Yalçın Küçük: Biz sosyalisttik, AKP bizi tekrar Kemalist yaptı

3 ayda bir yayınlanan kültür, sanat ve edebiyat dergisi Çün’e konuşan Yalçın Küçük, çok tartışılacak açıklamalarda bulundu. Türkiye’de 1950’li yıllara kadar Atatürkçülük denen bir cereyan olmadığını, kendi kuşağının Atatürkçülük cereyanını yarattığını belirterek, “Özellikle AKP bizi tekrar Kemalist yaptı. Biz ne idik? Biz Sosyalisttik. Sosyalist, Kemalist değildir.” ifadelerini kullandı.   Bazı roman yazarlarına da yüklenen Yalçın Küçük, Orhan Pamuk’un ve Elif Şafak’ın yazmayı bilmediğini söyledi. Küçük şöyle devam etti: “Bir defa Orhan yazmasını bilmez. Şimdi bu noktaya gelecek olursak Türkiye’deki, diyelim Kundera’dan sonra, Altan’dan sonra, Orhan Pamuk’tan sonra, yazmasını bilen insan yoktur. Buna hiç alınmayın. Roman yazma bitmiştir. Elif Şafak yazmasını bilmez, Ahmet Altan; adam Türkçe bilmiyor. Öyküyle çok fazla ilgilenmedim, o daha farklıdır. Bana göre en büyük sanat kolu romandır. Bir de şu var, takip edebiliyorum, Türkiye’deki fıkra yazarlarının, şunların bunların hepsi “bu işi okuduk, hiç anlamadık” dediler, anlayan kimse yok. Türkiye’de Benim Adım Kırmızı’yı öven bir tek adam yok. Okuyan yok.”   Son […]

Yalçın Küçük: Biz sosyalisttik, AKP bizi tekrar Kemalist yaptı

3 ayda bir yayınlanan kültür, sanat ve edebiyat dergisi Çün’e konuşan Yalçın Küçük, çok tartışılacak açıklamalarda bulundu. Türkiye’de 1950’li yıllara kadar Atatürkçülük denen bir cereyan olmadığını, kendi kuşağının Atatürkçülük cereyanını yarattığını belirterek, Özellikle AKP bizi tekrar Kemalist yaptı. Biz ne idik? Biz Sosyalisttik. Sosyalist, Kemalist değildir.” ifadelerini kullandı.

 

Bazı roman yazarlarına da yüklenen Yalçın Küçük, Orhan Pamuk’un ve Elif Şafak’ın yazmayı bilmediğini söyledi.

Küçük şöyle devam etti: “Bir defa Orhan yazmasını bilmez. Şimdi bu noktaya gelecek olursak Türkiye’deki, diyelim Kundera’dan sonra, Altan’dan sonra, Orhan Pamuk’tan sonra, yazmasını bilen insan yoktur. Buna hiç alınmayın. Roman yazma bitmiştir. Elif Şafak yazmasını bilmez, Ahmet Altan; adam Türkçe bilmiyor. Öyküyle çok fazla ilgilenmedim, o daha farklıdır. Bana göre en büyük sanat kolu romandır. Bir de şu var, takip edebiliyorum, Türkiye’deki fıkra yazarlarının, şunların bunların hepsi “bu işi okuduk, hiç anlamadık” dediler, anlayan kimse yok. Türkiye’de Benim Adım Kırmızı’yı öven bir tek adam yok. Okuyan yok.”

 

Son kitabınızdan başlamak istiyorum. Çıkış ismini tercih ettiniz, bölümlerine “sure” başlığını koydunuz. Daha önce de Haberci adını verdiğiniz bir kitabınız var, Putları Yıkıyorum var -ki Nazım referansı da olsa İbrahim Peygamber’e bir göndermesi var-. Yaptığınız işi bir nevi mesihyan bir çıkış, kurumsal olmayan bir peygamberlik gibi mi görüyorsunuz?

Bir defa sureden başlayayım; bölüm ve kitap kelimelerini çok kullandım, chapter lafını sevmiyorum, sure adını kullanmak istedim. Bir de şu var, sure gibi, bizim aldığımız, Kuran’da olan kelimelerin çoğu Arami’den gelmedir, Syrian’dır. Buna alışsın Türkler. Kuran’daki sözcüklerin Tevrat’ta nasıl olduğuna dair İngilizce ve Fransızcadan çevrilmiş bir yığın kitap var. Çok ciddi bilim bunlar. Onlara bakıyorum. Zaten dinlerle, bütün dinlerle ilgiliyim. Türkiye’dekilerin buna alışmasını istiyorum. Bunun arkasından başka şeyler de söyleyeceğim.

