıl mesele milliyet kavramını, söz konusu kavramın altına düşürülerek açığa çıkaracak bir millet nesnesini kurmak, böylece varılmak istenen noktaysa deneyimlenen gerçekliği kavramaktır. Sekülerleşmenin motoru budur. Bu motor sekteye uğradığı ölçüde gerçekliğin kavranması (aydınlanma) işi de sekteye uğramaktadır.

Postmodernleşmenin ilk etapta mahalli Milliyetçilikle (büyük ölçüde haklı gerekçelerle) giriştiği çarpışma, onu evrenseli yıkmaya götürmüş ve bu yıkış işinde de gerçekliği söyleme indirgemek gibi bir saçmalığın içine düşürmüştür. Elbette bu da tesadüfi değildir, çünkü postmodernleşmenin bozduğu şey insanlığın gerçekliği kavrama teşebbüsü olmuştur. Dünyevileşmekten/sekülerleşmekten anladığımız şey tamamen budur: İnsanlığın gerçekliği kavrama teşebbüsü.

Mahalli aşamada Milliyetçilik, ilk bakışta evrenselliğe karşı gibi görünür. Hatta birçok Milliyetçilik pratiği bu görünüşe aldanarak faşizanlaşmıştır; fakat Milliyetçiliğin sekülerleşmeyle zorunlu ilişkisi onun esas yolunun evrenselliğe çıktığını göstermektedir. Evrensellik iddiası güden ve gerçekten de çağrısını bütün insanlığa yapan dinlerin dil ve hatta kurum bazında millileştirilmesi elbette ilk bakışta mahallileştirme olarak görünmektedir. Kimse de kolay kolay buna itiraz edemez. Bununla birlikte bu mahallileşmenin temelinde sekülerleşmenin olduğunu da unutmamak gerekir; yani mesele evrenselliğin reddi değil, aydınlanmadır. Aydınlanmadan anlaşılması gerekense, Kant’ın dediği gibi “aklı kullanmaya cesaret etmek”tir.

Aydınlanma kavramını düşünmek gerekir. Bu kavram karanlıkta olan şeylerin aydınlığa kavuşturulmasıyla ilgidir. Aydınlanma, düşünce dünyamızda var olan ama duyulan dünyada karşılığını bulamadığımız, varlığını tartışmaya açmaktan itinayla uzak durduğumuz ve hatta tartışılmasını kutsala hakaret saydığımız kaideleri temellendiren kavramların bilince çıkartılmasıdır. En azından aydınlanmada teşebbüs edilen budur. Bu da ancak dünyevileşmek serüveni içinde yapılabilecek bir iştir. Aslen dünyevileşmek, elimizde bulduğumuz kavramları duyulan dünyayla ilişkimizde anlamaya çalışmakla ilgilidir. Dolayısıyla Milliyetçiliğin mahallileştirme hamleleri sosyal yaşamı, o sosyal yaşamı belirleyen kaideleri dünyevileştirmek üzerinden aydınlatmakla ilgilidir.

Ne yazık ki mahalli aşamada Milliyetçilik, sapmaları sonucu faşizan yönelimleri doğurmuştur. Bugün dahi aydınlanmayı içeremedi oranda sonuç değişmemektedir. Dolayısıyla bu sapmaların nedenleri üzerinde durmak gerekmektedir. Bu noktada da sınıfsal çözümleme elverişli bir yoldur.

Toplum, sınıflar arası çıkar çatışmalarını henüz aşabilmiş değildir. Bundan dolayı modernleşme ile kaydedilen ilerleme, Kapitalizmdeki hakim sınıfın çıkarlarına kurban edilmiştir. Kişi hak ve özgürlükleri ekonomik düzlemde geçersiz kılınarak kağıt üzerinde kalmak suretiyle toplumsal hayatta tam olarak gerçekleştirilememiştir. Bu duruma en şiddetli tepki Marksizmin açığa çıkışıyla verilmiştir. Daha sonrasında Sovyetler Birliği’nin kurulması, Çin Devrimi ve Doğu Bloğu’nun inşası gibi süreçler yaşanmış ama hepsinde başarısız olunmuştur. Yine de sosyal adaletin temini noktasında insanlığın tepkisi sürmüştür. Bu da günümüzün sosyal devletinin doğmasına ve sürdürülmesine neden olmuştur.

