Benim kuşağım saf bir hata yaptı. Toplumsal değişimin yalnızca toplumdaki üretim ve dağıtım biçimlerine karşı çıkmakla mümkün olduğunu düşündük. Kültürün muazzam rolünü anlayamadık. Kapitalizm bir kültürdür ve biz kapitalizme farklı bir kültürle karşılık vermeli ve direnmeliyiz. Başka bir şekilde ifade edersek: bu, dayanışma kültürü ile bencillik kültürü arasında bir mücadeledir.
Burada satılan kültürden, yani profesyonel müzik ya da danstan söz etmiyorum. Bunlar da elbette önemlidir, ama ben kültürden söz ederken insan ilişkilerini, farkına bile varmadan ilişkilerimizi yöneten düşünceler bütününü kastediyorum. Bu, dünyadaki milyonlarca isimsiz insanın birbirleriyle kurduğu ilişkileri belirleyen, dile getirilmeyen değerler bütünüdür.
Tüketimcilik bu kültürün bir parçasıdır. Bu, kapitalizmin sonsuz birikim mücadelesinde ihtiyaç duyduğu bir ahlaktır. Kapitalizm için en kötü sorun, bizim alışveriş yapmayı bırakmamız ya da çok az alışveriş yapmamız olurdu. Ve bu durum, bizi saran tüketimci kültürü yarattı. Ancak kapitalist bir toplumsal sistem yalnızca mülkiyet ilişkilerinden ibaret değildir; aynı zamanda topluma ait ortak dile getirilmeyen değerler bütünüdür. Bu değerler, herhangi bir ordudan daha güçlüdür ve bugün kapitalizmi ayakta tutan asıl güçtür.
Benim kuşağım, medyayı ve dağıtımı kamulaştırmaya çalışarak dünyayı değiştireceğine inanıyordu, ama bu mücadelenin merkezinde farklı bir kültür inşa etmenin yer alması gerektiğini anlayamadık. Kapitalist olan tuğla ustalarıyla sosyalist bir bina inşa edemezsiniz. Neden? Çünkü inşaat demirini çalacaklar, çimentoyu çalacaklar; çünkü sadece kendi sorunlarını çözmeye odaklanacaklar, çünkü biz böyle yetiştirildik. Programlı bir tarih anlayışına sahip rasyonalist kuşağım, insanın çoğu zaman kararı önce içgüdüleriyle verdiğini, sonra vicdanının bu kararı gerekçelendirecek argümanlar ürettiğini anlayamadı. Kalbimizle karar veririz ve işte burada kültür, irrasyonelliğimizi dengeleyen hayati bir mesele haline gelir.
SOL LİDERLERİMİZE NE OLDU?
Örneğin, sol liderlerimize ne oldu? Sol liderler hasta ve aynı kültürün içine gömülmüş durumda; bu yüzden yaşam tarzları, yürüttükleri mücadeleyle tutarlı bir mesaj taşımıyor. Bakın, ben cumhurbaşkanıyken bana yoksul diyorlardı ama hiçbir şey anlamamışlardı! Ben yoksul değilim. Yoksul olan, çok şeye ihtiyaç duyandır. Benim hedefim stoacı olmaktır. Gerçek şu ki, eğer dünya belli bir sadelikle yaşamayı, savurganlık yapmamayı, israf etmemeyi öğrenmezse — ve bunu yakında öğrenmezse — dünyamız hayatta kalamayacak.
Paraya duyulan hırs, sürekli yeni şeyler almamızı teşvik ediyor, ama gezegenin yaşamını sürdürmesini sağlamak için gerekli olan şey, yalnızca ihtiyaç duyduğumuz kadarla yaşamayı öğrenmek ve kaynaklarımızı israf etmemektir. Gördüğünüz gibi, bu mücadele kültürel bir destandır. Biz Sol olarak, sahip olduğumuzdan farklı bir düşünce çizgisi inşa etmeliyiz.
