Home / Siyaset Dışı / Hararetçiler ne okuyor? Saltuk Buğra: Yalçın Küçük bir deli! (1)

Hararetçiler ne okuyor? Saltuk Buğra: Yalçın Küçük bir deli! (1)

Hararet devrimci bir dostluk kulübü olarak yaşamını sürdürüyor.

Peki ama Hararetçiler ne yapıyor? Şu sıralar ne okuyor? “Ne okuyoruz” serisinde Hararetçiler şu sıra neler okuduğunu anlatıyor. 

 

Saltuk Buğra-“Ne okuyoruz?” #1 

Günümüz şartlarında okumak gerçekten zor. Zaman hızlı akıyor ve sürekli içerik bombardımanına maruz kalıyoruz. Ayrıca para kazanmak veya toplumsal açıdan saygı görmek -ki bunlar büyük oranda başa baş gider- için de kitap okumak gerekmiyor. Düzenli kitap okuyan insanlar olarak biz çoğu zaman bundan bir keyif de almıyoruz. Kendimizi zorlayarak okuduğumuz çok olmuştur. Peki neden okuyoruz? Bizler rahatsızız. Rahatsızlardansanız okumak zorundasınız. Bu toplumda bizi kaşındıran bir yön var. Bir şeyler yanlış gidiyor. Bir dil arıyoruz kendimizi ifade edebilmek için. Yeni bir dil arıyoruz çünkü bize verilen dil içerisinde o anlamı yansıtamıyoruz. Kitaplar bu işe yarıyor. Bize bir dil veriyor.

“YALÇIN KÜÇÜK: DELİ”

Öncesinde okumak üzerine birkaç kelam edemeden geçemedim ama artık şu sıralar neler okuduğuma geçmeliyim. Daha söyleyeceklerim vardı aslında ama okumak zor, farkındayım. O yüzden kısa kesiyorum.

Şu sıralar üç ayrı metin okuyorum.

Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler serisinin ilk kitabına başladım. Küçük, okunması ve dinlenmesi son derece keyifli bir isim. Deli. Bu şekilde nitelenmeyi seviyor ve sonuna kadar hak ediyor. Küçük özgün tez üretmekten korkmuyor. Deli cesareti var. Akademi muhafazakardır. Bir ufak özgün fikrin kanıtlanması için bir kitap boyutunda metin üretilmesi gerekebilir. Küçük, her paragrafına bir tez sığdırabiliyor. Bunun artı ve eksi yönleri var elbette. Put kırmaktan çekinmiyor. Bu yönünü takdir ediyorum. Sol içinde insanlar genellikle yeni bir söz söylerken dahi bir şekilde Marx veya Lenin gibi temel bir isimden icazet almaya çalışır. Tezlerinin kökenini onların fikirlerine, metinlerine dayandırır. Küçük, Marx ve Lenin’e reddiye verebiliyor. Onun gibi bir rahatsızdan Türk aydınının tarihini okumak gayet keyifli.

Diğer yandan, okumakta olduğum ikinci metin sayesinde Küçük’te eksikliğini ciddi şekilde fark ettiğim bir noktaya dikkat çekmek isterim: toplumsal mülkiyet ilişkilerine yeterince önem vermediğini düşünüyorum. Feodal dönemden fordist veya neoliberal kapitalist döneme atlamalar yaparak aradaki devamlılıkları işaret edebiliyor ama değişen yapıyı göstermede eksik kalıyor gibi. Örneğin yeniçerileri bir sermaye örgütü olarak gösteriyor, buradan da aydınlar ve gericilikle olan ilişkisini irdeliyor. Gayet güzel. Ancak esas önemli nokta olan sermayenin niteliğine değinmiyor, en azından okumakta olduğum kısma kadar böyle bir şey görmedim.

Ne demek istediğimi daha net aktarayım. Söylediklerimi detaylandırmak için ciddi bir tarih çalışmasına girişmek gerekecek ama bunu bir deneme çerçevesinde basitçe özetlemeye çalışacağım. 19. yüzyıl başında Yeniçeriler, devletten aldıkları ulufelerle ve askerlik dışında yaptıkları mesleklerden edindikleri gelirlerle geçiniyorlar. Mesleklerde lonca sistemi var. Yani serbest piyasaya tabi değil. Ulufeler ise devlet gelirlerinden elde ediliyor. Yani Yeniçerilerin gelirleri kapitalist anlamıyla piyasaya bağımlı değil. Daha da basitçe, yeniçeriler kapitalist bir aktör değil. Yani daha fazla kâr elde etmek için verimliliği arttırmak, elde ettikleri kârı da tekrar üretim araçlarını geliştirmek için kullanmak zorunda değiller. Zaten gelirleri, siyasi ve aynı anlama gelmek üzere askeri güçlerine bağlı. Küçük’ün ve hemen her tarih çalışmasının gösterdiği üzere, Yeniçeriler askeri anlamda güçlü oldukları sürece gelirlerini korudular. Güçlerini kaybettikleri anda yok oldular. Yani mantıken de gelirlerini korumak ve hatta arttırmak için üretim araçlarına değil, askeri güçlerini arttırmaya yatırım yapmaları gerekliydi. Kapitalizm öncesi üretim biçimlerinde, özellikle feodal lordlarda gördüğümüz bir sistem bu. Şimdi bu kısa özetten sonra, Yeniçerileri “sermaye” olarak adlandırıp bunu da Cumhuriyet döneminin kapitalist sermayedarı ile bir tutmak bizi büyük yanılgılara götürür diyebilirim. Henüz kitabı bitirmedim. Umarım Küçük bu noktalara dikkat etmiştir ama okuduğum kadarıyla pek de dikkat edecekmiş gibi gözükmüyor. Zaten Tenkit kitabında da gördüğüm oydu. Küçük garip bir şekilde fazla “Türk siyasal yaşamı” kitapları misali siyaset odaklı yazıyor. Tezleri özgün ama analiz düzeyi Marksist bir iktisat profesöründen beklenmeyecek kadar ana akım siyasi tarih düzeyinde.

