Paradigmalar Değişirken Nasıl Bakmalıyız? – Burak DEMİR

Zeybekler; ayan, eşraf ve devlet görevlilerinin zulmünden, soygunlarından ve adaletsizliklerinden şikâyetçidir. Sultan Abdülhamid, zeybekleri sistemin içine çekmek ister. Ancak harp gündemi nedeniyle, af karşılığında cepheye gitme uygulaması devreye girer. Ekonomik sorunlar çözülemez; konaklar yakılır, beyler öldürülür. Siz vali olarak yakaladığınız zeybekleri meydanlarda asar, zeybek mezarlıklarını yok etme emri verirsiniz. Zeybeklerin öldürdüğü kişilerin anısına meydanlara anıtlar diktirirsiniz. Burak Demir En son söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekir. Türkiye’nin politik anlatısında, Türkiye Cumhuriyeti genellikle “imparatorluk bakiyesi” olarak tanımlanır. Kulağa hoş gelen bu ifade, aslında eski tip, geniş coğrafyaya yayılmış bir imparatorluk algısını taşır. Ancak bu tanımın altında, modern Türkiye’nin geçirdiği sancılı dönüşümler ve çelişkiler gizlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigması, Tanzimat’tan Islahat’a, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan uzun bir sürecin ürünü olarak şekillendi. Bu süreçte Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte tasfiye edilen etnik unsurlar, Aşkale sürgünleri ve 6-7 Eylül olaylarıyla son noktasına ulaştı. Ekonomik ve hukuksal olarak da çok başlı, ikircikli bir yönetim anlayışından, daha merkezi ve […]

Paradigmalar Değişirken Nasıl Bakmalıyız? – Burak DEMİR

Zeybekler; ayan, eşraf ve devlet görevlilerinin zulmünden, soygunlarından ve adaletsizliklerinden şikâyetçidir. Sultan Abdülhamid, zeybekleri sistemin içine çekmek ister. Ancak harp gündemi nedeniyle, af karşılığında cepheye gitme uygulaması devreye girer. Ekonomik sorunlar çözülemez; konaklar yakılır, beyler öldürülür. Siz vali olarak yakaladığınız zeybekleri meydanlarda asar, zeybek mezarlıklarını yok etme emri verirsiniz. Zeybeklerin öldürdüğü kişilerin anısına meydanlara anıtlar diktirirsiniz.

Burak Demir

En son söylenmesi gerekeni en başta söylemek gerekir.
Türkiye’nin politik anlatısında, Türkiye Cumhuriyeti genellikle “imparatorluk bakiyesi” olarak tanımlanır. Kulağa hoş gelen bu ifade, aslında eski tip, geniş coğrafyaya yayılmış bir imparatorluk algısını taşır. Ancak bu tanımın altında, modern Türkiye’nin geçirdiği sancılı dönüşümler ve çelişkiler gizlidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigması, Tanzimat’tan Islahat’a, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan uzun bir sürecin ürünü olarak şekillendi. Bu süreçte Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte tasfiye edilen etnik unsurlar, Aşkale sürgünleri ve 6-7 Eylül olaylarıyla son noktasına ulaştı.
Ekonomik ve hukuksal olarak da çok başlı, ikircikli bir yönetim anlayışından, daha merkezi ve tekçi bir yapıya evrildi.

Hem iç hem de dış dinamiklerin etkisiyle, Cumhuriyet’in kurucu medeniyet düşüncesi, 2016 sonrası AK Parti döneminde yeni bir revizyona uğradı. Eğer varsa, devlet aklı da bu süreçte güncellendi. Yeni olan, eskiyi tasfiye ederken; milletin hafızasında, eskiyi farklı sembollerle yeniden üreten bir toplumsal bellek devreye girdi.
Devletin bölgesel hakimiyet alanı genişlerken, bu genişleme süreci yeni semboller ve yeni siyasal aktörlerle inşa edilmeye başlandı. Bu siyasal yapı, erken Cumhuriyet’in “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” politikasını; büyük güçler karşısında bir savunma refleksi olarak gördü. Hatay’ın katılımı, Kıbrıs Harekâtı gibi hamleler, aslında bu geleneksel büyüme arzusunun izlerini taşıyordu.

