Hararet.org: Kayıtsızlardan nefret ediyoruz!



Benim kuşağım saf bir hata yaptı. Toplumsal değişimin yalnızca toplumdaki üretim ve dağıtım biçimlerine karşı çıkmakla mümkün olduğunu düşündük. Kültürün muazzam rolünü anlayamadık. Kapitalizm bir kültürdür ve biz kapitalizme farklı bir kültürle karşılık vermeli ve direnmeliyiz. Başka bir şekilde ifade edersek: bu, dayanışma kültürü ile bencillik kültürü arasında bir mücadeledir. Burada satılan kültürden, yani profesyonel müzik ya da danstan söz etmiyorum. Bunlar da elbette önemlidir, ama ben kültürden söz ederken insan ilişkilerini, farkına bile varmadan ilişkilerimizi yöneten düşünceler bütününü kastediyorum. Bu, dünyadaki milyonlarca isimsiz insanın birbirleriyle kurduğu ilişkileri belirleyen, dile getirilmeyen değerler bütünüdür. Tüketimcilik bu kültürün bir parçasıdır. Bu, kapitalizmin sonsuz birikim mücadelesinde ihtiyaç duyduğu bir ahlaktır. Kapitalizm için en kötü sorun, bizim alışveriş yapmayı bırakmamız ya da çok az alışveriş yapmamız olurdu. Ve bu durum, bizi saran tüketimci kültürü yarattı. Ancak kapitalist bir toplumsal sistem yalnızca mülkiyet ilişkilerinden ibaret değildir; aynı zamanda topluma ait ortak dile getirilmeyen değerler bütünüdür. […]

Özgürlük düzene muhaliftir, eşitlik ise düzene meyyal. Planlı ekonomi ile doğaçlama ekonomi arasındaki çatışmadan bahsediyorum. Biri diğerini dışlıyor, öteki de diğerini ama dikkatlice bakılırsa bunların birbirini sadece dışlamadıkları, aynı anda da  birbirlerine içkin olukları görülecektir; özgürlük olmadan eşitlik, eşitlik olmadan özgürlük olamıyor. Bunlar birbirini birbirlerinde olduran iki diyalektik karşıt; devingen birlikleri ise yaşam. Yaşam, kendinde bir özgürlük olarak görülür bir eşitlik olarak ama ne tamamen özgürlüktür ne de tamamen eşitlik. Yaşamda özgürlük ve eşitlik çelişiktir ve çelişik olarak devingen birliğe sahiptir. Devingen birlikteki çelişkili doyuma ulaştığında -ki bu da uzlaşıdır-, kendini kapsayarak/içererek aşar ve yeni bir diyalektik bütüne, adalete erişir. Her kavram, kendinde kendi olumlanmasının ve olumsuzlanmasının diyalektik bütünüdür. Diyalektik bütün, tikel niteliğinde onaylanarak olumlandığında diyalektiğe girmiş olur ve böylece sonsuzluğunda dirimli olur. Aşılan çelişkidir, kavramlar aşılamaz. Türk uluslaşması genel hatlarıyla salt toplumsal algılandı. Oysa o, aynı zamanda bireyseldir. Türklüğü salt “biz kimiz?” sorusuna bir yanıt olarak düşünmemek, onu modernleşme […]