Bu hikâye içinde dikkat çekici olan Milliyetçiliğin sapmalarının Kapitalizmle ilişkisidir. Hakim sınıfın çıkarlarını koruyan Kapitalizm, mahalli aşamada Milliyetçiliğin sapmalarına neden olmuştur. Görünüşün ardındaki içsel ilişkileri okuyamayan Milliyetçilik, devrimci ve aydınlanmacı niteliğini yitirmiş, faşizanlığa teslim olmuş ve sağcı bir pozisyonda konumlanarak hakim sınıfının çıkarlarının bekçiliğini üstlenmiştir. Yine de Milliyetçiliğin, tarihin akışı içindeki ilerici rolü sona ermiş değildir; çünkü sekülerleşme ve aydınlanma yönelimi insanlıkta yitirilmiş değildir. Bu da Milliyetçiliği istese de istemese de evrenselliğe ve devrimciliğe itmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Kapitalizmin gelişen içsel ilişkileri okuma becerisi, onu bugün bu itkiyi bertaraf etme göreviyle yeniden şekillenmeye yöneltmektedir. Yoksa bugün Batı dünyasının küreselleşmeyi görünüşte terk edip ulusalcı bir noktadan hareket etmesi ve evrenselleşme yönelimi gösteren Milliyetçiliği bu yolla mahalli tutmaya çalışması tesadüfi değildir.

Görünüşte Ukrayna-Rusya savaşında Batı destekli Ukrayna’nın “ileri liberalizmi” temsil ettiği, Rusya’nın da eril muhafazakârlığı temsil ettiği görülmemekte midir? Bu görünüşün altında olan ise ABD- Rusya çatışmasının temellendiği nüfuz savaşımı değil midir? Resmi biraz büyüttüğümüzde ise görünen Batı dünyasında bir şeyleri dağıldığı ve bu eril muhafazakârlık tehdidi üzerinden bu dağılan şeylerin yeniden yapılandırılmasına çalışıldığı değil midir? İleri sürülen söyleme göre bu çabada kurban edilen Batı aşırı sağıdır ama bir dakika, Batı aşırı sağı değil midir ki bugün ABD’de iktidar olan, İngiltere’yi AB’den çıkaran ve kıta Avrupa’sını Fransa’nın önderliğinde konsolide eden? Bu ne demektir?

Bu şu demektir: Mesele aşırı sağa karşı mücadele etmekle ilgili değildir. Mesele, çöken postmodern değer yargılarını yeniden ideolojik olarak yapılandırmakla ilgilidir. Söz konusunu yapılandırmayı bu denli önemli kılan da şudur: Postmodern değer yargıları Milliyetçiliği; yani milleti inşa eden milliyet ruhunun fiili politik varlığını, “evrensel/mutlak doğru, iyi ve gerçek yoktur; gerçeklik söylemden ibarettir ve her söylem de eşdeğerdedir”, düstursuzluk düsturuyla hedef almış, baskılayarak sönümlendirmeye çalışmıştır. Bugün çözülen bu baskılamadır ki bu çözülmeden doğan da Batı aşırı sağı değil, mahalli aşamadan evrensel aşamaya geçmeye çalışan Milliyetçiliktir. Amerikan siyasetini Trump gibi bir adama razı eden asıl tehdit budur. Eğer bu Yeni Milliyetçilik, bu dağılıştan istifade edip kendini doğurmayı başarırsa, günümüz Batı Kapitalizmi’nin bütün temelleri sorgulanır hâle gelir ve günün sonunda da öyle ya da böyle çöker. Bu çöküş doğrudan Kapitalizm’in çöküşü olarak yaşanmaz. Tıpkı Soyvetler Birliği’nin çöküşünde olduğu gibi, sistemin çöküşüne neden olan bir sürecin; yeni bir cazibe merkezinin kuruluşu biçiminde yaşanır. Bu nedenden dolayı da önünün alınması Batı dünyası için son derece önemlidir.

Tekrar vurgulayalım, bu Yeni Milliyetçilik henüz teşekkül etmiş değildir. Şu an için eril muhafazakârlık tehditti ile dişil bir pozisyona taşınmaya çalışılan Batı aşırı sağının önünü kesmesi umulan bu Yeni Milliyetçilik teşekkül ettiğinde, muhtemeldir ki kendini Milliyetçilik olarak isimlendirmeyecektir. Bununla birlikte bu Yeni Milliyetçiliğin içsel ilişkilerde Milliyetçiliğin üstlendiği ilerici işlevi üstleneceği de açıktır. Önemli olan da budur.

