Fransa Afrika’yı talan etmekten asla vazgeçmedi, şimdi ise işler değişiyor*

Fransa Afrika’yı talan etmekten asla vazgeçmedi, şimdi ise işler değişiyor Batı Afrika’daki gelişmeler, Fransızca konuşan ülkelerin Fransız sömürgeciliğine tahammülünün kalmadığını gösteriyor. Korku duvarı nihayet aşıldığı için Afrika’nın gerçek bağımsızlık yolunda verdiği mücadele meyvelerini vermeye başladı. Bir Batı Afrika ülkesi olan Nijer’de gerçekleşen ve bölgedeki Fransız-Amerikan askeri varlığını baltalama tehdidini taşıyan 26 Temmuz (2023) darbesi, eski Fransız İmparatorluğu’nun Afrika’daki doymak bilmez sömürgeciliğini tanımlamamak için kullanılan bir tabir olan Fransafrika’nın devam eden uygulamalarına ve tarihsel sömürüsüne ışık tutuyor. Enerji ihtiyacının %68’ini nükleer santrallerinden karşılayan Fransa, nükleer enerjiye büyük ölçüde bel bağlamış durumda. Bu santrallerin faaliyeti için gereken uranyumun %19’unu Nijer’den temin ediyor. Fransa’nın enerji ihtiyacına yapılan bu büyük katkıya rağmen Nijer’in vatandaşlarının yalnızca %14.3’ünün elektriğe erişimi var, o da dayanıksız bir şebeke üzerinden dağıtılabiliyor. Bu şiddetli zıtlık bizlere olan eşitsizliği ve Afrika kıtasındaki yağmacı yabancı güçlerin süregelen sömürüsünü işaret ediyor. Fransafrika’nın Mirası Fransafrika Afrika’nın doğal kaynaklarından kâr elde etmek için tasarladığı sömürücü […]

Fransa Afrika’yı talan etmekten asla vazgeçmedi, şimdi ise işler değişiyor*

Fransa Afrika’yı talan etmekten asla vazgeçmedi, şimdi ise işler değişiyor

Batı Afrika’daki gelişmeler, Fransızca konuşan ülkelerin Fransız sömürgeciliğine tahammülünün kalmadığını gösteriyor. Korku duvarı nihayet aşıldığı için Afrika’nın gerçek bağımsızlık yolunda verdiği mücadele meyvelerini vermeye başladı.

Bir Batı Afrika ülkesi olan Nijer’de gerçekleşen ve bölgedeki Fransız-Amerikan askeri varlığını baltalama tehdidini taşıyan 26 Temmuz (2023) darbesi, eski Fransız İmparatorluğu’nun Afrika’daki doymak bilmez sömürgeciliğini tanımlamamak için kullanılan bir tabir olan Fransafrika’nın devam eden uygulamalarına ve tarihsel sömürüsüne ışık tutuyor.

Enerji ihtiyacının %68’ini nükleer santrallerinden karşılayan Fransa, nükleer enerjiye büyük ölçüde bel bağlamış durumda. Bu santrallerin faaliyeti için gereken uranyumun %19’unu Nijer’den temin ediyor. Fransa’nın enerji ihtiyacına yapılan bu büyük katkıya rağmen Nijer’in vatandaşlarının yalnızca %14.3’ünün elektriğe erişimi var, o da dayanıksız bir şebeke üzerinden dağıtılabiliyor. Bu şiddetli zıtlık bizlere olan eşitsizliği ve Afrika kıtasındaki yağmacı yabancı güçlerin süregelen sömürüsünü işaret ediyor.

Fransafrika’nın Mirası

Fransafrika Afrika’nın doğal kaynaklarından kâr elde etmek için tasarladığı sömürücü sistemler, ve eski imparatorluğu üzerinde sahip olduğu kontrolü devam ettirebilmek için sermaye ilişkilerini, baskıyı ve sık sık da apaçık güç kullanmasıyla biliniyor. Bunun sonucu olarak Nijer’in de dahil olduğu pek çok Afrika ülkesi yoksulluk ve geri kalmışlıkla karşı karşıya kalmaya devam ediyor.