Türk toplumunu dinsiz yapmak gibi bir amacım yok. Her ülkenin bir dini olabilir, oluyor da. Ama burada yapmak istediğim, daha rasyoneli, mümkün olanı göstermek. Peygamber ümmi değildi, her şeyi biliyordu. Gelen vahiyleri yazan adam İbranice biliyordu, bunları söylüyorum.

Tevrat’ı iyi bilmeden Kuran yazılmaz. İlginç şeyler de yazacağım ama bütün dinlerle beraber, birkaç yılı bulur. Ben mesela hiç düşünülmemiş şeyleri söylüyorum. Öyle bir paragraf söyleyip bırakıyorum. İbrahim’in İslam’da yeri yok. Bunu düşünmeleri mümkün değil. Ona bir müddet sonra devam edeceğim. Öyle bir adamın yaşadığı da kuşkulu. Bu Tevrat, iki adama dayanıyor, birisi Abraham, öbürü de Musa. Bunlar iyi insanlar, ahlaklı insanlar falan diyorlar. Ben başka yerlere gideceğim.

ATATÜRKÇÜLÜĞÜ BİR TÜR ÇARESİZLİKTEN ÇIKARTTIK

O zaman şöyle diyebilir miyiz, devletli olanla devlet karşıtı olanlar var o dönem. Kafamda oturtamıyorum kendi adıma. Hikmet Kıvılcımlı ezan başlayınca Eyüp Sultan’da mitingi durduruyor, bitince devam ediyor, irticadan da ceza almış. Öte yandan Deniz Gezmişler bayrak taşıyorlar, bugünkü sol hareketlere göre başka konumları var, böyle bir karmaşa mı var?

Onlar çok farklı, dönemler çok farklı. Doktor Hikmet çok ilginç bir insan. Ama bizim kuşağımız Denizlerin kuşağı gibi değildi. Çünkü Türkiye’de çok “millici” akımın çıkışı Türkiye İşçi Partisi’yle (TİP) beraberdir. TİP son derece milliciydi, Mehmet Ali Aybar müthiş bir milliciydi. Benim böyle görüşlerim var; 1950’li yıllarda Menderes ortada yokken Türkiye’de böyle Atatürkçülük diye bir cereyan yoktu. Atatürkçülüğü benim kuşağım yarattı. Biz de çaresizlikten yarattık, komünist olamıyorduk demin söylediğim gibi. Hem bilmiyorduk. Öbür taraftan da Menderes’e karşı mücadele ediyorduk. Menderes de bir iki iş yaptı, bizi çok rahatsız etti. Birincisi, 1956 yılında Said-i Nursi’yi çıkarttı ortaya. Menderes çok zayıflamıştı. İkincisi de 1957 seçimlerinde Abdülmelik Fırat’ı, benim yaşımda bir adamı milletvekili yapmak istedi. Biz bunlara karşı çıktık. Biz dediğimiz zaman, şunu söylemek durumundayım, Türkiye’de bazı gelişmeler bizimle, benimle başlar. Daha öncesi yoktur bunların. Biz buna karşı çok tepkili davrandık. O zaman Atatürk’ü bulduk, Kemalizm’i bulduk, bizimle başlar. Çok büyük bir tepki, özellikle Said-i Nursi’ye ve Abdülmelik Fırat’a. Daha sonra Abdülmelik Fırat’la dost oldum ben. Çok yumuşak, dindar bir adam. Biraz daha zorlayacak olursam biz Atatürkçülüğü bir tür çaresizlikten çıkarttık. TİP’le beraber 1960’tan sonra daha fazla ileriye götürdük. O bizim işimizdi. Daha önce şunu çok açık olarak söylüyorum, 1950’li yıllarda öyle bir Atatürkçülük yoktu Türkiye’de.

Yanlış hatırlıyorsam düzeltin, şöyle bir sözünüzü hatırlıyorum: “Kemalizm bir ileri adımdır, sol asla daha geriye düşmez”.