“…merak bir devrimcinin hazırlığıdır” -ismet özel. Şunu belirtmek gerekir ki bu yazı tarihi bilgiler veren, öğreten bir yazı değil. Bu nedenle bolca tarihsel atlamalar, kısaltmalarla dolu. Düşünen ve bir parça tahrik edebilen bir yazı yazabilmenin temel yolu ana yoldan değil, patikalardan geçiyor. Henüz başında bunu söylemek bir namus meselesi olduğundan söylemek ve böylece önyargılardan arınmak istedim. İSA OLMA MECBURİYETİ Türk sinemasında ‘mülkiyet’ meselesini kafaya takmış yönetmenlerin başında gelen Metin Erksan nüktedan bir sanatçıydı. Bir şey anlatırken her şeyi kendi ile başlatan insanlara, “Ya çocuğum sen Hz. İsa mısın?” diye takılırmış. Yazıya başlarken aklıma geldi, ne zaman Kemalizm konuşacak olsam konuya hep kendi Kemalizm tanımımla başlamak zorunda hissediyorum. Kemalizm kurucu bir kavram. Öyle ki; hem bir partinin resmi ideolojisi, hem anayasaya girmiş ilkelerin sahibi hem cumhuriyet dönemi ideolojilerinin üzerinde doğal olarak hegemonya sahibi… Böyle olunca ‘ama hangi Kemalizm?’ sorusu hayati bir önem taşıyor. Kemalizmin üstünde tarihin yükü var. Böyle olunca Kemalizm/Sosyalizm […]

“Moskova muharebesi sırasında Budioni Stalin’e yeni kılıçlara ihtiyacımız olduğunu, süvarilere üstünde “İman, Çar ve Vatan İçin” sözleri yazılı eski kılıçların dağıtıldığını söyledi. Stalin sordu: Onlarla Alman kafaları kesiliyor mu? Budioni: Evet yoldaş Stalin Stalin: O halde bu kılıçlara iman, çar ve vatan için bol şans!”[1] Giriş Yukarıda Molotov’un anılarından, Bolşevik reelpolitiği bence en kısa ve net şekliyle özetleyen kıssayı okudunuz. Bu kıssa bize dış politikada ne kadar reelpolitik olmamız gerektiği konusunda bir fikir veriyor. Peki biz Türk solu olarak dış politikada neredeyiz? Dış politika Türk solunun çok fazla konuşmak istemediği bir alan. Çünkü Türk solunun steril kalma kaygısı var. Türk solu her konuda her açıdan haklı olmak ve sosyalist açıdan tertemiz olmak istiyor. Dış politika ise asla temiz kalamayacağınız bir konu ve diğer ekonomik ve sosyal parametrelerin yanında dış politika biraz da tali ve önemsiz bir konu olarak görülüyor. Pek çok örgütün dış politik söylemi “NATO’ya Hayır” gibi gerçekçi olmayan […]

Türk siyasetinin son 25 yılda öne çıkan üç kavramı var. Bunlardan birinci sırada olanı 2000’li yıllara damgasını vuran “Yeni Türkiye” söylemidir. İkinci sıraya koyduğumuz ise Kürt hareketinin ürettiği bir söylem, “Radikal Demokrasi” söylemi. Üçüncü sırada ise Türk milliyetçilerin ürettiği bir söylem var. Bu söylem “Seküler Milliyetçilik”tir. Bu üç kavram da son 25 yıla damga vurdu, aralarında en eski olanı Yeni Türkiye’dir. Bugün neredeyse hiç kullanılmamaktadır ama karşıtını ifade eden eski Türkiye söylemi zaman zaman öne çıkmaya devam etmektedir. Yeni Türkiye söylemine göre daha genç diyebileceğimiz Radikal Demokrasi söylemi ise özellikle Selahattin Demirtaş’ın ilk cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oldukça ilgi çekmişti. Bugün de hâlâ güncelliğini korumaktadır. Son söylemimiz ise aralarında en genç olanı ve henüz herhangi bir seçmen hareketliliğiyle ölçülmüş değil ama özellikle kendini ulusalcı veya ülkücü anlamında milliyetçi olarak ifade etmek istemeyen bir kesime hitap ettiği de kuşku götürmez. Hiç kuşkusuz Seküler Milliyetçilik, Türk siyasal yaşamında önemli bir ihtiyacı karşılıyor. Bu ihtiyacın […]