Burkina Faso’nun genç ve karizmatik lideri İbrahim Traore geçtiğimiz günlerde St. Petersburg’da düzenlenen Rus-Afrika Zirvesi’nde konuştuğunda hem Afrika’nın kaynaklar bakımından zengin olmasına rağmen halkının yoksulluğundan yakındı, hem de iktisadi bağımlılık ve yoksulluğun sürmesine sebep olduğu için Batı’ya avuç açan Afrikalı liderleri eleştirdi. Aynı zamanda:

“Bugün Burkina Faso’nun karşı karşıya olduğu duruma değinecek olursak, sekiz yılı aşan bir süredir emperyalist sömürgeciliğin en şiddetli, en barbar haliyle karşılaşmaya devam ediyoruz. Bize köleliğin dayatılması devam ediyor. Bizden önce gelenlerin bize öğrettiği bir şey var: isyan etmeyen bir köle merhameti de hak etmiyor. Biz kendi halimize üzülmüyoruz ve kimsenin de bize acımasını beklemiyoruz,” diyerek bugün Afrika’ya dayatılan şeyin köleliğin bir türü olduğunu ifade etti.

Fransa’nın Afrika’daki varlığını meşru kılacak tutarlı bir açıklamasının olmaması durumun daha da karışık bir hal almasına sebep oluyor. Paris ne açıkça doyumsuzluğunu ifade edebiliyor, ne “medeni bir misyonu varmış” taklidi yapabiliyor, ne de geçmişteki sabıkalarının sorumluluğunu üstleniyor. Kıtadaki Fransız gücünü zayıflatan bu amaçsızlık arkasında ise şiddet ve yoksulluk doğuruyor.

Batı Afrika’nın daha koşulsuz bir bağımsızlığa doğru yaptığı atılım, Atlantikçileri bu hareketin Rusya ve Çin gibi Avrasya güçlerinin kıtadaki nüfuzunu artırabilecekleri bir açıklık yaratabilme ihtimali yüzünden tedirgin ediyor. Batı’nın tepkisi, kıtayı yalnızca süregelen küresel hegemonyalarının bir cephesi olarak gördüklerini ve Afrika ülkelerinin egemenliğine olan saygılarının eksikliğini gösteriyor.

2022 yılının başında Ukrayna’daki savaşın başlangıcından beri Atlantikçiler, başka yerlerde de çok kutupluluğa olan yönelimin artmasıyla birlikte, Küresel Güney ülkelerinin Batı’nın Rusya karşıtı politikalarını desteklemekte gösterdiği isteksizlik karşısında duydukları endişeyi ifade ediyor. Batı hegemonyasının zayıflaması pek çok ulusun büyük bir hırsla jeopolitik fırsatları değerlendirmelerine ve ekonomilerinin yapılarını çeşitlendirmelerini sağladı.

Şubat ayında (2023) düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’ndan gelen bir rapor, Batı’yla yaşanan bu gerçekliği su götürmez ayrışmanın altını çiziyor:

“Afrika, Asya ve Güney Amerika’daki pek çok ülke, onlara dünyanın akıbetinde seslerini duyurma fırsatı vermeyen ve temel endişelerini kavramayan bir uluslararası sistemin adil ve meşru olduğuna karşı olan inançlarını kaybediyor. Pek çok ülkeye göre bu başarısızlıklar Batı ile derinden ilişkili. Batı’nın başını çektiği düzenin karakterini sömürgenin bitişi ardından bile devam eden bir tahakkümün, çifte standartların ve gelişmekte olan ülkelerin kaygılarına karşı duyulan bir ilgisizliğin oluşturduğunu düşünüyorlar.”

Afrika Frangıyla Kazıklanmak

İkinci Dünya Savaşı’nın sonu küresel güç ilişkilerinde keskin bir geçişe sahne oldu ve muzaffer olan güçler, barışı ve ekonomik dengeyi tesis edecek yeni bir dünya düzeni kurmaya koyuldu.

Sömürgelerden gelen birliklerin Müttefik galibiyetinde büyük bir rol oynadığı Afrika kolonileri bağlamında ise, Fransa da dahil olmak üzere savaşın galipleri dünya dekolonizasyona doğru ilerlemekte olsa bile eski kolonileri üzerindeki ekonomik kontrolü kaybetmemek ve onlardan faydalanmaya devam etmeyi amaçladı.

