Kitap sayfasında görünmesini istediğiniz yazılarınız için bu kategoriyi seçiniz
Hararet.org’un daimi yazar kadrosundan ve deyim yerindeyse bir ‘Hararetçi’ olan İsmail Dönmez‘in “Mezunlarının Anlatımıyla Köy Enstitüleri” başlıklı söyleşisi Harvard Üniversitesi yayınları arasından çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılına Armağan kitabının üçüncü cildinde yayınlandı. Dönmez çalışmasında Köy Enstitülü öğretmenlerle söyleşi gerçekleştirdi. Aşağıda bulacağınız metin yayınlanan çalışmanın tam metnidir. Hararet.org olarak gurur duyuyoruz… *********************************** Mezunlarının Anlatımıyla Köy Enstitüleri* İsmail DÖNMEZ Kısaca Köy Enstitüleri Köy Enstitüleri her şeyden önce bir bütünün parçasıydı. Bu bütün Cumhuriyet Devrimi’ydi. Dolayısıyla özellikle 1990’lı yıllardan sonra yeniden hatırlanan ve tartışılan Köy Enstitüleri’ni müstakil bir mesele veya nostalji vesilesi olarak ele almak isabetsiz olur. Cumhuriyet, devraldığı son derece kısıtlı mirası ileri taşıyabilme amacıyla her alanda çeşitli atılımlarda bulundu. Hukuk, sağlık, eğitim, kültür, ekonomi ve diğer alanlarda yapılan bu atılımlar aynı zamanda birbirini beslemekteydi. Köy Enstitüleri ise eğitim alanındaki en önemli atılımlardan biriydi ve eğitim dışı alanlara da katkı sunabilecek kilit bir role sahipti. Eğitimde, Köy Enstitüleri’nin kuruluşuna gelinene kadar, Cumhuriyet’in […]
“Vücut dimdik, eller dizler üzerinde kenetli, gözler, eski Petçek Bankası olan binanın bir odasının sararmakta olan duvarına mıhlanmış, hazırol durumda oturmak, elbet, düşünmeye elverişli bir durum olmasa gerek. Ama insanın düşüncelerini hazırolda durmaya kim zorlayabilir?” —Fuçik gözaltında. “Soruyorum sevgilime Darağacından Notlar’ ı okudun mu ? Bu bizim hayatımız. ” —Ataol Behramoğlu.. Kurgu bir hikâyeden değil üstteki satırlar, bu an gerçekten yaşandı ve gerçekten hazırolda durmadı o devrimci. Fuçik’in Darağacından Notlar kitabına başlamayı defalarca kez düşünmüştüm, devrimci portrelerin insana verdiği ilhamı önemsiyorum, bu sebeple elim hep ona gidiyordu. Devrimci gelenek için devrimci portrelerden ilham almak bir tutamaç olur insana. Fuçik’ten öğrenecek çok şeyimiz olduğunu düşünüyorum. Esasında sorumuz çok basit, hatta fikrimce soru sormayı bilenler nihayetinde tek bir soru sorar kendisine: ‘elimdeki yaşamı nasıl kullanacağım?’. Kitaba başladıktan kısa süre sonra Fırat Kargıoğlu’nun ‘Kant İçin Fragmanlar’ kitabının basıldığını gördüm, konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz. Kitap tanıtımında Fırat hoca kitabın hikâyesinden bahsederken çıkış yerini ona […]
Walter Benjamin, “Kitap okumak, yazarın zihninde bir yolculuğa çıkmaktır” der. Ancak bu yolculuk, neoliberalizmin hız ve tüketim odaklı dünyasında, yolculuktan ziyade varacağın yere adeta ışınlanmaya dönüşmüş durumda. Bugün, bir romanın satır aralarındaki şiirselliğini keşfetmek yerine, “52 haftada 52 kitap” tamamlamak bir övünç kaynağı haline geldi. Goodreads istatistiklerine göre, 2022’de bir kitabı bitirme süresi 2010’a kıyasla 5 gün kısaldı. Peki, bu hız yarışı bizi nereye götürüyor? Okumanın içsel değeri, niceliğin gölgesinde kaybolurken, entellektüel derinliğimiz de aynı hızla tükeniyor olabilir mi? Bu değişim, yalnızca okumanın derinliğini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştirel katılım ve kültürel zenginleşme için bir araç olma potansiyelini de zayıflatma tehlikesi taşıyor. Piyasalaşan Okumanın Anatomisi Neoliberalizmin rekabet ve verimlilik odaklı değerleri, okuma eylemini de dönüştürdü. Artık kitaplar, Goodreads istatistiklerinde yükselen çubuklar veya sosyal medyada paylaşılan kitap bitirme hedefleri kadar basit bir ölçüte indirgendi. Örneğin daha önce bahsettiğim “52 haftada 52 kitap” yarışmaları, okuyucuları kalın ciltler yerine kısa kitaplara yönlendiriyor. İstatistiksel […]