Hayır, şöyle lafımdır benim. Gayet açık, onu da iyi ki söylemişim. “Kemalizm bizi ileriye götürmez, biz Kemalizm’den geriye düşmeyiz”. Bu formül. Bunu da söylediğim için çok memnunum. AKP’yle beraber Türkiye öyle bir noktaya çıktı ki ben hem hapishanede hem televizyonlarda bunları çok açık olarak söyledim. Söylediğim nokta şudur: Özellikle AKP bizi tekrar Kemalist yaptı. Biz ne idik? Biz Sosyalisttik. Sosyalist, Kemalist değildir. Kemalist’le ortak yanları vardır ama aynı değildir. Biz Kemalizm’i aşmaya çalıştık sosyalist olarak. Ben o dönemde de çok şey yaptım. Bizim öğretmen kökenli aktivist arkadaşlarımız vardı, Fakir Baykurt; yakınlarda kaybettiğimiz Dursun Akçam, Dursun daha farklıydı ama özellikle Fakir şunları çok olarak söylerdi: “Kemalizm sosyalizmdir”. Biz bunlara itiraz ederdik, çok doğru şeyler değildi. Biz anti-Kemalist değildik ama çok ciddi olarak eleştirilerimiz vardı. Yeteri kadar halkçı olamadığını bulurduk 1920’li 30’lu yılların. Dolayısıyla öyle bir tarafımız vardır. Şimdi daha başka bir sentezdeyiz, daha iyi bir noktadayız. O benim sözümdür ve beni çok rahatlattı. Mesela ben Silivri’deyken bir ara çıktım, o sırada da Sosyalizmin millici olduğunu ben söyledim, öyledir. Hiç kimsenin yapmadığı, milli sanayiyi, milli olan her şeyi TİP savundu. Benim çalışmalarım ise Kemalizm’i çok daha farklı bir yere yerleştirir. Ben mesela Türkiye solundan çok çok ayrıldım. Ben daha farklı düşünürüm. Mesela Türkiye solunun en önemli işlerinden bir tanesi; 1950 yılını karşı devrim olarak gördüler, ben asla karşı devrim olarak görmedim. Menderes dönemi, bir tür restorasyondu.

ÇIKIŞ’IN İKİNCİ KİTABINI HAZIRLIYORUM

Attila İlhan’la ilgili soracağım, Çıkış’ta yazıyorsunuz, “Attila İlhan başkalarının hikâyelerini yazardı, cinselliği bilmezdi” diye.

Attila benim dostumdu, güzel bir çocuk. Bir ara romanlarını bana gönderirdi, ben okurdum. Sonra Doğan Avcıoğlu’na gönderirdim, o benim büyüğüm, sonra da arkadaşım oldu, o da Büyükada’da, o da okurdu. Biz Doğan’la beraber cinsel ilişkiyi bilmediğini konuşurduk. Bilmez, bilmediği şeyleri yazıyor. Bir aydın tarafı vardır, şiirleri de bana göre güzeldir, hoştur. Ama edebiyat tarihimizde yaptığı en önemli iş, başkası yapmaz, Attila cesur bir çocuktur, Attila İlhan söyledi, “Yaşar Kemal feodaliteyi övdü” dedi. Öyledir.

Ben şimdi Çıkış’ın ikinci kitabını hazırlıyorum. Orada çok enteresan şeyler yapıyorum. Türkiye’de aydını sevdiğim için, birincide Korkut hocamı, Taner hocamı, Ergun hocamı yazdım. Burada Zafer Toprak’ı yazacağım. Olağanüstü çalışmaları var, yeni, esas büyük çalışması Milli İktisat var, ilk çalışması, onu yazacağım. Oda TV’deki yazılarda çok övdüm, şimdi yazacağım onları.

Zafer Toprak ben hapisteyken çıkarmaya başlamış son kitapları, Boğaziçi’nde bir profesör, ben 1982’deki ilk kitabını okumuştum. Şunu yapıyor; Kemalistlerin bana göre bir tarihi yanlışlığı olarak, Enver’le, Mustafa Kemal’in çok ayrı ekol olduklarını, ayrı yolları olduğunu söylüyorlar, ben bunlara hep karşı çıktım. Öyle bir şekle getirdiler ki Türkiye’yi “Enver de iyi adamdır” dediğiniz zaman sizi Kemal Paşa’ya çok kötü bir laf söylemiş kabul ediyorlardı, hâlâ öyle Kemalistler, öyle bir tarafı yoktur.

SİLİVRİ’DEYKEN PERİNÇEK’E MEKTUP YAZDIM, SİZ ARTIK AKP’LİSİNİZ DEDİM

Siz süreklilik mi görüyorsunuz?