1991’de SSCB’nin dağılması, hem içeride hem de bölgede faaliyet yürüten Kürt hareketiyle birlikte, Türkiye’nin güvenlik ve yayılma politikalarını doğrudan etkiledi. Suriye, Libya, Afrika ülkeleri ve Karabağ’da, yeni siyasal elitlerin ekonomik ve askeri yatırımları, bu yayılmacı eğilimi besledi.
1991’e kadar süren “kızıl korku” ve sosyalist eğilim taşıyan PKK tehdidi, 1960’larda “Küçük Amerika-Büyük Türkiye” söylemiyle başlayan süreci, 1990’larda “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Büyük Türkiye” hayaline taşıdı. AK Parti döneminde ise bu söylem, “Yeni Osmanlı” ve “Yeni Türkiye” kavramlarıyla yeniden anlam kazandı. 2016 sonrasında ise “Küçük Türkiye eski Türkiye’dir, Büyük Türkiye ise yeni Türkiye’dir” söylemi öne çıktı.

Birinci Cumhuriyet’in kuruluş kodlarını belirleyen temel faktörler; Yunan ve Ermeni unsurların tasfiyesi, Sovyet tehdidi ve Sevr korkusu oldu. Bu süreçte, İslam eksenli bir Türk-Kürt ittifakı, hem yerel hem de bölgesel düzeyde kurucu bir rol oynadı.
AK Parti’nin inşa ettiği yeni düzen ise, geç uluslaşma ve geç kapitalistleşme sürecinin tipik örneği oldu. Türk müteahhitlerin Afrika, Asya ve Balkanlar’daki faaliyetleri, kıyı turizminin İstanbul’un işgal yıllarını andıran bir yapıya dönüşmesi ve Irak Savaşı’yla birlikte Kuzey Irak’ta gelişen ekonomik, askeri ve siyasi ilişkiler bu sürecin yapı taşlarını oluşturdu.

Arap Baharı’yla birlikte, Yeni Osmanlı projesi Mursi’nin iktidara gelişiyle ivme kazansa da, Mursi’nin devrilmesi projeyi sekteye uğrattı. Ancak Türkiye, Suriye ve Libya’da doğrudan taraf olarak, bölgesel hakimiyet mücadelesini sürdürdü. İsrail’in Filistin özgürlük güçleriyle giriştiği alan savaşı ve İsrail’in genişleme politikası, bölgede yeni krizleri tetikledi. Türkiye, bu konuda oldukça dikkatli ve denge politikası güden bir pozisyon aldı.

Bölgesel güçler ve Türkiye açısından temel kriz şu soruda düğümleniyor:
Yeni kültür dairemizi nasıl inşa edeceğiz?
Ulus denilen sorunlu kavramı, nasıl bölgesel ve devrimci bir güce dönüştüreceğiz?

Türk ulusunu yeniden inşa etmeye dair atılacak her adım, özünde Kemalist bir çerçeve taşır. Bu da, Kemalist estetiğin yeni bir yorumudur. Dış zorlayıcı unsurlar olmasaydı, Tanzimat Fermanı ilan edilir miydi? 1821’de Yunanistan’ın bağımsızlığı, Osmanlı’yı radikal bir modernizasyon sürecine zorladı. Yurttaşlık kavramıyla inşa edilen yeni siyasal organizasyon, uluslaşma sürecinde “düşman” yaratmayı kaçınılmaz gördü. Oysa yeni ulus kavramımız, düşmansız ve devrimci olmak zorundadır.
Bugün de ufukta yeni dış zorlayıcı güçler belirmiş durumda. Bu nedenle tartışmaları sadece akademik veya resmi toplumsal sözleşmeler üzerinden değil; halkın anlayacağı ve benimseyeceği bir kültür dairesi inşa ederek yürütmek zorundayız.