Fransız lider Charles de Gaulle’ün 1945’te Batı ve Orta Afrika’daki eski sömürgeleri için yarattığı, ortak olarak CFA Frangı olarak bilinen iki para birimi de bununla alakalıydı.

1950’lerin sonlarına doğru siyasi bağımsızlık çabaları şiddetlendiğinde Fransa, Afrika’daki kolonilerinde Fransızların kendilerinin yazdığı yeni bir anayasayı oylayacakları referandumlar düzenledi.

Eski bir sendikacı olan Sekou Toure’nin liderliğindeki Gine Fransız anayasasının kabulüne karşı geldi ve ezici bir çoğunlukla hayır oyu verdi. Öfke dolu bir karşılık veren De Gaulle hükümeti Gine’deki tüm Fransız yetkililerini çekip ülkenin altyapısı ve kaynaklarını sabote edecek girişimlerde bulundu. Paris’in gösterdiği bu şiddetli karşılık, Fransa’nın planlarına karşı gelen eski bir sömürgenin başına neler geleceğini göstermesi için ibret olması amacını taşıyordu.

Soğuk Savaş boyunca komünist devletler kendilerini Batı’dan bağımsız olmak isteyen Afrika ülkelerinin kurtarıcısı ve müttefiki olarak tanıtarak bu durumdan istifade etmeye çalıştı. Bu tutumları bazı Afrikalıların Rusya gibi ülkelerle Fransa’ya kıyasla daha adil bir iş birliğinde bulunabileceklerini düşünmelerine sebep oldu.

Geçen yıllar içerisinde Fransa, Afrika ülkelerinin Fransa’nın ekonomik çıkarlarına uyumlu ve özellikle de CFA Frangını kullanmaya devam edecek şekilde kalmaları için güç kullanmaktan çekinmeyeceğini gösteren bir askeri müdahaleler silsilesinde bulundu – 1960 yılından beri sayıları 50’yi aştı.

CFA Frangının işleyiş biçimi tarih boyunca önce Fransız Frangına, daha sonra da Euro’ya endeksli olan sabit bir kurda çalışan, sınırsız tahvil edilebilirlik içeren bir sisteme dayanıyor.

 

Afrika’nın Fransız kontrolündeki parası

Bu, Afrika ülkelerinin kendi para birimlerinin değerini değiştiremediği anlamına geliyor, ve kur farklılığı da Fransa’nın Afrika mallarını suni bir ucuzlukla satın alıp Afrikalıların ise paraları karşılığında daha az mal alabilmelerini sağlıyor.

Daha da kötü olansa, her ne kadar bu kaide Batı Afrika’dan 2019 yılında kaldırılmış olsa da, Fransa’nın eski sömürgelerine ait olan döviz rezervlerinin en az %50sini kâr elde edebilmeleri amacıyla Fransızların sahip olduğu bir bankada tutmalarını zorunlu kılmalarıydı.

Bu planda Afrika ülkeleri kağıt üzerinde bundan faiz alıyor gibi görünse de asıl fayda sağlayan, bu sermaye üzerinden daha yüksek faizlerle kredi vererek Afrikalıların doğal kaynakları ve emekleri üzerinden devasa kârlar elde eden bankaydı. Bu durum Fransızca konuşan Afrika ülkelerinin pek çoğunun büyük altın ihracatına sahip olması gerçeğine, ve dolayısıyla servetlerini başka merkez bankaları aracılığıyla kendi para birimlerini destekleme amacıyla kullanabilme ihtimallerine rağmen mevcuttur.

CFA Frangı sistemi her ne kadar Zimbabwe tarzı hiperenflasyonu engellemek ve istikrar sağlamak gibi bazı faydalar göstermiş olsa da, Afrika ülkelerine daha güçlü uluslara reva görülmeyen dayatmalarda bulunduğu için eleştiri de topladı. Kendi para birimleri üzerinde kontrol sahibi olmamak bu ülkelerin ekonomik büyümesine zarar verdi ve onları küresel ekonomik sarsıntılara karşı savunmasız bir hale soktu.

Özel hak ve imtiyazlar

CFA Frangı sistemi miras bırakmayan bir babanın, evladının yaptığı birikime de göz koymasının jeopolitik karşılığıdır. Kıtanın Batı tarafını kapsayan ECOWAS (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) gibi ortak para ve ticaret birliklerine üye olmanın faydaları olsa da, CFA Frangı sistemi içerisinde bağımsızlık kavramının Fransa’nın bu ülkeleri kazıklamakta kullandığı bir illüzyon olması amaçlanmıştır.

Fransa küresel bir güç olma statüsünü korumak için bir asırdan fazladır Afrika’ya bağımlıdır. Post-koloniyal antlaşmalara yazdırdığı nice imtiyazın yanında Fransa eski sömürgelerine askeri teçhizat satma tekeline ve keşfedilen doğal kaynaklarda en baştan hak iddia edebilme fırsatına sahiptir. Paris ise bu imtiyazlardan ciddi anlamda faydalanmaktadır: tek bir örnek vermek gerekirse, Fransa’nın kullandığı doğalgazın %36.4’ü Afrika kıtasından elde edilmektedir.

Bağımsızlık ve kendi kendine yetme yolu

Bu ekonomik bağımlılık Afrika ülkelerinin başta Fransız şirket ve çıkarlarının faydasına çalışan, kaynak ihracatıyla geçinen, zayıf ve boynu bükük ülkeler olarak kalmasını sağlayan bir sistemin devamlılığına katkı sağladı. Buna ek olarak, Afrika ülkeleri ulusal egemenliklerini daha da zedeleyecek bir şekilde olası herhangi bir büyük çatışmada Fransa’nın müttefiki olmak zorundadır.

Afrika Kıtası’na zarar veren nice etmenin içinde belki de en bitmek bilmeyen ve kötü olanı egemenlikleri ve sermayeye erişimlerine konulan kısıtlamalardır. Avrupa’nın refahının büyük kısmı ise bu esnada Küresel Güney’i asırlarca talan etmekle elde edilmiştir.

Belçika Kralı 2. Leopold’un Kongo’daki korkunç ve kanlı sömürüsünün geliriyle inşa edilen Brüksel örneği, sömürgeciliğin köklü etkilerinin bir yadigârıdır. Kralın işlediği insanlık suçları açığa çıkarıldığında, ölümünün ardından tüm servetini Belçika devletine bağışlamak zorunda bırakılmıştır.

Sırf bunu yapmak istemediği için bu haksız kazancı görkemli bir dizi kamu hizmetine harcayarak günümüz Brüksel’ini inşa etmiştir. Bugün de Avrupa Birliği ve NATO orada toplanıp, insanlık tarihindeki en korkunç mezalimlerden bazılarının meyveleri arasında evrensel insan hakları hakkında küstah ve samimiyetsiz nutuklar atmaktadır.

Askeri idareler belirttikleri hedeflere ulaşmakta sık sık engellerle karşılaşsa da, Batı destekli bu “sivil demokrasilerin” de Afrika halklarının güvenlik ve refahını iyileştirmekte fazlasıyla zorlandığı da ortadadır.

Afrika’nın sorunlarının çözümü; sömürgeciliğin tarihsel mirasını ve hala mevcut olan prangalarını kırıp, kıtanın bağımsızlık ve kendi kendine yeterliliğe ulaşmasını sağlayacak kendi yolunu açmasından geçmektedir.

 

Çeviren: Doğukan Piyale

*Metnin orijinali:

France never stopped looting Africa, now the tables are turning

Benzer Yazılar

Enis Batur – Yalçın Küçük söyleşisi: “Türkçenin dünyanın en güzel dili olduğuna inanıyorum”