Tabii süreklilik. Ama Enver daha hülyalıdır, bazen çocuk gibidir, onu Sırlar‘da yazdım. Ben birazcık put kırıcıyım, hangi anlamda put kırıcıyım, çok açık olarak bu Çıkış’ta da var, Sultan Hamid’le Kemalizm arasında çok yakınlık gördüm ben. Bunu bulduğum zaman yazdım da, 15 gün daktilomdan uzaklaştım, korktum. Şimdi muhafazakâr kesim, benim kitaplarımın, yüze yakın kitabım var, yarısından fazlasını onlar okur. Onları okuyanların hepsi beni okur. Çünkü bende bulur birçok şeyi. Sultan Hamid’i severler, niye sevdiklerini bilmezler. Sultan Hamid müthiş modernist bir adamdır. Müstebit denir ama 33 yıl veya o kadar hüküm sürdü; siyasi dahil bütün idam dokuz tanedir. Şefkatli bir adamdı ama kabul etmek gerekir ki vesveseli bir adamdır. Ben Hamid’i ciddi yazan bir adamım. Vesveselidir. İttihat ve Terakki’nin de İslamcılığını, Osmanlı İmparatorluğunu, bir taraftan öbür tarafa götürmek istiyorlardı, o şekilde anladım.

Şu anda sol, cumhuriyeti, Kemalizm’i savunmak oluyor, bunu da ben çok yaptığım için, benim diğer yazdıklarımın çoğu unutuluyor, bunlar kalıyor. Doğrusuna bakarsanız kimse de kalmadı. Doğu Perinçek tamamen IŞİD’e çok yaklaştı. Artık herkes AKP’li, AKP’nin kendisi de öyle, herkesi AKP’li kabul ediyor. Ben bazı şeyleri önceden haber veririm, ikimiz de hapisteydik, Silivri’deydik, ben ona mektup yazdım. Siz artık AKP’lisiniz dedim. Çıktıktan sonra Doğu Perinçek, Tuncay, iki üç kişiye daha, adlarını vermeyeyim, televizyonlarda siz renegade’sınız, döneksiniz dedim.

Yeni Akit’e röportaj verdi Doğu Perinçek.

Doğu artık tamamen öyle. Zaten sabahları koşuya gittiğimde bakkala gidiyorum, orda kaçak kaçak okuyorum, o tamamen Suriye’ye savaş istiyor, onlar ayrı. Doğu bunları yapar, sonra döner ama bu defa uzun kaldı.

ULUSAL KANAL’DA AKP’Yİ ÇOK ELEŞTİRECEKTİM, DOĞU DA BUNU İSTEMİYOR

Hocam bunu sormak istiyordum, aslında kayıtdışı sormak istiyordum da örneğin Bilgesu Hanım’ın derlediği Aydınlık Zindan adında birlikte çalışmanız var, sol toplantılardan birinde Perinçek’le ilgili olumsuz tespitleriniz var. Sizdeki kıvraklığa biz her zaman ayak uyduramıyoruz.

Bakın Bilgesu’nun yazdığı, edit ettiği Aydınlık Zindan’a bakarsınız ben orada da Doğu’ya çok ağır eleştirilerde bulunuyorum, bu bir. İkincisi, hapishane çok başka bir şeydir. Ben şu anda da hapis arkadaşlarımı severim. Üç, benim bir tarafım vardır, yer yer de Türk solunda çok az olan, herkes de söyler, kavga eder, sonra gerektiğinde işbirliği yaparım, Doğu’yla çok yaptım. Şu aşamada tekrar benim televizyonda program yapmamı istediler, bu sıralarda. Sonunda başka bir şekilde bozdular. Ben niye bozduklarını biliyorum. Çünkü ben eğer Ulusal Kanal’da program yapsaydım -çok da istemiyordum, başka nedenlerim vardı- AKP’yi çok eleştirecektim. Doğu da bunu istemiyor. Çok bağlı bu defa, açık bir şekilde bağlı. Biz başka türlü bakarız, şu anda bizim yukarıda da evimiz var. Burası benim çalışma dairem. Orada “Haydi Perinçek Partisi’nin televizyonunu açalım” derler, bakarız, artık bakacak bir tarafı yok. Ama neyi görüyoruz orada? Şunu görüyoruz, Ulusal Kanal Vestel’den, şuradan buradan çok iyi reklam alıyor. Biz çok kötü insanlar olduğumuz için, eğer AKP Vestel’e reklam ver demiyorsa Vestel reklam vermez. İlişki bu kadar açıktır bizim açımızdan.