Eleştirimi bitirirken yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için şunu da eklemeliyim: Küçük’ün en sevdiğim yönlerinden biri de araştırma nesnesine olan eleştirel yaklaşımı. Güncel tartışmalardan ve Twitter çukurundan zehirlenmiş zihinlerimiz, ya hep ya hiç mantığı ile çalışmaya alışmış durumda çünkü aksi takdirde cımbızlanma ihtimalin olduğunu biliyorsun. Küçük, söverken seviyor, severken dövüyor. Topyekün bir reddiye veya sahipleniş olmadığını görüyoruz çoğu konuda. Bu eleştirel tutum çok ama çok kıymetli. Ben de bu dengeyi tutturmaya çalışıyorum.

“SOSYAL BİLİMLER: ŞİFA NİYETİNE”

Yukarıda adını anmadan geçtiğim ikinci metne geçme zamanı. Küçük’ün analiz düzeyindeki problemleri fark etmemi sağlayan isim: Robert Brenner. Metinleri tarihe ve topluma yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor. “Sosyal bilim işte böyle olmalı” diyorum her sayfasında. Sweezy, Wallerstein ve Andre Gunder Frank eleştirisi olmakla birlikte kapitalizmin ne olduğu ve nasıl doğduğu üzerine son derece kıymetli görüşler ortaya koyan “The origins of capitalist development: a critique of neo-Smithian Marxism” makalesini okuyorum. Türkçesi yok. Yoğun bir metin. Ne yalan söyleyeyim, iş yerinde fırsat buldukça bilgisayardan okuyorum usul usul. Sermayeden çalınan en güzel zaman. İngilizce okuma pratiğini de geliştirmiş oluyorum. Şifa niyetine. Metni anlatmaya çalışmayacağım. Kapitalizmin ne olduğu ve nasıl doğduğu konusuna meraklıysanız varacağınız yer Brenner’ın çalışmaları olacaktır.

“KEMAL TAHİR VE YAŞAR KEMAL: HENÜZ ERKEN”

Son olarak da edebiyat. Önemli gördüğüm şeyleri okumayı ertelerim. Siz yapmayın. Tek seferde söyleyeyim: Bu yaşıma kadar İnce Memed serisini okumadım. Evet, yeni başladım. 1957 yılında Kemal Tahir, Rahmet Yolları Kesti kitabını yayımlıyor. Eşkıyalık karşıtı bir kitap. Edebi değeri yok. Temel tezi de girişindeki alıntı ile özetlenebilir: “Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum, -ruhunda artakalmış barbarlık duygusunun da baskısıyla soyguncularına karşı hayranlık duyar.” Anlayacağınız üzere bu kitap, 1955 yılında yayımlanmış olan İnce Memed kitabının anti tezidir. Kitaplar kendi aralarında devlet, toplum, sol, köylülük ve eşkıyalık üzerine konuşur. Rahmet Yolları Kesti’yi geçtiğimiz aylarda okumuştum. Şimdi, uzun süredir ertelediğim İnce Memed’e geldi sıra. Şu sıralar kafam çalışır gibi hissettiğim ve didaktik eserlerden keyif aldığım için pek zaman ayıramıyorum bu kitaba. Çoğunlukla yatmadan önce bir bölüm okuyorum. Henüz iyi veya kötü bir eleştiri yapmak için erken.

Kitap okumak, bir anlığına da olsa yazarın düşüncelerinin kendi beynimizde yankılanmasına izin vermektir. Put kırmayı seviyorum. Hele Yalçın Küçük, bayılıyor. Onun metinleriyle fazla içli dışlı olduğum şu devirde, Küçük’ün kendisi dahil, her metnin tepesinde bir kılıç sallanıyor. Bakalım Yaşar Kemal bundan nasibini alacak mı? Ben de merak ediyorum.

Etiketlendi: