Modern köleler için açıklayıcı rehber -Burak Demir

Köle-Efendi Diyalektiği bizim için Hegel’in orijinal adıyla ‘‘Phænomenologie des Geistes’’  dilimize çeviri haliyle  ‘‘ Tinin Fenomenolojisi’’ adlı yapıtından öğrendiğimiz bir kavram.  Ancak yazımız siyasal-sosyal yapılar içinde kendi özgürleşmesini arayan köleler için bir çağrı niteliğindedir. Bu yüzden felsefe kavramlarından ziyade yanlışlıklar ve soyutlama içerir. Ast ve üst ilişkisine bağlı, dikey ilişkilerin kurbanı olan tüm tip ve karakterlere adanmıştır. Hegel için insanları hayvanlardan temel nitelik somut veya soyut olan isteklere göre hareket edebilmesidir. İnsan olmanın özelliği ise kendi isteklerini, kendi varlığını kabul ettirme çabası gütmektir. İnsan ancak bir başka insan ile girdiği etkileşimde anlamlıdır. İnsanın benliğini ikiye ayırır; köleler ve efendiler… Bu etkileşim iki insanın birbirini tanıma sonucudur. Birey, kendinin farkında varma durumunda muhtaç olduğu bilgiden nefret etmeye ve bu duygudan kurtulma çabasına gitmektedir. Hegel, bu durumun adlandırmasını ‘‘mutsuz bilinç’’ olarak adlandırır.[1] Mutsuz bilince sahip insanlar kendine yetebildiğini gördüğü ölçüde efendi olur. Kendine yetebildiğini ispatlayamayan insanlar ise nefret ettiği bilincin kölesi olarak […]

Modern köleler için açıklayıcı rehber   -Burak Demir

Köle-Efendi Diyalektiği bizim için Hegel’in orijinal adıyla ‘‘Phænomenologie des Geistes’’  dilimize çeviri haliyle  ‘‘ Tinin Fenomenolojisi’’ adlı yapıtından öğrendiğimiz bir kavram.  Ancak yazımız siyasal-sosyal yapılar içinde kendi özgürleşmesini arayan köleler için bir çağrı niteliğindedir. Bu yüzden felsefe kavramlarından ziyade yanlışlıklar ve soyutlama içerir. Ast ve üst ilişkisine bağlı, dikey ilişkilerin kurbanı olan tüm tip ve karakterlere adanmıştır.

Hegel için insanları hayvanlardan temel nitelik somut veya soyut olan isteklere göre hareket edebilmesidir. İnsan olmanın özelliği ise kendi isteklerini, kendi varlığını kabul ettirme çabası gütmektir. İnsan ancak bir başka insan ile girdiği etkileşimde anlamlıdır. İnsanın benliğini ikiye ayırır; köleler ve efendiler… Bu etkileşim iki insanın birbirini tanıma sonucudur. Birey, kendinin farkında varma durumunda muhtaç olduğu bilgiden nefret etmeye ve bu duygudan kurtulma çabasına gitmektedir. Hegel, bu durumun adlandırmasını ‘‘mutsuz bilinç’’ olarak adlandırır.[1] Mutsuz bilince sahip insanlar kendine yetebildiğini gördüğü ölçüde efendi olur. Kendine yetebildiğini ispatlayamayan insanlar ise nefret ettiği bilincin kölesi olarak kalmaktadır.  Bu durumda yadsıma ve olumsuzlama olarak iki kavram ortaya çıkmaktadır. Efendi kendini gerçekleştirmiş, mutlak olarak görürken kölenin kendi varlığını ispatlama eğilimi yadsıyarak onun kendini gerçekleştirme ve arzularını yönetmek ister. Efendi için kölenin varlığını onun kendisini arzulamasına bağlıdır. Ancak köle ise efendisinin mutlak kötü olduğunu düşünerek onu olumsuzlar.  Efendi ise kendi bilincini, varlığını kabul ettirmek için efendi olmanın gerekliliği yerine getirmek için efendiliğin kölesi olur. Köle ise kendi varlığı, çalışıyor olması nedeniyle kendinin efendisi olur.