ORHAN PAMUK YAZMASINI BİLMEZ

Ben kapsamlı bir Orhan Pamuk değerlendirmesi yapacak kadar okumadım. Kar’ı okudum, Babamın Bavulu’nu ve birkaç röportajını okudum. Kar için olumsuz birkaç şey söyleyebilirim, çevrileceğinin çok farkında olan bir yazarın cümleleri vardı “biz Türkler” gibi; bazen metnin kurulduğu çok göze batıyordu, mekanik, yapay duruyordu ama kötü bir roman değildi. Enteresan detaylar vardı, “Tevhid Kitabevi” vardı, bu önemlidir. Tevhid Selefi referansıdır, “Mustazaf” olsaydı İrancı kitabevi olurdu. Sembolik anlamı var. Bunları iyi seçmişti. Kars’ta askerliğini yapan bir arkadaşım vardı, “ben gezerek okudum kitabı” diyordu. Niyetim tek başına savunmak değil de, İbrani Lobisinin bir hesabı olabilir ama Orhan Pamuk’un da bir hesabı yok mu? Orhan Pamuk’un yazdığının kendi başına bir değeri yok mu?

Bir defa Orhan yazmasını bilmez. Şimdi bu noktaya gelecek olursak Türkiye’deki, diyelim Kundera’dan sonra, Altan’dan sonra, Orhan Pamuk’tan sonra, yazmasını bilen insan yoktur. Buna hiç alınmayın. Roman yazma bitmiştir. Elif Şafak yazmasını bilmez, Ahmet Altan; adam Türkçe bilmiyor. Öyküyle çok fazla ilgilenmedim, o daha farklıdır. Bana göre en büyük sanat kolu romandır. Bir de şu var, takip edebiliyorum, Türkiye’deki fıkra yazarlarının, şunların bunların hepsi “bu işi okuduk, hiç anlamadık” dediler, anlayan kimse yok. Türkiye’de Benim Adım Kırmızı’yı öven bir tek adam yok. Okuyan yok.

Bakın bu gazete. Artık edebiyat bütünüyle büyük basının, onlar yapıyor. Edebiyat diye bir şey yok zaten. Benim açımdan önemli olan şu. Bunu nasıl verebiliyorsunuz bana. Bunu okuyan yok. Ama desteklemek istiyorlar. Bu Türkiye Oligarşisinin projesi, bunlar böyle artık. Ben hem Orhan Pamuk’un hem Aydın Doğan’ın İbrani asıllı olduğunu yazdım. Bundan da hiçbir kuşkum yok. İbrani asıllı olmak iyi mi kötü mü; ben hiçbir şekilde İbrani asıllıya kötü bir şey söylemedim.

***

Ben şunu yaptım; sabetayist olduğu için değil ama Kemal Derviş gibi Türkiye’den daha fazla İsrail’e bağlı olduklarını düşündüğüm bazılarının çok üstüne gittim.

***

İsrail, Suriye’deki Esed rejiminin devrilmesini kendisi için çok büyük bir tehlike olarak gördü. Çünkü IŞİD veya başkaları da olsa, devamlı savaş olacaktı sınırda. Esed’den memnun olduklarını anlıyorlar.

İSRAİL’İN EN GÜÇLÜ OLDUĞU YER HÜRRİYET GAZETESİDİR

İsrail Türkiye’de, İsrail’de olduğundan çok daha güçlüdür. En güçlü olduğu yer Hürriyet gazetesidir. Niye veriyorsun bu ödülü? Kimse okumuyor Türkiye’de. O bir tüccar. Öyle yaptılar. Orhan Pamuk’un ilk üç kitabını, Benim Adım Kırmızı’yı, Yeni Hayat’ı, hepsini okudum. Onlara roman denmez. Zaten bunları da İngilizceye çeviren Boğaziçi’nde bir kız. Düzeltirler, ederler. Karar vermişler. İyi para verirler, olur gider. Bir defa arkası gelmedi, romanın arkası gelmedi. Çok açık olarak söyleyebiliyorum ki Türkiye’de roman bitmiştir.

Küfür Romanları‘nın ötesinde, Şebeke; o da bir küfür romanı. İki kişiyi, Orhan Pamuk’la Ahmet Altan’ı orada yazmışım. Çok da memnunum. Büyük basının da etkisiyle bütün yaptıklarında insanı boşaltmışlar. İnançsız, ilkesiz karakterler… Tabii Altan’ın ondan sonra Taraf’a gitmesi, Türkiye’de şöyle veya böyle dinciliği savunması; estetik hesaplaşmaya çok ciddi bakmama neden oldu. Yeniden yazacağım bunları.

Hocam mesela Dostoyevski’de de böyle bir sürü olumsuzluk bulamaz mıyız? Hıristiyanlığı önerir, Yahudileri, Polonyalıları sevmez, Rus milliyetçisidir. Böyle okursak haksızlık etmez miyiz?