Benzer Yazılar

Bir düşünme imkânı olarak Post-Post Kemalizm

Forum 12 saat önce

“…merak bir devrimcinin hazırlığıdır” -ismet özel. Şunu belirtmek gerekir ki bu yazı tarihi bilgiler veren, öğreten bir yazı değil. Bu nedenle bolca tarihsel atlamalar, kısaltmalarla dolu. Düşünen ve bir parça tahrik edebilen bir yazı yazabilmenin temel yolu ana yoldan değil, patikalardan geçiyor. Henüz başında bunu söylemek bir namus meselesi olduğundan söylemek ve böylece önyargılardan arınmak istedim. İSA OLMA MECBURİYETİ Türk sinemasında ‘mülkiyet’ meselesini kafaya takmış yönetmenlerin başında gelen Metin Erksan nüktedan bir sanatçıydı. Bir şey anlatırken her şeyi kendi ile başlatan insanlara, “Ya çocuğum sen Hz. İsa mısın?” diye takılırmış. Yazıya başlarken aklıma geldi, ne zaman Kemalizm konuşacak olsam konuya hep kendi Kemalizm tanımımla başlamak zorunda hissediyorum. Kemalizm kurucu bir kavram. Öyle ki; hem bir partinin resmi ideolojisi, hem anayasaya girmiş ilkelerin sahibi hem cumhuriyet dönemi ideolojilerinin üzerinde doğal olarak hegemonya sahibi… Böyle olunca ‘ama hangi Kemalizm?’ sorusu hayati bir önem taşıyor. Kemalizmin üstünde tarihin yükü var. Böyle olunca Kemalizm/Sosyalizm […]

Seküler Milliyetçiliğin Eleştirisi – Özkan Bakioğlu

Yazılar 3 hafta önce

Türk siyasetinin son 25 yılda öne çıkan üç kavramı var. Bunlardan birinci sırada olanı 2000’li yıllara damgasını vuran “Yeni Türkiye” söylemidir. İkinci sıraya koyduğumuz ise Kürt hareketinin ürettiği bir söylem, “Radikal Demokrasi” söylemi. Üçüncü sırada ise Türk milliyetçilerin ürettiği bir söylem var. Bu söylem “Seküler Milliyetçilik”tir. Bu üç kavram da son 25 yıla damga vurdu, aralarında en eski olanı Yeni Türkiye’dir. Bugün neredeyse hiç kullanılmamaktadır ama karşıtını ifade eden eski Türkiye söylemi zaman zaman öne çıkmaya devam etmektedir. Yeni Türkiye söylemine göre daha genç diyebileceğimiz Radikal Demokrasi söylemi ise özellikle Selahattin Demirtaş’ın ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oldukça ilgi çekmişti. Bugün de hâlâ güncelliğini korumaktadır. Son söylemimiz ise aralarında en genç olanı ve henüz herhangi bir seçmen hareketliliğiyle ölçülmüş değil ama özellikle kendini ulusalcı veya ülkücü anlamında milliyetçi olarak ifade etmek istemeyen bir kesime hitap ettiği de kuşku götürmez. Hiç kuşkusuz Seküler Milliyetçilik, Türk siyasal yaşamında önemli bir ihtiyacı karşılıyor. Bu ihtiyacın […]

Türk Mutaassıplığı Türk Milliyetçiliği Değildir – Özkan Bakioğlu

Yazılar 4 hafta önce

Milliyetçilik kavramı üzerinde daha fazla durmaya gerek yoktur.[1] Bu yazının özelinde Türk Milliyetçiliği ile Türk Mutaassıplığının birbirinden ayrılmasının gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Bu gereklilik yerine getirilemezse ne ‘Z kuşağı’nın protesto kültüründe gözlemlenen bozkurt işareti anlaşılabilir ne de Türk siyasal yaşamının haritalandırılması tam olarak yapılabilir. Türk Milliyetçiliği, Türklerin politik sahada kendilerini bir millet nesnesi olarak teşekkül ettirmesidir. Bu teşekkülün kavramına da milliyet denmektedir. Dolayısıyla Türk milletinin teşekkülü ile Türk Mutaassıplığının varlığı arasında hiçbir kurucu ilişki yoktur. Bugün Milliyetçilik adı altında yapılan Mutaassıplık ile mücadele etmek, bu nedenden ötürü Türk Milliyetçiliği ile mücadele etmeyi zorunlu kılmaz. Öncelikle bu anlaşılmalıdır. Bu anlaşıldıktan sonra ancak bugün Z kuşağında gözlemlenen Milliyetçilik anlaşılabilir. Dikkat edilirse, Z kuşağı milliyetçiler herhangi bir doğrudan Milliyetçi eylemde boy göstermedi. Bu gençlerin boy gösterdiği eylemlerin gerekçeleri demokrasinin ve özgürlüğün tehdit altında olduğuydu. Dolayısıyla görülmektedir ki bu gençler başka bir milleti, millet içindeki herhangi bir etnisiteyi ve hatta Batı aşırı sağı gibi göçmen/sığınmacı […]

0 Yorum

Rastgele