Yasallık ve meşruluk; bu iki kavram Türkiye’de en basit siyasi gündemi bile tartıştığımda kulağımda çınlar durur. Önemlidir çünkü bu iki kavram arasında gözettiğiniz denge dünyayı nasıl anlamlandırdığınızın sinyallerini de verir.
Yasallık ve meşruluk kavramlarının zihnimde döndüğü anlarda Kral Macbeth’in şu sözleri aklıma gelir:
“Benim başıma meyvesiz bir taç oturttular, Elime kısır bir asa tutuşturdular.”
Türkiye siyasetinde “iktidar” gördüğünüz her yere bu alıntıyı koyabilirsiniz, sırıtmaz. Türkiye tarihini düşünün, yasalın meşru olmadığı, meşrunun yasal olmadığı binlerce an gözümüzün önüne gelebilir. AKP iktidarında bu anlar o kadar çoktur ki bir halkın algılarını sakatlayarak en geniş anlamıyla demokratik yaşam zarar görmüştür, solculara, sosyalistlere “darbe anayasası değişmesin” dedirtmeyi başarmıştır. Erdoğan’ın kafasındaki meyvesiz taç memleketin geleceğini karartırken, kısır bir asa ise milyonlarca insanın algısını manipüle etti. Ülkenin geleceğinde ne olduğunu bilemez olduk.
Yasallık ve meşruluğu tartıştığınız noktada anayasayı tartışırsınız, AKP’nin Türk halkının zihnine zerk etmeyi başardığı kuralsızlık ve tepkisellik en merkezinden en radikaline siyasete demokrasi adına sorunlu bakış açılarını dayattı.
Sansür yasası ile daralttıkları demokratik alanı, bir otosansür kültürüyle de daraltmaya başardıklarını görüyorum. Sansür yasası yasal mı? Gayet yasal…
Eichmann kötüyse, hepimiz kötüyüz!
Hannah Arendt Kötülüğün Sıradanlığı kitabında Nazi’lerin Yahudileri yok etmeyi hedefleyen “nihai çözümün” mimarlarından biri olan Eichman’dan Arendt bir masumiyet çıkarmıştı, o bir bürokrattı, hiçbir gayesi olmayan milyarca insan gibiydi, görevini yerine getiren bir ahmaktı.
Baktığınızda Eichmann yasadışı bir şey yapmamıştı.
Ne de olsa Führer yasaydı, Führer’in sözleri yasaydı.
Coca Cola içmem, SOCAR’ı Basmam!
Aklıma bazı sorular geliyor. Örneğin, ekonominin bu kadar hassas seyrettiği bir dönemde grevler patlak verirse ne yapmalı hükümet? İsrail masum çocukları katlederken, en büyük petrol tedarikçisi SOCAR’ın binasını basmak yasal mıdır? Bir gazeteci devletin/hükümetin işlediği bir savaş suçunu ifşalarsa ne muamele görmelidir?
Hayatın olağan akışında bu sorulara verilen demokratça cevaplar, cumhur ittifakının medya operasyonları ile bambaşka cevaplara dönüşebiliyor.
Hikmet-i hükümet olan Erdoğan ve Cumhur ittifakı hukuk ve anayasa ile oynayarak, dün sövdüğümüze bugün alkışlar hale getirdi. Hikmet-i hükümet; yani en olağandışı durumlarda o güçlü iradeyle her şeyi yoluna koyabilecek kudrete sahip olduğu düşünülen otorite…Bu hikmet ve kudret siyasal ve toplumsal alanı hem yasal hem meşru, bazen yasal değil ama meşru ve bazen yasal olmayan meşru yöntemlerle tasarlamayı başardı.
Bir political Survivor olarak Erdoğan her defasında muhalefeti bir şekilde bölebiliyor veya psikolojik olarak zayıflatabiliyor.
“Gezi’de yakıp yıktılar” algısını 11 yılın ardından artık muhaliflere de yedirebiliyorlar.
Ya devlet leşe
Böylesine bir dünyada, şöylesine şartlarda güçlü bir devletten bize “damıtılacak zenginlik” hikayesinin bir benzerini neo-liberalizm vaat etmişti.
Güçlü devlet, güçlü kalkınma… Kalkınma olursa zenginleşme olur, zenginleşen toplumlar demokratikleşir. Muazzam bir zincir, ancak bu kapitalist düzende rasyonellik doğrudan karlılık ile ilişkidir. (Bunun emperyalizm boyutunu gözden de kaçırmamak gerekiyor.)
Demokrasi bir değer değil sadece, en nihayetinde bir “çatışma yönetimi” biçimidir, çatışmaların bir yıkım olmaksızın çözümü için bir sistem… Erdoğan rejimi yasallık ve meşruluk birbirinden özellikle Kürt siyasetine yönelik saldırılarıyla uzaklaştırdı ki bu çatışma yönetimi sistemi işlemez hale geldi.
Bu rejim kalkınma ile demokrasiyi karşı karşıya getirerek tabir caizse “Çin Modelinin” mümkün olabileceğini bizlere anlatıyorlar. Bu arada haklılar, kalkınma demokrasiyi şart koşmaz. Kalkınma hukuk devletini şart koşar.
Olağanüstünün olağanlaşması
Mesela yasadışı bahis ile başlanan mücadeleyi düşünün. Neden şimdi? Mesela İnstagram’ın kapatılmasını düşünün. Sorun İsrail zulmünün “promote” edilmesi miydi gerçekten?
Böyle konularda “yasal olmayan ama meşru” attıkları adımlar ile bir toplumsal öfkeyi şişirmeyi ve yönlendirmeyi başarıyorlar, sonrasında yine sönümlenip kendi halimize dönüyoruz.
Trump ve Erdoğan gibi political Survivor’lar fikirlerimizi ve ideallerimizi teslim alıp bize belirli algıları enjekte ettiler.
Bu yüzden artık Trump ve Erdoğan dünyasında 2+2=4 diyemiyoruz.
Güvenlik kaygılarına eşlik eden milliyetçi eğilimler ile beraber devlet mi hükümet mi derken bir manipülasyon deryasının içinde kendimizi buluyoruz. Bu manipülasyon ortamını besleyen durum ise kapitalizmin krizi… Kapitalizmin yarattığı yıkım, kendini kurtuluş olarak vaadeden liderlere alan açabiliyor.
Etkilenmemek kolay değil.
Ama uzmanların tavsiyesi; anormalin normalleşmesine karşı küçük ama düzenli adımlar atmamızdır.
Özetle, eski olan yıkılmıyor, yeni olan doğmuyor, ama canavarlar daha korkutucu hale geliyor, bu zamanlarda sesimizin daha çok çıkması gerekiyor:
Kayıtsızlardan nefret ediyoruz!
Batur Kılıç
0 Yorum