Hiç alakası yok. Bizi yetiştiren adam Dostoyevski’dir, olağanüstü bir adamdır o. Buradakilerde “tip” yoktur. Benim bir sözüm var; çok da beğeniyorum. Türk aydınında üç şey yoktur: Hülya yoktur, red yoktur, kurgu yoktur. Ütopyacı bir adam yok Türkiye’de. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktora tezi almış birisi; Türk Edebiyatında Ütopyacılar diye. Hiçbir şey bulamamış. Sonunda bana gönderdiler hapisteyken, Türkiye’de bir tek ütopyacı varmış o da Yalçın Küçük. Benden aldıkları ütopyalar; onlar ütopya değil. Mesela yazdım, trafik İstanbul’un altından geçmelidir, onları da ütopya saymam ben. Ben mesela uçağa bindiğim zaman nereyi yıkacağım, onlara bakarım. Şimdi beni bırakıp öbür tarafa geldiğinizde, bizim aydınlarda, politikacılarda kurgu yok. Romanlarımızda da yok. Bir Server Bedi var öyle yazan; Peyami Safa. Peyami’yi beğenirim. TİP’de kurgu yok. Bir tek Mehmet Ali Aybar’da vardı. Belli yerlere götürürdü. Behice Hanım’ı çok yükseltirim ama yok. Kurgu yok. Ütopya yok. Red yok. Türk solunda red yok. Hepsi ninem gibi. Öyle de olur, böyle de olur. Aydın dediğiniz “red”dir. Ahlak red’dir.

***

Benim hakkımda Arif Damar bunu söyledi, Çıkış‘taki bir yazının içerisine koymuştum. Arif “Türk solcusunun tek korkusu hata yapmak. Hata yaparsak komünistlikten atıyorlar. Onun için hiçbir şey söylemezler. Bir tek Yalçın Küçük. Her şeyi söyler, hiç de dışında kalmaz.” dedi. Benim kavlim falan değil. Ben kendime ömrümde daha hiç komünist demedim. Hatta yazı yazdım “Am I a marxist, ben bir marksist miyim?” diye. Şimdi yeniden okudum, çok iyi bir yazı. Ne demek iyi yazı? Her öğrenci, onu okuyabilir, komünizm nedir öğrenebilir, çok memnun oldum yazdığıma. Ama Silivri’de savcı dedi; Yalçın Küçük Kemalist mi, komünist mi? Mahkemeye bunu tartışalım diyor. Çok mu önemli? Benim de öyle bir tarafım yok. Ben kendime hiç Kemalist de demedim, komünist de demedim. Tanzimat; Türk solcuları, aydınları, Tanzimat’a kötü der, bir tek beğenen benim. Büyük ve bana göre çok da radikal bir şeydir.

Bir Kir Teorisi yazınızda Tanju Çolak, Sevda Demirel gibi isimler üzerinden “Halkımız zinayı seviyor, halkımız sahtekârlığı seviyor” türünden paragrafları birbirine bağlamıştınız. Her ne kadar halkımız belleksizleştirildi, alçaltıldı deseniz de bu artık realite. Yani artık halkın varsayılanı; alçaltılmış, belleksizleştirilmiş olan. Buna yine sizden bir tespitle ekleme yapacağım. “Bir şeyin özünü kavramak o şeye irade müdahalesini ortadan kaldırır/azaltır” diyordunuz. Lenin’i örnek veriyordunuz. Siz nasıl bu halka, bu bilgi birikime rağmen umutlu kalabiliyorsunuz?

Bir şekilde bu toplum bunu yener dedim. Şu anda son iki üç günde Tayyip Bey lehine bir gelişme var ama hiç önemli değil. Hem ben bilimle bakıyorum. Gördüğüm nokta şudur. Menderes 10 yıl kaldı. Süleyman Bey 65’te iktidara geldi, 75’te bitmişti. Özal 83’te geldi, 93’te gitti. Bana göre Tayyip Bey de 10 yıl içinde gidecekti, 12 yıl sürdü. Şimdi devam etmek için imkânlar arıyor, onlar ayrı. Bir de Türk toplumu çok farklı. Gezi’yi çok abartıyorlar. Gezi önemli bir şey ama politik olarak benim gördüğüm, Kadıköy tarafından insanlar diğer tarafa geçiyordu, Gezici. Ben Gezi’de gördüğüm Türk’ü sevdim. Çok rahattılar, çok şakacıydılar. Mesela biz Ece’yle, şunla bunla beraber olduğumuzda her söze bir espriyle başlardık. Şakacı, dünyayla dalga geçen… Bunlar da öyleydi, isyancıydı, hiçbir ideolojilerini görmedim. Kadın erkek ilişkilerinde mükemmeldiler. Hiç kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. Çok kabaca da olsa yeteri kadar insan, cumhuriyete, laisizme bağlıydı. Çok hoşuma gitti o. O bir güven verdi, her şeye rağmen güven verdi. Bana göre cumhuriyet en büyük hücumla karşı karşıya kaldı ve geçiyor bu. Tayyip ve diğerleri geçici görünüyor.

