Suyu Arayan Adam ya da İsmet Özel’i Anlama Kılavuzu

Bu yazı ilk olarak Suyu Arayan Adam (Su kelimesi bu yazıda hakikat anlamında gelmektedir) [1]  başlığında istiraki.org sitesinde 2018 yılında yayınlanmıştır.2024 yılı içerisinde yeniden düzenleme ekleme yapılma önerilerinin yanı sıra ünlü bir yazarımız tarafından başlık ve içerik olarak başka bir medyada kopya çekmesi de yeniden düzenleme hasıl oldu. Bununla birlikte ülkede son yıllarda İsmet Özel üzerine yüksek lisans ve doktora tezlerinin yazılması anlaşılma ve anlama gayesi taşıyanlar için önemlidir. ‘’Ne kadar kendi oldu insan, o kadar başka’’ Bir Yusuf Masalı I.EVRE UMUTLU BAŞLANGIÇ, KOMÜNİST ŞAİR İSMET İsmet Özel için değişim Şevket Süreyya Aydemir’in değişiminden farklı ancak o yolun yolcusudur. Bir kimlik arayışının, sancının, bağırmanın yahut yüksek sesle konuşmanın değil fısıltının şairidir. Kendini anlatırken başkalarında çoğalan bir yalnızlığın şairidir. İmgelerinde anne ve baba figürü hep bir otorite çağrıcısıdır. Travmalarının kaynağı şiirlerinde ve yazılarında hep bu döneme işaret ettiği başat olarak çocukluk dönemi referans alınmıştır. Sosyalist olduğu zamanda ricat ettiği dönemde de […]

Suyu Arayan Adam ya da İsmet Özel’i Anlama Kılavuzu

Bu yazı ilk olarak Suyu Arayan Adam (Su kelimesi bu yazıda hakikat anlamında gelmektedir) [1]  başlığında istiraki.org sitesinde 2018 yılında yayınlanmıştır.2024 yılı içerisinde yeniden düzenleme ekleme yapılma önerilerinin yanı sıra ünlü bir yazarımız tarafından başlık ve içerik olarak başka bir medyada kopya çekmesi de yeniden düzenleme hasıl oldu. Bununla birlikte ülkede son yıllarda İsmet Özel üzerine yüksek lisans ve doktora tezlerinin yazılması anlaşılma ve anlama gayesi taşıyanlar için önemlidir.

‘’Ne kadar kendi oldu insan, o kadar başka’’
Bir Yusuf Masalı

I.EVRE UMUTLU BAŞLANGIÇ, KOMÜNİST ŞAİR İSMET
İsmet Özel için değişim Şevket Süreyya Aydemir’in değişiminden farklı ancak o yolun yolcusudur. Bir kimlik arayışının, sancının, bağırmanın yahut yüksek sesle konuşmanın değil fısıltının şairidir. Kendini anlatırken başkalarında çoğalan bir yalnızlığın şairidir. İmgelerinde anne ve baba figürü hep bir otorite çağrıcısıdır. Travmalarının kaynağı şiirlerinde ve yazılarında hep bu döneme işaret ettiği başat olarak çocukluk dönemi referans alınmıştır. Sosyalist olduğu zamanda ricat ettiği dönemde de çocuk-baba kavramı yine vardır.

‘’ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü biz savaşmasak
anamın giydiği pazen
sofrada böldüğümüz somun
yani ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk yaralar halinde;
yayılırlar toprağa’’ [2]

