Köle-Efendi Diyalektiği bizim için Hegel’in orijinal adıyla ‘‘Phænomenologie des Geistes’’ dilimize çeviri haliyle ‘‘ Tinin Fenomenolojisi’’ adlı yapıtından öğrendiğimiz bir kavram. Ancak yazımız siyasal-sosyal yapılar içinde kendi özgürleşmesini arayan köleler için bir çağrı niteliğindedir. Bu yüzden felsefe kavramlarından ziyade yanlışlıklar ve soyutlama içerir. Ast ve üst ilişkisine bağlı, dikey ilişkilerin kurbanı olan tüm tip ve karakterlere adanmıştır.
Hegel için insanları hayvanlardan temel nitelik somut veya soyut olan isteklere göre hareket edebilmesidir. İnsan olmanın özelliği ise kendi isteklerini, kendi varlığını kabul ettirme çabası gütmektir. İnsan ancak bir başka insan ile girdiği etkileşimde anlamlıdır. İnsanın benliğini ikiye ayırır; köleler ve efendiler… Bu etkileşim iki insanın birbirini tanıma sonucudur. Birey, kendinin farkında varma durumunda muhtaç olduğu bilgiden nefret etmeye ve bu duygudan kurtulma çabasına gitmektedir. Hegel, bu durumun adlandırmasını ‘‘mutsuz bilinç’’ olarak adlandırır.[1] Mutsuz bilince sahip insanlar kendine yetebildiğini gördüğü ölçüde efendi olur. Kendine yetebildiğini ispatlayamayan insanlar ise nefret ettiği bilincin kölesi olarak kalmaktadır. Bu durumda yadsıma ve olumsuzlama olarak iki kavram ortaya çıkmaktadır. Efendi kendini gerçekleştirmiş, mutlak olarak görürken kölenin kendi varlığını ispatlama eğilimi yadsıyarak onun kendini gerçekleştirme ve arzularını yönetmek ister. Efendi için kölenin varlığını onun kendisini arzulamasına bağlıdır. Ancak köle ise efendisinin mutlak kötü olduğunu düşünerek onu olumsuzlar. Efendi ise kendi bilincini, varlığını kabul ettirmek için efendi olmanın gerekliliği yerine getirmek için efendiliğin kölesi olur. Köle ise kendi varlığı, çalışıyor olması nedeniyle kendinin efendisi olur.
Kavramın anlaşıldığı varsayımdan yola çıkarak bir siyasi partiye üyesi olan birey (köle) ile siyasi partinin yöneticisi(efendi) arasında kendi varlığını ispatlama kavgası, mutsuz bilincin oluşma süreci başlar. Parti lideri ile üyesi arasında çatışma ülke gündemini ilgilendiren konular hakkında görüş farklılıkları oluşabilir ancak köle(üye) efendisinin (parti liderinin) resmi görüşünü anlatmak kendi farklılığını en aza indirmek durumundadır. Güncel bir örnek olarak Kürt Sorunu başlığında Öcalan’ın aktif rol alması talebi üzerine sessiz kalan milliyetçi seçmen-üye(köle) tam bu durumun yansıması bulunmaktadır.
Efendi-Köle diyalektiğinin biraz daha açılması için bir başka örnek ise Parti lideri, üyelerine bağımlıdır. Kişisel iktidar alanını koruyabilmesi için taban desteğine, başarılar elde etme, kölenin bilincini belirlemek durumundadır. Kemal Kılıçdaroğlu bu alanda en başarılı kişilerden biridir. Kölelerin ruhunu ve motivasyon kaynaklarını iyi belirlemiş, tüm seçim yenilgilerine rağmen makul olmayı sürdürmeyi bilmiştir. Bunun en temel nedeni parti içindeki üyeler(köleler) üzerinden köle-efendi diyalektiğini kullanabilmesidir. Motivasyon kaynaklarını doğru yönetebilen bir efendi olarak üyelerden bazıları yakınına alırken bazıları kendi alanından uzak tutmuştur. Yüksek pozisyonlu veya yüksek etki alanına sahip üyeler, partinin ideoloji ve stratejilerinin yöneliminde genel olarak başarılı olmuş diğer üyeleri köleliğin devamını sağlamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde altılı masa içerisinde efendi olan CHP ile köle olan diğer partiler arasında durum yine buna benzerdir.