Kavramın anlaşıldığı varsayımdan yola çıkarak bir siyasi partiye üyesi olan birey (köle) ile siyasi partinin yöneticisi(efendi) arasında kendi varlığını ispatlama kavgası, mutsuz bilincin oluşma süreci başlar.  Parti lideri ile üyesi arasında çatışma ülke gündemini ilgilendiren konular hakkında görüş farklılıkları oluşabilir ancak köle(üye) efendisinin (parti liderinin) resmi görüşünü anlatmak kendi farklılığını en aza indirmek durumundadır. Güncel bir örnek olarak Kürt Sorunu başlığında Öcalan’ın aktif rol alması talebi üzerine sessiz kalan milliyetçi seçmen-üye(köle) tam bu durumun yansıması bulunmaktadır.

Efendi-Köle diyalektiğinin biraz daha açılması için bir başka örnek ise Parti lideri, üyelerine bağımlıdır. Kişisel iktidar alanını koruyabilmesi için taban desteğine, başarılar elde etme, kölenin bilincini belirlemek durumundadır. Kemal Kılıçdaroğlu bu alanda en başarılı kişilerden biridir. Kölelerin ruhunu ve motivasyon kaynaklarını iyi belirlemiş, tüm seçim yenilgilerine rağmen makul olmayı sürdürmeyi bilmiştir.  Bunun en temel nedeni parti içindeki üyeler(köleler) üzerinden köle-efendi diyalektiğini kullanabilmesidir.  Motivasyon kaynaklarını doğru yönetebilen bir efendi olarak üyelerden bazıları yakınına alırken bazıları kendi alanından uzak tutmuştur. Yüksek pozisyonlu veya yüksek etki alanına sahip üyeler, partinin ideoloji ve stratejilerinin yöneliminde genel olarak başarılı olmuş diğer üyeleri köleliğin devamını sağlamıştır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde altılı masa içerisinde efendi olan CHP ile köle olan diğer partiler arasında durum yine buna benzerdir.

İdeolojik ve kadro partilerinde ise parti liderine bağımlılık arzusu baskın olmaktadır. Parti ideolojisini savunmak ve sadık kalmak bir kimlik meselesidir. İdeolojik ilişki doğal olarak efendinin (parti lideri) üyelerin pozisyonunu pekiştirmek için sadakat özelliğini yükseltirler. Sadece bu koşulda kölenin bilincini yöneten efendi, kendi sorgusuz sualsiz kabul ettirebilir. Siyasal yelpazenin köşelerinde yer alan her küçük kadro-ideoloji parti ve örgütlenmeleri için geçerli olan bu durum, efendinin belirlediği politikalara karşı çıkmak doğal olarak ideolojiden aforoz haline gelebilir. Türkiye’de sol yapıların tarihi buna en güzel örnekleri sunmaktadır.

Bir siyasi partinin gençlik örgütlenmesi içinde çalışan herkes doğal olarak köledir. Gençlik kolları radikal söylemler üretmeye başladığında geçmiş deneyim sahipleri (kurmaylar, ağabeyler ve ablalar) doğal olarak efendi rolü içinde karşımıza çıkar. Karar mekanizmaları içinde etkisi olmayan, hiyerarşik olarak altta yer alanlar doğal bir efendinin (ağabey, kurmay) etki alanında kalmaktadır.

Siyasal ve sosyal toplulukların içine girmiş kendi varlığını mutsuzlukla açıklayan bireyler yukarıda bahsi geçen örnekler dışında uzunca aile, sevgili, iş, taraftarlık gibi alanlarda çeşitli örnekler kendi için çıkartabilir. Bir metafor olarak köle- efendi diyalektiğini ele aldığımızda ise  tüm bu anlatılardan tek bir soru ortaya çıkmalıdır. Köleler özgürleşebilir mi?  Kendini bir başkası üzerinden tanımlama süreci aslında öğretilen bir eğitim modelinin sonucu değil midir?