Bu da kapitalizmle olan bağımızı koparmak anlamına geliyor. Fikir üretme konusunda yaratıcılığımız tükendi. Kapitalizmin yaptığını, ama daha eşitlikçi bir biçimde yapmak istedik. Ama nihayetinde tüm bunlar, iyi yaşamın ne olduğuna dair düşüncelerimize, hayatta kıymet vereceğimiz değerlere ve ulaşmak isteyeceğimiz şeylere dayanıyor. Bu, bir sınır duygusuna sahip olmak anlamına geliyor. “Hiçbir şeyin fazlası değil,” derdi Yunanlılar.
Sol, başka bir değerler bütününe sadık kalmak zorundadır ve bu yüzden ben kültür sorununda, bağlılık sorununda ve kapitalizmin değer vermediği hayat alanlarına değer vermek meselesinde ısrar ediyorum. Toplumlarımızda çok fazla zenginlik olmasına rağmen çok fazla mutsuzluk var. Aşırı beslenmiş insanlarız; ürettiğimiz çöp miktarı yüzünden boğulan toplumlarda yaşıyoruz. Her şeyi kirletiyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri alıyoruz ve sonra faturaları öderken umutsuzluk içinde yaşıyoruz. Başka bir yaşam biçimi önermek zorundayız! Bana göre Sol, her zamankinden daha devrimci olmalı.
SOL DEĞİŞMEK ZORUNDA
Bu, düşündüğün gibi yaşamak demektir. Aksi takdirde yaşadığın gibi düşünmeye başlarsın. Mücadele, kendi kendini yöneten bir toplum için; kendi patronumuz olmayı ve ortak projelerimizi yönetmeyi öğrenmek içindir. Bunları yeni bir sol tartışmalıdır. Ben Sol’un kalıcı olduğuna inanıyorum, ama artık eskisi gibi bir Sol olmayacak. Eskisi gitti, bitti! Sol değişmek zorunda, çünkü zaman değişiyor. Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.
Yeni devrimci programların oluşturulmasına engel olmak istemem — tam tersine! Ama elimde sihirli bir formül yok. Bana kalırsa, yaratıcılığın teşvik edilmesi gerekiyor çünkü içinde bulunduğumuz dünya, geçmişe çok fazla özlem duyan yaşlı bir sola sahip; neden başarısız olduğunu kavramakta zorlanan ve yeni yollar hayal etmekte büyük güçlük çeken bir sol. Bu, bolca deneme, çokça yaratım ve deneyim zamanı. Ve bu süreçte bazı ölçütlere sahip olabiliriz çünkü dediğim gibi, benim kuşağım kültüre yeterince önem vermedi. Burada kastettiğim, kapitalizm altında artık günlük yaşamın olaylarını yalnızca daha fazla birikim sağlamak için kullanan sıradan ve gündelik insan ilişkilerinin içindeki kültürdür.
İçinde yaşadığımız ve kuşatıldığımız kültür, sadece bireysel kârın çoğalması için işlevseldir. Ve bu kültür, ordulardan, askerî güçten ve her şeyden daha güçlüdür; çünkü bu kültür, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca sıradan insanın kalıcı ilişkilerini belirlemektedir.
Ve bu, atom bombasından bile daha güçlüdür! Yani kültürde bir değişim olmadan sistemi değiştirmeye çalışmak beyhudedir. Yeni bir sistem inşa etmeliyiz ve bununla birlikte, yeni bir kültür, yeni bir ahlak da inşa etmeliyiz; aksi takdirde Sovyetler Birliği’nde gördüğümüz şey tekrar eder: devrimci bir hareket tam bir 360 derece dönüş yaparak başladığı noktaya — ama çok daha kötü bir şekilde — geri döner. Bu yenilgiden ders çıkarmalıyız, değil mi?
Metin Jacobin dergisinin 14 Mayıs 2025 tarihli sayısından doğrudan çevrilmiştir.
0 Yorum