Osmanlı tarihinde “Deli Petro” olarak bilinen Çar Petro(Muhteşem Petro, PeterThe Great), Osmanlı düzenini sarsarken yeni bir Rusya inşa sürecini başlattı.
Bugün ise minimalist Türkiye ile maksimalist Türkiye arasında süregiden bir kavga var. 2016’dan sonra bu kavgada maksimalist Türkiye ivme kazandı. Siyasi hayatımızda Enverizm ve Kemalizmin kesişim noktası Erdoğan oldu.
Ve nihayetinde:
Devrimin içinden karşı devrim çıktı.

“Paradigma nasıl değişir?” sorusuna açıklayıcı bir örnek : Zeybekler terörist mi?

17.yüzyılda, Ege kıyılarında konağı olan bir Osmanlı beyi olduğunuzu hayal edin. Tarıma dayalı ekonomi bozulmuştur. Ege bölgesinde, Osmanlı siyasal rejimiyle uyumlu olmaya gayret eden yerel beyler, Celali isyanlarını bastırmak için köylüler arasından silahlı insanlar yetiştirir. Ücretli askerler, kanun koruyucu ile kanunsuzluk arasında gidip gelmeye başlar. Ekonomik sıkıntıya düştüklerinde eşkıyalık yapan bu askerler, eşkıyalık suçuyla kimi zaman meydanlarda asılır. Kimi zaman da bir dağ pususunda yakalanır ve cesetleri ibret-i âlem olsun diye şehir merkezlerinde teşhir edilir. Çeteye yeni katılanlar ölüm cezası almasa da kürek, sürgün ve hapis cezalarına çarptırılır. Bir Osmanlı bürokratı olarak, ekonomik ve sosyal değişimlerin bir sonucu olarak, huzurlu bir yaşam arayanların bir umut ihtimali olarak eşkıyalığa yöneldiğine tanık olursunuz.

18.yüzyılda, patronaj sistemi ortadan kalkmış, eski bir ücretli asker olduğunuzu hayal edin. Geçiminizi kahvehanecilik yaparak sağlıyorsunuz. Manisa-İzmir ve Aydın hattında sizin gibi birçok insan kahvehane işletiyor ve günlük işlerle hayatını sürdürüyordur. Yolcular, yani müşterilerden yüksek ücret talep ettiğiniz için sürekli şikâyet ediliyorsunuz. Ancak yolların güvenli olmaması sebebiyle, geçiminizi sağlamak adına bu yüksek ücretleri almak zorundasınız. Yeniçerilerle aranız iyi olduğu için herhangi bir sorun yaşamıyorsunuz. Fakat 1826’da Yeniçeri Ocağı kapatılınca II. Mahmud sizi “haşarat” olarak tanımlayıp tüm mal varlığınıza el konulmasını emreder. Ve öyle de olur. Artık yeniden eşkıyasınız. Zeybek kıyafetleri yasaklanır. Dağa çıkmayan arkadaşlarınızın da artık devletle arası açılmıştır. Rusya ile harp çıkar, sizi askere almak için çözüm yolları aranır. Biraz uzlaşı sağlanır, ama sonrasında yine devletle aranız bozulur.

19.yüzyılda İzmir’de vali olduğunuzu hayal edin. Dünyadaki ekonomik sistem hızla değişmektedir. İzmir limanı, dünya ticareti açısından büyük önem kazanmıştır. Aydın demiryolu yapılmış, tüm tarım ürünleri İzmir limanına akmaktadır. Tarıma dayalı vergiler ve geçim sıkıntısı artarken, köylü gençler kurtuluşu zeybeklere katılmakta bulur. Zeybekler içinde lider konuma gelenlerin isimlerinin önüne veya sonuna “Efe” lakabı eklenir. Osmanlı Devleti artık yarı-sömürge durumundadır. Siz vali olarak halkınızdan çok, Avrupalı yatırımcıların çıkarlarını korursunuz. Köylüler arasında eşkıya olarak görülen zeybeklere destek giderek artar. Nüfuzlu ailelerin Avrupalı tüccarlarla arası iyidir; ancak köylülerin yaşamı her geçen gün daha da kötüleşir. Sultan Abdülhamid’den bir ferman gelir ve sizden zeybek sorununu çözmenizi ister. Ayrıca zeybeklerin neden eşkıya olduklarına dair bir rapor hazırlamanızı emreder. Hazırladığınız rapor şöyledir:
Zeybekler; ayan, eşraf ve devlet görevlilerinin zulmünden, soygunlarından ve adaletsizliklerinden şikâyetçidir. Sultan Abdülhamid, zeybekleri sistemin içine çekmek ister. Ancak harp gündemi nedeniyle, af karşılığında cepheye gitme uygulaması devreye girer. Ekonomik sorunlar çözülemez; konaklar yakılır, beyler öldürülür. Siz vali olarak yakaladığınız zeybekleri meydanlarda asar, zeybek mezarlıklarını yok etme emri verirsiniz. Zeybeklerin öldürdüğü kişilerin anısına meydanlara anıtlar diktirirsiniz.