Hegel yukarıda bahsedilen kitapta özgürlük problemine şöyle bir cevap vermektedir; ‘‘Özgürlük yalnızca, hayatın tehlikeye atılmasıyla elde edilir …. hayatını ortaya koymamış bir birey, kuşkusuz bir kişi olarak tanınabilir; fakat o, bağımsız bir özbilinç olarak bu tanımanın gerçeğine erişememiştir’’.  Özgürlük korkumuzun ne olduğunu bilmemiz gerekiyor.  Köle kendi içinde özgür olmayı istediğinde benzer duygulara sahip insanlarla hareket etme arzusu duyar. Ancak kölenin bilinci gereği en büyük korkusu yine özgürlük korkusudur. Bir parti üyesi köle, milletvekili ve başkanı olmadan nasıl hareket edecektir? Bir devletin vatandaşı olan köle, eğitildiği ülke sınırları olmadan ne yapacaktır? Akademisyen olmak isteyen bir öğrenci, zihnini öldüren akademi dünyasının buhranlarından nasıl kurtulacaktır? Hepsi mutsuzdur. Sürü halinde yaşamak, özgürlüğün kaosu karşısında güvenli gelmektedir. Ancak yine hepsi mutsuzdur. Süreç halinde olan özgürleşme efendiyi ve köleyi kurtarma durumu insanın kendi olma mücadelesidir. Kendi gerçekliğin farkında olan efendi ve köle için hayat sınırları belirli bir habitat değildir. Ancak efendi kendi gerçekliğinde sahip olma şartı veya ölçülerini kendi belirleme şartını öncül tutar. Köle ise daha fazlasını isteme arzusundadır. Köle kendi varlığının mahkûm olduğunu düşündüğü peygambersiz, ağa beysiz, yaşayan ve ölmüş lider kültleri, patronsuz haricinde bir yaşam düşünemez. Köleler, efendi tarafından özgürlüğü için çaba harcamadığı sürece (kendini keşfetme, eylemler) yönetilebilirler. Ancak basit bir soru sormak gerekirse köleler efendisiz bir yaşam (özgürlük) hayal etmeye başlarsa ne olur?

Yaşadığımız dünyanın ve ülkenin gereği olarak doğru bir cevap bulamadığımız bu sorular bizi kurtarıcılar(efendiler) aramaya itmektedir. Bugün kendimizin dahil olmadığı özgürleşme mücadelesi veya kurtarıcı olarak mehdi figürleri yaratmaya giden süreç zihnimizin, bedenimizin çarmıha gerilmiş olmasıyla alakalıdır. Hareket etmeyelim diye kaldırıldığımız o yüksek boşlukta ancak göğe bakabiliyoruz. Onun bize getirdiği esintili boşlukta hafifçe sallanmanın verdiği acı ile kendimizin dahil olmadığı özgürlük veya kurtarıcı olarak mehdi bekliyoruz. Oysa özgürlük bekleyenlerin değil arayanların bulduğu bir şeydir.

Burak Demir

 

[1] Nietzsche’nin at kırbaçlanma hikayesi buraya nispet edilebilir.

Benzer Yazılar

Paradigmalar Değişirken Nasıl Bakmalıyız? – Burak DEMİR

Yazılar 16 saat önce

Zeybekler; ayan, eşraf ve devlet görevlilerinin zulmünden, soygunlarından ve adaletsizliklerinden şikâyetçidir. Sultan Abdülhamid, zeybekleri sistemin içine çekmek ister. Ancak harp gündemi nedeniyle, af karşılığında cepheye gitme uygulaması devreye girer. Ekonomik sorunlar çözülemez; konaklar yakılır, beyler öldürülür. Siz vali olarak yakaladığınız zeybekleri meydanlarda asar, zeybek mezarlıklarını yok etme emri verirsiniz. Zeybeklerin öldürdüğü kişilerin anısına meydanlara anıtlar diktirirsiniz. Burak Demir En son söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekir. Türkiye’nin politik anlatısında, Türkiye Cumhuriyeti genellikle “imparatorluk bakiyesi” olarak tanımlanır. Kulağa hoş gelen bu ifade, aslında eski tip, geniş coğrafyaya yayılmış bir imparatorluk algısını taşır. Ancak bu tanımın altında, modern Türkiye’nin geçirdiği sancılı dönüşümler ve çelişkiler gizlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigması, Tanzimat’tan Islahat’a, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan uzun bir sürecin ürünü olarak şekillendi. Bu süreçte Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte tasfiye edilen etnik unsurlar, Aşkale sürgünleri ve 6-7 Eylül olaylarıyla son noktasına ulaştı. Ekonomik ve hukuksal olarak da çok başlı, ikircikli bir yönetim anlayışından, daha merkezi ve […]

Marksizm ilhamlı Kemalizm: Hikmet Kıvılcımlı-Doğan Avcıoğlu’na dair-Türkiye Direniyor röportajı

Röportaj 1 hafta önce

Türkiye Direniyor oluşumuyla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye Direniyor, Gezi olayları esnasında kurulan ve ülke gündemine dair Marksist-Leninist bir çerçeveden eleştiriler getiren oldukça özgün bir internet sitesi. Keyifli okumalar dileriz. 1- Bildiğim kadarıyla Türkiye Direniyor, Gezi eylemleri sürecinde kurulan bir oluşum. Bugün hala aktif. Peki o günden bugüne Türkiye Direniyor oluşumunun Türk siyasetinde nerede durduğunu ve ne yaptığını kısaca ifade edebilir misiniz? Evet doğru, Ankara – İstanbul – İzmir başta gelmek üzere Taksim-Gezi isyanımızın bir girişimi olarak doğdu Türkiye Direniyor ve bu girişimi belleklere kazımak için kurulan bir internet sitesi oldu. O süreçlerde demokratik kitle oluşumu biçiminde siteler vardı, Türkiye’de tartışma kültürünün sürmesinde ve bellek yaratılmasında bu tarz girişimlerin çok önemli olduğu bir dönemdi. Bundan dolayı benzer oluşumlar da önemliydi. Bununla birlikte algıların kısıtlandığı bir dönemde, tüm o oluşumlar gibi bizim de etki alanımız farklı yönlere kaydı. Tartışmalar yankı odalarına takılıp kaldı. Yine de dengeler değişiyor, sistematik okumalar tekrardan önem […]

Neoliberal sistemde kitap okuyan kaldı mı?

Kitap 3 hafta önce

Walter Benjamin, “Kitap okumak, yazarın zihninde bir yolculuğa çıkmaktır” der. Ancak bu yolculuk, neoliberalizmin hız ve tüketim odaklı dünyasında, yolculuktan ziyade varacağın yere adeta ışınlanmaya dönüşmüş durumda. Bugün, bir romanın satır aralarındaki şiirselliğini keşfetmek yerine, “52 haftada 52 kitap” tamamlamak bir övünç kaynağı haline geldi. Goodreads istatistiklerine göre, 2022’de bir kitabı bitirme süresi 2010’a kıyasla 5 gün kısaldı. Peki, bu hız yarışı bizi nereye götürüyor? Okumanın içsel değeri, niceliğin gölgesinde kaybolurken, entellektüel derinliğimiz de aynı hızla tükeniyor olabilir mi? Bu değişim, yalnızca okumanın derinliğini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştirel katılım ve kültürel zenginleşme için bir araç olma potansiyelini de zayıflatma tehlikesi taşıyor. Piyasalaşan Okumanın Anatomisi Neoliberalizmin rekabet ve verimlilik odaklı değerleri, okuma eylemini de dönüştürdü. Artık kitaplar, Goodreads istatistiklerinde yükselen çubuklar veya sosyal medyada paylaşılan kitap bitirme hedefleri kadar basit bir ölçüte indirgendi. Örneğin daha önce bahsettiğim “52 haftada 52 kitap” yarışmaları, okuyucuları kalın ciltler yerine kısa kitaplara yönlendiriyor. İstatistiksel […]

0 Yorum

Rastgele