Forum 2 gün önce

Okuyacağınız röportaj 2002 Aralık ayı 31 sayılı Cogito Dergisi’nde, “Entelektüeller Gerekli mi?” başlıklı yazının ikinci bölümüdür. İlgili metni internet ortamında yer alan ve henüz çok erken bir vakitte (2003) yılında Ekşi Sözlük’e yükleyerek inanması güç bir iş yapan “hemingway” isimli sözlük yazarının mesajından alıyoruz. Bu metni almanın başka yolları var mıydı? Elbette. İlgili sayı hem ‘pdf’ olarak, hem de matbu olarak elimizde. PDF formatından siteye yazı aktarırken oluşan hatalardan dolayı bu yolu tercih ettik ve bu derinlikli söyleşiyi ikiye böldük. Söyleşinin eşsizliği Türk edebiyatının en ‘velût’ kalemlerinden birisi olan, hisleri kuvvetli ve kavrayışı yüksek Enis Batur’un; Türk solunun en deli, sezgisel gücü yüksek, özgün ve şüphesiz en cesur kalemlerinden birisi olan Yalçın Küçük’ü sorguluyor oluşu. Söyleşi içinde Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük’in bilime ve tarihe bakışı, Türk aydınıyla olan kavgalı ilişkisi ve aslında hayatının kendisi var… Okurken kafanızın açılacağına eminiz. İyi okumalar dileriz. e.b.: şimdi bir ara sorum var. siz galiba […]

“Faşizm, sürecimizi bir kez daha raydan çıkarmaya çalışacak.” – Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm)

Forum 2 hafta önce

Çok kutupluluk, enternasyonalizm ve Venezuela seçimleri: Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm) Carlos Ron, Kuzey Amerika’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve dünya halkları arasında barış ve dayanışmayı teşvik eden Venezuela Simón Bolívar Enstitüsünü yönetiyor. Bu mülakatın birinci bölümünde Ron, ABD’nin Monroe Doktrininin Venezuela’ya karşı hükümeti devirmek amacıyla uygulandığını savunmuştu. Ayrıca, son on yıllarda ortaya çıkan emperyalist saldırganlığın özellikle agresif bir fazı olan “hiper-emperyalizmden” söz etmişti. Mülakatın ikinci bölümünde Ron, çok taraflılığın ve yaklaşan devlet başkanlığı seçimine yönelik beklentilerini ele alıyor. Ayrıca Bolivarcı Süreç açısından ülkenin önündeki zorlukları da ele alıyor. yüzyılın ilk on yılında, Latin Amerika entegrasyonuna doğru geniş çaplı bir hareketin ortaya çıktığına şahit olduk. Bu hareket şu anda daha az güçlü. Fakat, ABD emperyalizminin çöküşüyle karakterize olan yeni bağlamda, BRICS gibi çok kutupluluk teşebbüslerinin ortaya çıktığına da şahit olduk. Emperyalist çöküş —ve bu çöküşün teşvik ettiği şiddet— dünya çapında hissediliyor. Son on yılda tanık olduğumuz şey, bir yanda […]

Kanafani olağanüstü bir adamdı*-Tarık Ali’nin röportajı

Forum 3 hafta önce

 RASHID KHALIDI THE NECK AND THE SWORD   Tariq Ali’nin Röportajı   Günümüzle, sadece şu anda Filistin’e karşı uygulanmakta olan dehşet anlamında değil, Filistin’in hala aktif durumda olan geçmişinin bir parçası olan günümüzle başlayalım. 1936-39’daki büyük Arap Ayaklanması’nın Anglo-Siyonistlerce acımasızca bastırılmasını 1948 Nakba’sı, 1967’deki Altı Gün Savaşı, 1982’de Ariel Sharon liderliğindeki Beyrut kuşatması, Sabra ve Şatilla katliamları, iki İntifada ve o zamandan beri İsrail’in aralıksız terör yağdırması izlemiştir. Ancak görünen o ki 7 Ekim sonrası soykırımı, bunların herhangi birinden daha büyük bir küresel etkiye sahip olmuştur.   Evet küresel çapta bir şeyler değişti. Bu tarihi olayların neden anlatıyı, bilhassa da toplumsal anlatıyı tamamen değiştirecek bir etkiye sahip olmadığından emin değilim. Sosyal medya gibi bu konularda spekülasyon yapmak istemiyorum. Ancak bu, bir neslin kendi cihazları üzerinden eş zamanlı olarak tanık olduğu ilk soykırım oldu. Sudan ya da Myanmar’da olduğu gibi; ABD, İngiltere ve Batılı güçlerin doğrudan katılımcı olduğu son zamanlardaki ilk […]

0 Yorum

Rastgele