Benim görüşüm, AKP’yi ordu kurdu, ordunun işidir. Eylül tamamen İslamcılığı getirmek istedi, bu o zamanda yazıldı. “Ordu Erbakan’ı devirip Erbakan’dan daha fazla Erbakancılık yapacak”. Erbakan’a itirazı neydi? Erbakan İsrail’e karşıydı, halkçıydı, hem milliciydi hem de iyi kötü bir sanayii devrimi diyordu. Her şeye rağmen Cumhuriyet’in bir profesörüydü.

Mücadele bizi bu hale getiriyor. Bunda bir sorun falan yok. Bu bizde bir meslek haline geldi. Ne demek? Güven vermek. Eskiden Ankara Kızılay demekti, Kızılay’a çıktığınız zaman herkes herkesi görürdü. O kadar, küçük bir yerdi. Çok da güzeldi o anlamda. Ama diyelim ki bana bir mahkûmiyet oldu, henüz tutuklanmadım. Ben hemen Kızılay’a inerdim, orada bir görünürdüm. Yüzümü güleç tutardım. Gülerdim. İnsanlar moralsiz olmasın diye. Hapishanede de öyle. Hep moral verirdik herkese. Ben tepeden girdim, benim işim moral vermektir. Benim rolüm buydu.

Tekrar söyleyeyim, bu bir meslektir. Ben 50-60 yıldır mücadele ediyorum. Devamlı olarak aynı lafları ediyorum. Bir gazeteci hanıma ben İbrani asıllı demişim, onun da çok canı sıkılmış sevgilisine söylemiş, Yalçın Küçük bana İbrani asıllı diyor, ne yaparız. “Ya ne yapabilirsin adama” demiş, “hapisten korkmuyor ki”.

Söylediğim biraz da bu. Kusursuz işleyen bir iktidar var. Hatta Foucault’yu bu yüzden eleştirir Baudrillard. Hiçbir boşluğu olmayan makro iktidar. Nadiren aralarında sürtüşme oluyor da biz faniler bir şeyler öğreniyoruz. Kusursuz iktidara karşı biz birey olarak dağılmış vaziyetteyiz. Biraz da bu bahsettiğiniz yapı dolayısıyla umutsuzluk diyorum ben.

O başka bir şey. O da biraz mizaç meselesi. Gezi’den niye umutsuz olalım, Gezi çok da iyi oldu. Ama şundan umutsuz olmak lazım. Bir defa hapisten çıktıktan sonra tesadüf, Taksim’den geçmemiz lazımdı, ne çirkin bir yer. Orası öyle kalmış. Trafiği alttan vereceğiz ve Taksim’i dünyanın en güzel merkezi yapacağız. Ben bunu da söyledim. Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkacağız. Niye yıkacağız? O kadar çirkin bir yer olmaz. İçine girdiniz mi, inanılmaz kötü bir yer. Ben Karayolları’nın binasını büyük bir kültür merkezi yapacağımı söylemiştim. Onu Vestel’e verdiler. Yıkacağız, alacağız. Böyle umutlu olursunuz. Ben Tüpraş’la Petkim’i niye Koç’a vereyim? Buna İslami hareket deniyor, hayır, oligarşik harekettir. Tayyip Bey söyledi, sermayeniz beş kat arttı on yılda dedi, doğrudur. Her şeyi onlar aldılar. Beni böyle umutlu yapan içimdeki öfkedir. Öfke olmadığı zaman zaten umut da olmaz. Böyle yazılarım da var. Umutla öfke iç içedir. Niye vereceğiz halkın malını? Niye vereceğiz bu Hilton’u? Ve her şeye rağmen de cumhuriyete, aydınlığımıza bu gelen darbe çok büyük bir darbeydi, aşıyoruz. Aşmak da iyimserliktir.

 

Bu röportaj Odatv’de 12 Ağustos 2015 tarihinde yayınlanmıştır.

