ULUSOLCULUK NEDİR?
Ulusolculuk, metafiziği olan bir soldur. Türkiye özelinde bu hareketin karşıtı, rahatlıkla tahmin edileceği gibi gericiliktir. Önce bu karşıtlığı açalım. Açalım ki, tıkanmış damarlar açılmış olsun.
Gericiliğin Türkiye özelinde dört ayağı bulunuyor: Dincilik, Kürtçülük, merkezi partilerde örgütlenmiş Türk Milliyetçiliği ve olmazsa olmaz olan Sol liberalcilik…
İlki Dincilik… İslam’ın anlaşılmasının da önündeki en büyük engellerden olan Ebu Süfyan/Muaviye dinciliği malum. Önce İngiliz, II. Dünya Savaşı sonrasında da ABD ve/veya Nato savunusunu merkeze alan siyasal İslamcılığın her türlü çeşidi… Tabanını mobilize etmede aşırı İsrail ve Siyonizm karşıtı görünme hassasiyetine paralel olarak, Amerika bağımlılığı üzerinden İsrail’in, her anlamda bölgedeki en büyük partneri bir hareket. Osmanlı’nın son padişahının İngiltere’ye sığınmasından bu yana öksüzlük sendromu nedeniyle karşısına daima Türkiye Millîcilerini almış olması ve bu çizgisini hiçbir zaman bozmaması açısından da Dinciliği, Türkiye’nin en istikrarlı ve en verimli gericilik hareketi olarak görebiliriz.
İkincisi Kürtçülük… Osmanlı’nın İran sınır boyundaki derbent teşkilatının, Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte kendine yeni hâmîler aramış ve bulmuş bir hareket Kürtçülük. Tarih boyunca himayede olma ve bundan çıkma arzusunun yapılandırdığı bir etnopolitik reaksiyonerlik… Haklı ve doğal olarak kendine bir devlet arıyor. Gayri millîci olması şartıyla bu desteği Batı ondan esirgemiyor. Bir himayeden çıkmaya çalışırken ötekine tutulmak, Kürtçülüğün etnopsikolojisine sinmiş görünüyor. Bu çelişki, onu aşırı kırılgan kılıyor. Kırılganlığı vakar veya gurur olarak yorumlayarak kendilik üzerinde düşünmeyi ertelemeyi seçmeleri ölçüsünde kurucu bir söylem inşa etmeleri de güçleşiyor. Dinci/Milliyetçi söylemin “Kürtler bizim kardeşimiz” tarzı genelleşmiş ifadeler ise bu nedenle Kürtçüler ve Kürtler nezdinde harcı berkitmek yerine çözülmenin kılcal damarlara yayılmasına neden oluyor. Kürtçülükteki Millîcilik ve Cumhuriyetçilik karşıtlığı, Türkler nezdinde tüm iyi niyetlere rağmen kardeşlik mayasının tutmadığının nişanesi olarak okunuyor. Ne Gezi’de, ne de 19 Mart darbe girişim sürecine karşı Saraçhane ve türev direniş gösterilerinde Türkler, yani Millîci veya Cumhuriyetçiler, Kürtçüleri yanlarında görememeyi üçüncü kez not etmiş oldular. Kürtçüler üç kez, gayri millî, gayri Türkiye ve gayri iradenin, kısaca halkın iradesini gasp edenlerin ve etmeye çalışanların tarafında durmuş oldular.
Gericiliğin üçüncüsü, Amerika ve daha sonra Nato güdümünde anti komünist yapılarla mücadele amaçlı kurulmuş dernek ve partilerin himayesindeki sözde milliyetçilerdir. Bu milliyetçiliğin ayırıcı vasfı, sermaye düzenine karşı gelişen dayanışmacı işçi, öğrenci ve aydınların gayri nizami harp dairesi çerçevesinde şiddete maruz bırakılmalarında etkin rol almaları oldu. 12 Mart Muhtırası ile açılan bu parantezde dinci ve milliyetçilerin yolu çoğu zaman kesişti. Dünya Sermayesi bekçisi olan Nato’nun himayesinden hiçbir zaman çıkmayan ve çıkmayı düşünmeyen bu yapının düşmanı da doğal olarak, sanıldığının aksine Kürtçüler değil, Millîciler ve Ulusolcular oldu.
Gelelim sonuncuna, Sol liberalcilere ya da liberal solculara… Bunların sokakta pek işi yoktu. Halkı örgütlemek diye de bir gündemleri olmadı. Yukarıda sayılan üç harekete, entelektüel düzeyde düşünsel desteklerini sundular. Yaptıkları yayın ve üniversite çevresindeki aydınlar nezdinde bir meşrulaştırıcı konum kazanmaktı. Barlaslar, Altanlar, Çandarlar, Pamuklar, Şafaklar, Önderler, İletişimler, Radikaller, Radikal 2’ler, Taraflar, Yetmez Ama Evetler, Serbestiyetler ve saire ve saire… Öyle bir meşrulaştırıcı konum ki, karşıtlarını bile yayınlarında görünmekten kendilerini alamazlaştıran bir durum.
1980 İhtilali’nden sonra iktidara gelen her sağ parti, ‘4 eğilimi bünyesinde birleştirmiş olmak’la övünürlerdi. İşte bu 4 eğilim, yukarıda anılan hareketlerin örnek temsilcileriydi, ağırlık dinci ve milliyetçilerde olmak şartıyla. Bunlardan Sol liberaller, oyun bozulmasın diye Türk sağını eleştiren yayınlar da yaparlardı, yaparlar. Ama kırılma anlarında, Nato düzeninin desteğe en çok ihtiyaç duyulduğu anlarda, kerhenmişçesine desteklerini verirler, 4 eğilimdeki fotoğrafta yerlerini alırlardı.
Bu 4’lü gericiliğin, satıhta ayrı ama esasta korudukları bir mevzi var. Osmanlı dağılırken, İngiliz ve Amerikan manda ve himayesini savunanlar ile İslam ve Kürt Teali Cemiyetleri’ni hatırlayalım…
Nedir bunların ortak özellikleri?
Dörtlü gericiliğin ortak özelliği, bağımsız Türkiye sevdalısı olan Kuvayı Milliye, yani Millî Kuvvetler, yani Millîciler’e karşı olması. Millîciler’e başka kim karşı? Yedi düvel karşı; Amerika karşı, İngiltere karşı, Fransa karşı, İtalya karşı, Yunanistan karşı ve bunların diğer ortakları karşı. Karşı oğlu karşı.
Millîciler’e dışarıda gâvur karşı, içeride Dinci karşı, Kürtçü karşı, ABD ve İngiltere himayesi isteyen Liberaller karşı… Millîcilerin lideri kim? Mustafa Kemal. Öyleyse bütün gericiler Mustafa Kemal’e de karşı. Millîcilerin ortak duyusu ne? Dinine diyanetine bağlılık, vatan-millet severlik ve dayanışmacılık…
Sol liberalciliğin bu gericilik dayanışmasındaki rolü ise Millîcilik, II. Meclis, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal kişiliğini aralıksız eleştiren yayınlar yaparak gerek ülke içine yönelik gerekse ülke dışı üniversite çevrelerinde Türk Sağı’nın iktidara gelmesi için entelektüel meşruiyeti sağlayıp kavram setlerini hazır tutması…
Gelelim asıl soruya… Millîcilik ile Ulusolculuğun ne alakası var?