Şevket Süreyya Aydemir,1976’da hayata gözlerini yummadan önce 7- 8 yıl boyunca ‘Kırmızı Mektuplar’ isimli kitabını yazmayı tasarlar. Fakat yarıda kalır, ömrü tamamlamaya yetmez. I. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde yedek subay olarak savaştıktan sonra Bolşevik devriminden sonra kurulan Doğu Emekçileri Enstitüsü’ne gider. Orada dünyanın dört bir yanından gençlerle tanışır. Bu gençlerden ikisi de Rus Pavel Harasov ve Çinli Li Ya-U’dur. Yıllar içinde oradan tanıştığı gençlerle mektuplaşır. Yaşlılık dönemlerinde Harasov’un eşi onların yaşlılıklarında bile devrim fikrinden heyecanlanmalarına tanık olur ve ‘hoşlanıyorum bu kırmızı rüzgârlardan’ der.[1] Tamamlayamadığı bu kitabın adı ‘Kırmızı Mektuplar’ olur. Benim elimde Remzi Kitabevi’nin 2020’deki ikinci basımı var. Kitabın tam adı ‘Kırmızı Mektuplar ve Son Yazılar’. Son yazılar kısmında Aydemir’in gazetelerde çıkan köşe yazıları bulunuyor. Kırmızı Mektuplar ‘düşsel’ mektuplardır. Üç ülkedeki üç devrimin gittiği güzergâhı tartışan mektuplardır. Bu noktada gerçek ve kurgu birbirine karışır. Kitabın sunuş yazısını yazan Sami Karaören’e göre, ‘Öyküsel bir kurgu ve imgesel kişilerle mektuplaşmalar… Ama yaşanmış […]
Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi. —Tol, Murat Uyarkulak “Bir cümleyle söyleyecek olursak bir ideamızın olmasına cesaret etmeliyiz. Hem de büyük bir ideamızın olmasına. Büyük bir ideaya sahip olmanın ne gülünç ne de suç olduğuna ikna olalım. “İdeasız yaşam” buyruğunu 1968’deki gibi reddedelim. İçimdeki filozof sizlere Platon’dan beri sürekli yenilemekte olan son derece basit bir şeyi söylüyor. Sizlere ait bir idea ile yaşamamız gerektiğini ve asıl politikanın buna inanmakla başlayacağını söylüyor.” —Komunist Hipotez, Alain Badiou Avcıların Üç Günü, Sevim Kahraman Yaşamadım, yaşadığım için söylemiyorum ama okudum. 1970’ler bambaşkaydı. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu düşünen milyonlarca insan vardı. Dünyanın dört bir tarafında birbirini hiç tanımayan insanlar hemen hemen aynı şeyi istiyorlardı: yeryüzünü sarsmak ve düzeni çatlatıp yeni bir düzen inşa etmek. Dünya bütünsel bir krizdeydi, kaldırım taşlarının altında kumsal vardı.* Üniversite gençliği polise, yani otoriteye ne kadar fazla taş atılırsa kumsala o kadar hızlı ulaşacağını düşünüyordu, kumsal hemen oradaydı ama ulaşılamadı… Evet […]
Türkiye’de Kemalizm meselesine dair araştırma yapmak isteyenlerin önündeki en büyük engellerden birisi ikincil kaynaklar. Genelde bir inceleme metninin ilerisine geçemeyenler için Türkiye’de Kemalizm düşüncesini ‘sistematize’ etmeye çalışan, 1930’larda yazılmış beş metni listeledik. Bu metinlere ulaşmanın en büyük zorluğu yeni baskılarının olmaması, bir kısmına ancak sahaflardan ulaşabilir… Tekinalp, Kemalizm (1936) Şeref Aykut, Kamalizm- CHP Programının İzahı (1936) Saffet Engin, Kemalizm İnkılabının Prensipleri (1938) Recep Peker, İnkılap Dersleri (1934-1935) Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali 1937-1940)
Sosyal bilimlerin teorik temellerine dair dört önemli kitabı derledik. Doğan Özlem, Dilthey, İbni Haldun ve Vico birlikte listelendi… Metinlerle Hermeneutik (Yorumbilgisi) Dersleri ( Cilt 1-2) Doğan Özlem İnkılap Kitabevi Basım yılı 1996 Türkçe 495 s. Temel tartışma şudur: Konusu özne olan bir bilim mümkün müdür? Bu konuda söylenebilecek çok şey var. Doğan Özlem’in verdiği yüksek lisans derslerinin kayıtlarından derlenen bu çalışmada bu konuyla ilgili söylenebilecek şeylerin büyük kısmını bulabilirsiniz. Bu çalışma bağlamında Dilthey, Heidegger, Rothacker, Betti, Riedel gibi daha birçok önemli şahsiyetin konuya katkılarını sistemli bir biçimde ele alan Özlem’in, pozitivist bilim anlayışına karşı sosyal bilimlere yaptığı teorik katkı oldukça değerlidir. Yeni Bilim Çeviren Sema Önal Giambattista Vico Doğubatı Yayınları Basım yılı 2007 Türkçe 642 s. Sosyal bilimlerle ilgilenen herkesin başucu kitabı olması gereken önemli bir eser. Doğa Bilimci anlayışın bilimi sıkıştırdığı açmazdan onu çekip çıkartan Giambattista Vico, konusu özne olan bir bilimin mümkün olup olmadığı […]
TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER CİLT 1 “Türkiye’de Siyasal Partiler, Tarık Zafer Tunaya’nın Türk tefekkür tarihine ve Türk siyasal tarihçiliğine bıraktığı (eskilerin tabiriyle muhalled) kalıcı, ölümsüz çalışmasıdır.” İlber Ortaylı “40 yıldır aşılamamış bir ‘opus magnum’. Türk siyasal yaşamına değinen tüm siyaset bilimcilerin, tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin başucu kitabı. Birçok geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemleri araştırmacılarının esin kaynağı. Tarihte çok az bilim adamı bu denli uzun bir süre gönderme yapılan esere sahip.” Zafer Toprak Cumhuriyet öncesi Türk siyasi yaşamının en hareketli ve araştırmacılar açısından en zengin dönemini bir nesil Tarık Zafer Tunaya’nın rehberliğinde öğrendi. Üç ciltten oluşan Türkiye’de Siyasal Partiler, alanında bir ilk olmasının yanı sıra Türk siyasi tarihi açısından ölümsüz tabir edilen, bugün bile hâlâ geçilememiş bir çalışma. Zengin içeriğiyle sadece araştırmacıların ve tarihçilerin değil, öğrencilerin ve meraklıların da başucundan eksik etmediği bir kaynak eser. Türkiye’de Siyasal Partiler’in elinizdeki ilk cildi, II. Meşrutiyet dönemini ele alıyor. Tunaya’nın deyişiyle bu dönem hem bir […]
Post-Kemalizm kavramı, modern Türkiye analizinde tek parti dönemini ülkenin bütün temel problemlerinin “anası” olarak gören eleştirel yaklaşımı özetliyor. “Kemalizm”le tanımlanan bu deneyimi sorgulayarak aşmayı, demokratikleşmenin anahtarı olarak gören yönelimleri tanımlıyor. Post-post-Kemalist paradigma ise, “tek parti döneminin büyüsünün bozulmasını” sağlayan bu eleştirel birikimin, 2000’lerin seyri içinde “bir ortodoksinin yerine başka bir ortodoksiyi koyma” eğilimini doğurduğu tespitinden yola çıkıyor. Bu nedenle, eleştirinin eleştirisini yaparak bir adım daha atmayı öneriyor. 1908-1945 arası dönemine sıkışmadan, sonraki dönemlerin alt üst edici siyasal ve toplumsal gelişmelerinin hakkını veren; demokratikleşmenin ve otoriterliğin salt Kemalizm’e indirgenen sorunlarının başka kaynaklarına da mercek tutan bir analizin yolunu açmaya çalışıyor. Post-Post-Kemalizm, konuyu hem siyaset bilimi, kadın çalışmaları, dış politika ve tek parti dönemi çalışmaları bağlamında sosyal bilim disiplinleri açısından; hem liberal söylem, kültür politikası, laiklik, vesayet eleştirisi, İslâm ve siyasal partiler bağlamında tematik olarak ele alan makalelerden oluşuyor. İlker Aytürk ve Berk Esen’in derlediği kitaba Sencer Ayata, Tanıl Bora, Zana Çitak, […]
Bugün hayatın her veçhesine nüfuz etmiş olan neoliberal rasyonalite, her şeyi ve herkesi homo oeconomicus suretinde yeni baştan yaratıyor. Demokrasinin ilke ve kaideleri, bu akıl ve yönetişim düzeni tarafından, ekonomik terim ve ölçülerle çerçevelendiğinde neler oluyor peki? Bireysel ve kolektif özyönetime ve buna dayanak oluşturan kurumlara gösterilen bağlılık, sermaye değerini, rekabet konumunu ve kredi notunu artırmaya yöneltilen övgülerin altında ezilip yerinden edildiğinde? Halk yönetiminin beraberinde getirdiği ifade, müzakere, katılım, kamu yararı ve iktidar paylaşımı pratikleri ve ilkeleri, ekonomikleşmeye maruz kaldığında neler oluyor? Çözülüp dağıtılan demos, insan sermayesi parçalarına dönüşüyor; adalet ancak büyüme oranları, kredi notları, yatırım iklimlerinin dayatmalarıyla ilişkili olarak gündeme geliyor; özgürlük insan sermayesinin değerini artırma buyruğuna tabi kılınıyor; eşitlik piyasa rekabeti içinde dağılıp gidiyor; halk egemenliği bütün bunlarla giderek daha bağdaşmaz oluyor. Liberal demokrasinin kurum, pratik ve âdetleri bu dönüşümden sağ çıkamayabilir. Radikal demokrasi düşleri de keza. Halkın Çözülüşü’nde, neoliberalizmin demokrasinin temellerini nasıl sarstığını anlatıyor Wendy Brown. Neoliberal […]