 

 

Benzer Yazılar

Hararet politik bir dostluk grubudur

Yazılar 2 hafta önce

Hararet’i 1 Kasım 2019’da kurduk. Bugün demek oluyor ki üzerinden beş yıl geçmiş. Bizden daha genç siyasi partiler var. O tarihlerde ben bekârdım, şimdi evliyim üstelik bir ay sonra çocuğum olacak. Görünen o ki epeyce şey değişti hayatımızda. Hararet dört beş arkadaşın İstanbul Çemberlitaş’taki Türk Ocağı’nda çay içerken kendi aralarında yürüttükleri sohbetlerden doğdu. İsmini Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Kubbealtı Sözlük’ten bulduk. Derdimiz tartışmalarımızı biraz disipline sokmak, merak ettiklerimizi Türk düşünce hayatındaki isimlerle konuşmaktı. Bugün Youtube arşivimizde onlarca video var. Besim Delaloğlu, Kurtuluş Kayalı, Oğuz Adanır, Gün Zileli, Tanıl Bora, Banu Avar, İlker Aytürk gibi isimlerle yapılmış önemli söyleşiler orada duruyor… Hepsi bizim merak konularımızdı. Biz yola çıktığımızda buralar ‘dutluktu’ desek yeridir. Beş yılda ise kurulan sürüsüyle oluşum tarihin çöplüğüne gitti. Hararet ağır aksak da  olsa hâlâ burada. Burada olmaya devam edecek çünkü ne bizim merakımız durdu ne de hevesimiz geçti. Dönüşmesi zor fakat gerekli olan bir Türkiye önümüzde koca […]

Platonik Kemalizm*-Saltuk Buğra Yurteri

Yazılar 2 ay önce

Konuşmak veya yazmak insanın kafasındaki dağınık toz bulutu halindeki düşünceleri sistematikleştirmesini sağlayabiliyor. Uzun zamandır dert edindiğim ve üzerine düşündüğüm bir konuyu dünkü Anlık dergisi yayını sayesinde kavramlaştırabildim ve orada dile getirdiğim kavramı yazıya döküp kalıcılaştırmak istedim. Başlıktan da anlaşılabileceği üzere bu kavram: “Platonik Kemalizm”. Nedir bu Platonik Kemalizm? Bu kavramın oluşmasında kabaca iki temel var. Uzun zamandır çeşitli Kemalist kişi ve oluşumlarla iç içeyim. Bu kavramın veri boyutunu bu ortamlarda duyup gördüğüm şeyler oluşturuyor. Kuramın temelini ise Niyazi Berkes’ten alıyorum. Nihayetinde Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı gelenekselcilik, muhafazakarlık, “Nizam-ı Alem”, dünyanın dengesi vesaire gibi kavram ve dünya görüşleri ile yenilikçilik, ilerleme, bitmeksizin devam eden bir çağdaşlaşma süreci gibi kavram ve dünya görüşleri arasındaki çatışmayı ele alıyor. Nedir benim dert edindiğim şey? Başta buna “Kemalist Asr-ı Saadetçilik” diyorduk. Bir mükemmel dönem anlatısı, 1923-1938. Sonrasında Atatürk’ün (Mesih’in) ölümünün ardından sürekli bir ihanet ve karşı devrim süreci. Çözüm önerisi ise o dönemin ruhuna, kurumlarına, düzenine […]

Kemalist miyiz, sosyalist mi? ‘Bir şerden hayır arama yazısı’ ―Emirhan Akman yazdı.*

Forum 2 ay önce

Şerden hayır çıkaran bir kültürün çocuklarıyız, yani bir şeye kötü, işe yaramaz deyip geçmeyiz. Bir daha bakarız, bir kez daha yeni bir gözle bakarız kötüye ya da kötüye neden olan şeye. A. İlhan Diyalektik Gazel’inde “karşıtıyla yüklüdür her şey mutlak çözümlerden vazgeç tartışılmaz mükemmellikler ne gizli kusurlarla gelir…” diyor, çizgim budur. Dün Hararet’in genel yayın yönetmeni olarak uzun süredir beklettiğimiz bir işi tamamlamak istiyordum. Bir kitap listesi sözü vermiştik fakat uzun süreli bir uyuşukluk hali listeyi erteletmişti, dün o işi bitirmeliyim dedim ve daha önce grup içinde herkesten aldığımız kitap listesini birleştirerek bir liste çıkardım. Listedeki kitaplar hepimizin bir dönem faydalandığı kitaplar, kitaplara dair bir itiraz olmadı. Liste yayınlandıktan sonra asıl problem duyuruş metnimizdi. Şöyle bir giriş yapmıştım: “Kemalizm meselesini önemsiyoruz, Kemalist değiliz ancak Türk modernleşmesinin en radikal dönemini anlamadan Türk Solunu anlamaya girişmenin beyhude olduğunu düşünüyoruz.” Şimdi tekrar bakınca herkes adına çok keskin bir tespitle başlamışım, “Kemalizm meselesini önemsiyoruz, Kemalist değiliz…”. […]

0 Yorum

Rastgele