20.yüzyılda, bir zeybek grubunun lideri, yani bir Efe olduğunuzu hayal edin. 1908’de Hürriyet ilan edilmiştir. Yeni siyasal yönetim, sizi ve diğer zeybekleri istibdat mağduru olarak tanımlar ve genel af çıkarır. Dağdan inip köyünüze dönmeniz için sürekli fermanlar yayımlanır. Ancak köyünüze döndüğünüzde düzenin hiç değişmediğini fark edersiniz. Hürriyet hâlâ köyünüze ulaşmamıştır. Bir süre sonra yeniden dağa çıkarsınız.1914’te Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Kısmi hâkimiyet kurduğunuz bölgelere işgalciler gelir. Yer yer onlarla çatışmalara girersiniz. Ankara’daki yeni yönetimle uyum içinde hareket etmeye özen gösterirsiniz. Ancak içinizden bazıları bu uyumu sağlayamaz ve “hain” ilan edilip idam edilir. Uyum sağlayanlar ise nihai zaferden sonra kahraman ilan edilir. Savaştan sonra köyünüze döndüğünüzde geçmişteki adli suçlarınızın üzeri örtülür ve yeni dönemin kurtuluş mitlerinden biri haline gelirsiniz.

Özetlemek gerekirse her yüzyıl kendi paradigmasını yaratır. Zeybekler açısından durum şöyledir;

17. yy Yerel düzeni koruyan silahlı köylüler – Devlete karşı eşkıya
18. yy Patronaj sistemi çökerken, eski düzenin askerleri – Zorunlu isyancılar
19. yy Modernleşen ekonominin dışladığı kesimler – Halk kahramanları
20. yy Ulusal Mücadele’de yerel direnişçiden milli kahramana dönüşüm


Zeybekler Terörist mi?

  1. a) Osmanlı açısından: Evet, çünkü merkezi otoriteye karşı gelen, vergi kaçıran, güvenlik sorununa yol açan “kanunsuz” gruplardır.
  2. b) Halk açısından: Hayır, çünkü köylüyü yerel beylerin, tefecilerin ve zulmün elinden kurtaran birer kahramandırlar.
  3. c) Cumhuriyet açısından: Hem evet hem hayır. Millî Mücadele’ye katılanlar kahraman, Cumhuriyet’e karşı çıkanlar isyancı olarak görülmüştür.
Benzer Yazılar

Marksizm ilhamlı Kemalizm: Hikmet Kıvılcımlı-Doğan Avcıoğlu’na dair-Türkiye Direniyor röportajı