İdeolojik ve kadro partilerinde ise parti liderine bağımlılık arzusu baskın olmaktadır. Parti ideolojisini savunmak ve sadık kalmak bir kimlik meselesidir. İdeolojik ilişki doğal olarak efendinin (parti lideri) üyelerin pozisyonunu pekiştirmek için sadakat özelliğini yükseltirler. Sadece bu koşulda kölenin bilincini yöneten efendi, kendi sorgusuz sualsiz kabul ettirebilir. Siyasal yelpazenin köşelerinde yer alan her küçük kadro-ideoloji parti ve örgütlenmeleri için geçerli olan bu durum, efendinin belirlediği politikalara karşı çıkmak doğal olarak ideolojiden aforoz haline gelebilir. Türkiye’de sol yapıların tarihi buna en güzel örnekleri sunmaktadır.
Bir siyasi partinin gençlik örgütlenmesi içinde çalışan herkes doğal olarak köledir. Gençlik kolları radikal söylemler üretmeye başladığında geçmiş deneyim sahipleri (kurmaylar, ağabeyler ve ablalar) doğal olarak efendi rolü içinde karşımıza çıkar. Karar mekanizmaları içinde etkisi olmayan, hiyerarşik olarak altta yer alanlar doğal bir efendinin (ağabey, kurmay) etki alanında kalmaktadır.
Siyasal ve sosyal toplulukların içine girmiş kendi varlığını mutsuzlukla açıklayan bireyler yukarıda bahsi geçen örnekler dışında uzunca aile, sevgili, iş, taraftarlık gibi alanlarda çeşitli örnekler kendi için çıkartabilir. Bir metafor olarak köle- efendi diyalektiğini ele aldığımızda ise tüm bu anlatılardan tek bir soru ortaya çıkmalıdır. Köleler özgürleşebilir mi? Kendini bir başkası üzerinden tanımlama süreci aslında öğretilen bir eğitim modelinin sonucu değil midir?
Hegel yukarıda bahsedilen kitapta özgürlük problemine şöyle bir cevap vermektedir; ‘‘Özgürlük yalnızca, hayatın tehlikeye atılmasıyla elde edilir …. hayatını ortaya koymamış bir birey, kuşkusuz bir kişi olarak tanınabilir; fakat o, bağımsız bir özbilinç olarak bu tanımanın gerçeğine erişememiştir’’. Özgürlük korkumuzun ne olduğunu bilmemiz gerekiyor. Köle kendi içinde özgür olmayı istediğinde benzer duygulara sahip insanlarla hareket etme arzusu duyar. Ancak kölenin bilinci gereği en büyük korkusu yine özgürlük korkusudur. Bir parti üyesi köle, milletvekili ve başkanı olmadan nasıl hareket edecektir? Bir devletin vatandaşı olan köle, eğitildiği ülke sınırları olmadan ne yapacaktır? Akademisyen olmak isteyen bir öğrenci, zihnini öldüren akademi dünyasının buhranlarından nasıl kurtulacaktır? Hepsi mutsuzdur. Sürü halinde yaşamak, özgürlüğün kaosu karşısında güvenli gelmektedir. Ancak yine hepsi mutsuzdur. Süreç halinde olan özgürleşme efendiyi ve köleyi kurtarma durumu insanın kendi olma mücadelesidir. Kendi gerçekliğin farkında olan efendi ve köle için hayat sınırları belirli bir habitat değildir. Ancak efendi kendi gerçekliğinde sahip olma şartı veya ölçülerini kendi belirleme şartını öncül tutar. Köle ise daha fazlasını isteme arzusundadır. Köle kendi varlığının mahkûm olduğunu düşündüğü peygambersiz, ağa beysiz, yaşayan ve ölmüş lider kültleri, patronsuz haricinde bir yaşam düşünemez. Köleler, efendi tarafından özgürlüğü için çaba harcamadığı sürece (kendini keşfetme, eylemler) yönetilebilirler. Ancak basit bir soru sormak gerekirse köleler efendisiz bir yaşam (özgürlük) hayal etmeye başlarsa ne olur?
Yaşadığımız dünyanın ve ülkenin gereği olarak doğru bir cevap bulamadığımız bu sorular bizi kurtarıcılar(efendiler) aramaya itmektedir. Bugün kendimizin dahil olmadığı özgürleşme mücadelesi veya kurtarıcı olarak mehdi figürleri yaratmaya giden süreç zihnimizin, bedenimizin çarmıha gerilmiş olmasıyla alakalıdır. Hareket etmeyelim diye kaldırıldığımız o yüksek boşlukta ancak göğe bakabiliyoruz. Onun bize getirdiği esintili boşlukta hafifçe sallanmanın verdiği acı ile kendimizin dahil olmadığı özgürlük veya kurtarıcı olarak mehdi bekliyoruz. Oysa özgürlük bekleyenlerin değil arayanların bulduğu bir şeydir.
Burak Demir
[1] Nietzsche’nin at kırbaçlanma hikayesi buraya nispet edilebilir.
0 Yorum