Milliyetçilik kavramı üzerinde daha fazla durmaya gerek yoktur.[1] Bu yazının özelinde Türk Milliyetçiliği ile Türk Mutaassıplığının birbirinden ayrılmasının gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Bu gereklilik yerine getirilemezse ne ‘Z kuşağı’nın protesto kültüründe gözlemlenen bozkurt işareti anlaşılabilir ne de Türk siyasal yaşamının haritalandırılması tam olarak yapılabilir. Türk Milliyetçiliği, Türklerin politik sahada kendilerini bir millet nesnesi olarak teşekkül ettirmesidir. Bu teşekkülün kavramına da milliyet denmektedir. Dolayısıyla Türk milletinin teşekkülü ile Türk Mutaassıplığının varlığı arasında hiçbir kurucu ilişki yoktur. Bugün Milliyetçilik adı altında yapılan Mutaassıplık ile mücadele etmek, bu nedenden ötürü Türk Milliyetçiliği ile mücadele etmeyi zorunlu kılmaz. Öncelikle bu anlaşılmalıdır. Bu anlaşıldıktan sonra ancak bugün Z kuşağında gözlemlenen Milliyetçilik anlaşılabilir. Dikkat edilirse, Z kuşağı milliyetçiler herhangi bir doğrudan Milliyetçi eylemde boy göstermedi. Bu gençlerin boy gösterdiği eylemlerin gerekçeleri demokrasinin ve özgürlüğün tehdit altında olduğuydu. Dolayısıyla görülmektedir ki bu gençler başka bir milleti, millet içindeki herhangi bir etnisiteyi ve hatta Batı aşırı sağı gibi göçmen/sığınmacı […]

biz dünyalılar yemin içtik imanımız var hürriyet için, hürriyet aşkına İrade Milletin de Sandık Kimin? Türkiye’de Sözde Demokrasi ve Sahici Otokrasi Türkiye’nin hakikaten hangi ölçüde ne derecede demokratik olduğunu tartışmanın yeri değil burası. Ancak Türkiye’nin uzun bir müddettir tek bir insanın iki dudağının arasından çıkanlarla yönetildiği, bürokrasiden hukuka her alanın o tek şahsın arzu ve çıkarlarıyla manipülasyon yoluyla kontrol edildiği düşünüldüğünde demokrasiyi geçtim, bir cumhuriyetten de sağlıklı bir kurumsal siyasetten de, adaletin sağlandığı bir yasadan da bahsetmek imkânsız hale geldi demektir. Ekrem İmamoğlu, henüz tutsak edilmeden önce 15 Mart 2025’te “[Benim diplomamı iptal eden akıl] yarın sizin tarlanıza çöker, yarın sizin tapunuzu elinizden alır. Yarın sizin de diplomanızı alır, malınıza çöker.” demişti. Yalnızca birkaç gün içinde diploması iptal edilen İmamoğlu kısa süre içinde de tutuklandı. O gün bugündür Gezi’den beri Türkiye’nin gördüğü en büyük toplumsal muhalefetiyle karşı karşıyayız. Türk toplumunun sandığa sadık, “demokrasi düşkünü” bir toplum olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de seçime […]

Ergenekon Davası’nda Prof. Dr. Yalçın Küçük 1 Nisan günü 2. Ergenekon Davası’nda tarihi bir savunma yapmıştı. Küçük’ün savunmasının bu bölümü rejim tartışmaları, ikili devlet gibi konular için çok kafa açıcı. *************** Başkan Efendim, Maruzatım var. Cumhuriyet değişmiştir. Mahkemeniz çok zor bir durumdadır. “Ancien Regime” döneminde açılan bir davayı “yeni” rejimde sürdürmek zorunda kalıyorsunuz, bir karışıklık yaşıyorsunuz, sanıklar Mahkemenizi ve Mahkemeniz sanıklarınızı anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı ancak tarih felsefesi içinde anlayabilirsiniz. Bu nedenle buradayım. Devrim ve Teori birbirine benzerler, her ikisi de bir alt-üst oluşu ifade ediyorlar. Teori, tersine çevirtir ve böylece gözlem ve olgular birbirine daha iyi oturtur, demek ki teori bir uyum kurucudur ve bir süt-liman olma halidir de diyebiliyoruz. Şöyle de söyleyebilirim, her teori bir devrimdir ve her devrim, bir teori olmaktadır. Halide Edip Meşrutiyet Devrimi Günü Mülk-ü Osmanî’de hiçbir suç işlenmediğini yazmıştı; buna “İhtilal Hali” ve “Teorik Durum” diyebiliriz. Hem bir alt-üst oluş ve hem de yeni bir […]

Hararet.org’un daimi yazar kadrosundan ve deyim yerindeyse bir ‘Hararetçi’ olan İsmail Dönmez‘in “Mezunlarının Anlatımıyla Köy Enstitüleri” başlıklı söyleşisi Harvard Üniversitesi yayınları arasından çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılına Armağan kitabının üçüncü cildinde yayınlandı. Dönmez çalışmasında Köy Enstitülü öğretmenlerle söyleşi gerçekleştirdi. Aşağıda bulacağınız metin yayınlanan çalışmanın tam metnidir. Hararet.org olarak gurur duyuyoruz… *********************************** Mezunlarının Anlatımıyla Köy Enstitüleri* İsmail DÖNMEZ Kısaca Köy Enstitüleri Köy Enstitüleri her şeyden önce bir bütünün parçasıydı. Bu bütün Cumhuriyet Devrimi’ydi. Dolayısıyla özellikle 1990’lı yıllardan sonra yeniden hatırlanan ve tartışılan Köy Enstitüleri’ni müstakil bir mesele veya nostalji vesilesi olarak ele almak isabetsiz olur. Cumhuriyet, devraldığı son derece kısıtlı mirası ileri taşıyabilme amacıyla her alanda çeşitli atılımlarda bulundu. Hukuk, sağlık, eğitim, kültür, ekonomi ve diğer alanlarda yapılan bu atılımlar aynı zamanda birbirini beslemekteydi. Köy Enstitüleri ise eğitim alanındaki en önemli atılımlardan biriydi ve eğitim dışı alanlara da katkı sunabilecek kilit bir role sahipti. Eğitimde, Köy Enstitüleri’nin kuruluşuna gelinene kadar, Cumhuriyet’in […]

Milliyetçilik, millet sevgisiyle ilgili bir kavram değildir. Milliyetçilik, alenen milliyeti sevmekle ilgilidir. Milliyeti yaratan özne olarak milleti görmek de beyhudedir; çünkü milliyeti yaratan millet değildir. Eğer öyle olsaydı modernleşme öncesinde Milliyetçilikten söz edebiliyor olurduk. Bazı aydınlarda milliyet kavramına yaklaşıldığını görebiliriz ama bu kavramın siyasi örgütlenmelerde önemsenmesi modernleşmeyledir. Bugünkü anlamıyla böyle bir kavramın ortaya çıkması da yine modernleşmeyle birlikte olmuştur. Dolayısıyla millet var olsa da milliyetin var olmadığı uzunca bir dönem söz konusudur. Bu da kavramı yaratanın millet olmadığını, aksine millete ruhunu verenin milliyet kavramının yaratılması olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır. Milliyet kavramı öncesi milletin varlığı da özel bir anlamda söz konusudur. Bu özel anlam şudur: Millet, milliyet kavramı öncesi vardır ama ruhsuz bir anlamda vardır. Milliyet kavramı öncesi milletin politik anlamda var olması mümkün değildir. Orhun Yazıtları’nda seslenilen Türük Bodan/Budun, Türk milleti değildir. Bir boyun, Türük Bilge Kağan’ın boyunun altında teşkilatlanan ve ona bağlanan boyları ifade etmektedir. Bugün Türk milleti dediğimizde anladığımız […]