Röportaj 1 hafta önce

Türkiye Direniyor oluşumuyla keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Türkiye Direniyor, Gezi olayları esnasında kurulan ve ülke gündemine dair Marksist-Leninist bir çerçeveden eleştiriler getiren oldukça özgün bir internet sitesi. Keyifli okumalar dileriz. 1- Bildiğim kadarıyla Türkiye Direniyor, Gezi eylemleri sürecinde kurulan bir oluşum. Bugün hala aktif. Peki o günden bugüne Türkiye Direniyor oluşumunun Türk siyasetinde nerede durduğunu ve ne yaptığını kısaca ifade edebilir misiniz? Evet doğru, Ankara – İstanbul – İzmir başta gelmek üzere Taksim-Gezi isyanımızın bir girişimi olarak doğdu Türkiye Direniyor ve bu girişimi belleklere kazımak için kurulan bir internet sitesi oldu. O süreçlerde demokratik kitle oluşumu biçiminde siteler vardı, Türkiye’de tartışma kültürünün sürmesinde ve bellek yaratılmasında bu tarz girişimlerin çok önemli olduğu bir dönemdi. Bundan dolayı benzer oluşumlar da önemliydi. Bununla birlikte algıların kısıtlandığı bir dönemde, tüm o oluşumlar gibi bizim de etki alanımız farklı yönlere kaydı. Tartışmalar yankı odalarına takılıp kaldı. Yine de dengeler değişiyor, sistematik okumalar tekrardan önem […]

Neoliberal sistemde kitap okuyan kaldı mı?

Kitap 3 hafta önce

Walter Benjamin, “Kitap okumak, yazarın zihninde bir yolculuğa çıkmaktır” der. Ancak bu yolculuk, neoliberalizmin hız ve tüketim odaklı dünyasında, yolculuktan ziyade varacağın yere adeta ışınlanmaya dönüşmüş durumda. Bugün, bir romanın satır aralarındaki şiirselliğini keşfetmek yerine, “52 haftada 52 kitap” tamamlamak bir övünç kaynağı haline geldi. Goodreads istatistiklerine göre, 2022’de bir kitabı bitirme süresi 2010’a kıyasla 5 gün kısaldı. Peki, bu hız yarışı bizi nereye götürüyor? Okumanın içsel değeri, niceliğin gölgesinde kaybolurken, entellektüel derinliğimiz de aynı hızla tükeniyor olabilir mi? Bu değişim, yalnızca okumanın derinliğini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştirel katılım ve kültürel zenginleşme için bir araç olma potansiyelini de zayıflatma tehlikesi taşıyor. Piyasalaşan Okumanın Anatomisi Neoliberalizmin rekabet ve verimlilik odaklı değerleri, okuma eylemini de dönüştürdü. Artık kitaplar, Goodreads istatistiklerinde yükselen çubuklar veya sosyal medyada paylaşılan kitap bitirme hedefleri kadar basit bir ölçüte indirgendi. Örneğin daha önce bahsettiğim “52 haftada 52 kitap” yarışmaları, okuyucuları kalın ciltler yerine kısa kitaplara yönlendiriyor. İstatistiksel […]

Hava Döndü Kanziden – Batur Kılıç

Yazılar 1 ay önce

Hava Döndü Kanziden! Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve yemin töreninde tekno-oligarkların verdiği fotoğraf Trump altın çağını özetliyordu. Yemin boyunca etrafta dolanan sosyal medya fenomenleri, oğlu Barron’un ikonik pozundan anlayacağımız üzere hem magazinsel olaylar ile sık sık karşılaşacağız hem de küresel sağın dijital saldırısının artarak devam edeceğine şahit olacağız. Artık X’te veya Facebook’ta isteseniz de istemeseniz de çılgın komplo teorisyeni Alex Jones içerikleri ve platformun sahibi Elon Musk’ın tweetleri sürekli karşınıza çıkıyor.  En komünist isimleri takip etseniz bile günün sonunda “tecavüzcü bir göçmen” ve “saldırgan bir göçmen” paylaşımlarının bombardımanına uğruyorsunuz, önceden şikayet edilen yankı odalarına şimdi hasret kalınacak. Trump Zaferi ve Dijital Sağ ABD’de kötü ekonomi yönetimi, halkın yoksullaşmasına karşılık yönetimin eylemsizliği, Biden bunaması derken Donald Trump yeniden seçildi. Sistem emekçilerin derdine derman olma konusunda o kadar başarısızdı ki  özellikle Latin kökenli olmak üzere göçmen işçiler arasında Trump’a oy verenler sayısında artışlar oldu. (Trump’ın Latinlere yönelik ‘tecavüzcü’ gibi ifadeleri hala […]

0 Yorum

Rastgele