İsmet Özel için solculuğu bir geçmiş değerlendirmesinde şöyle tanımlar ; ‘‘ Türkiye’de sol düşünceler ve sosyalizan tezler iki yüz yıllık batılılaşma vicdan azabı olarak yaygınlık kazanıyor’’ kendi dönemi içinde sol hareket tanımlaması milliyetçi ve yurtsever çizgide iken bunu ispatlamak için sol sloganlar içinde milli menfaat ve yabancı aleyhtarlığını işaret ediyor. Kişisel örgütlü solcu olması ise Ataol Behramoğlu’nun neden partiye üye olmuyorsun İsmet? sorusu üzerine oluyor. Türkiye İşçi Partisi kendi yeni kurulma süreci yaşarken az insanlı ve çok işli bir partidir. Özel’in parti üyeliğinin bir başka özelliği ise Fikir Kulüpleri Federasyonu yönetimi içinde partiye üye olan öncü gençlerden biridir. Bugün bahsedilmese de siyasi hareket olarak hala var olan Fikir Kulüpleri Federasyonun marşını yazan yine İsmet Özeldir. Şairdir, şiiri ve kelimeleri yüceltir. Ancak ‘‘komünist’’ kelimesi üzerinden insanların yargılanmaya başlandığı dönemde, devlet eliyle herkesin tehdit edildiği dönemde sosyalist partiye üye olmayı bir araç olarak görür. Geceleyin Bir Koşu şiirinde bahsettiği imge güvensiz ve yalın kılıç biridir ve karanlığa doğru koşmaktadır. Sosyalist hareket içinde herkesin birbirine benzediği bir süreçle birlikte , silahlı mücadele, illegalite kavramların yaygınlık kazanması İsmet Özel’in yalnızlaşmasını sağlamaktadır. Şiirinde geçen ifadesiyle cebindeki adreslerden umut kalmamıştır. Aktif olarak bir dönem katıldığı Dönüşüm Dergisi militan satışlardan başlayarak siyasal yürüyüşler, grevler, eylemler vs. hep portreler çıkarmıştır. Bu dönemde İsmet Özel çevresini görsel olarak anlıyor. Görselliklerden imgeler çıkarıyor.

‘‘çünkü kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım, kollarında Parti pazubentleri
dik başlar, erkek haykırışlarla
göndere, en yukarlara çekiyorlar’’.

Evet İsyan şiiri.

‘‘anladım neden yorgunluk
gülümserlik getiriyor insana
hayatın bana başat
bana avrat oluşunu öğrendim
işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi
on beşinde bir arkadaş
inancını savunurken yargıca
anladı bulana durula akmakta olan şeyi’

Aynı Adam şiiri.

II. HÜZÜNLÜ BAŞLANGIÇ, DÖNÜŞÜM VE İSLAMCI İSMET
Sosyalist düşüncenin ülkeye kök salması ile birlikte üniversite yıllarında solculaşmış bir kişi olarak başlayan siyasi macera, sol hareketin ülkede egemen bir güç olmasıyla birlikte yolunu ayırıyor. İlk yıllarında bastığı kitaptan elde edilen geliri, üyesi olduğu Türkiye İşçi Partisine (TİP) armağan eden kişi 1972 Darbesi ile birlikte arkadaşlarının ve inandığı dava arkadaşlarından beklediği direnci görememesi onun ilk güvensiz kaynağı oldu. 1974 yılında Diriliş Dergisinde ‘’Amentü’’ şiiri ilan edene kadar sol ile arası mesafeli bir kişi olarak kaldı.
Amentü şiiri artık onun yeni bir dönüm noktası olmuştu. İlerleyen yıllarda dahi yazdığı şiirlerde tam olarak sol kültür etkisinden kurtulması 1989 Berlin Duvarının yıkılışına kadar sürdü.

‘’Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.’’

Yazı ve şiirlerinde iki farklı İsmet Özel olduğu tespiti oldukça gerçekçi çünkü şiirlerinde Allah dışında bir otorite kabul etmeyen biri varken yazılarında ise alçakgönüllü olmayı alçaklık kabul eden yüksek egolu biri var. İki ürün arasında ki ortak nokta ise Allah’ın var olduğu yerde yalnızlık duygusundan arınmanın bir ibadet olduğudur. Eşref-i Mahlukat yani o artık yaratılmışların en şereflisi olmayı kavradıktan sonra yalnızlık sadece anlamsız bir sözcüktür. Çünkü su artık Hu’dur. Kendini arayan bir insan olarak şair, sol hareketin içinden İslami hareket içine gitmişti. ‘’West Indies ,Kızıl Elma, İtaki, Maçin’’ olarak başlayan ’’ Mataramda Tuzlu Su ’’ şiiri Kübalı komünist şair Nicolas Guillen’in West İndies Ltd. eserine bir gönderme olarak duruyor. 1981 yılında yazdığı ‘’Ils Sont Eux’’ şiiri ise ;
‘’Ağır ceza reisi duruşmaya girerken
safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin
Fransız ihtilalelinden kalma.
Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin
garip bir tarafı var
kaşlarını çatınca bir çocukluk
dolduruyor yüzünü
ürkünç bir uğursuzluk gülümsediği sıra.’’ Diye başlıyor. Şiirin bitiş cümlesi hariç her şey bir sol hareket esintiliyken son kısmında ‘’ la havle ve la kuvvete illa billah.’’ ile bitirip ilginç bir şaşırtma yöntemini kullanıyor.
İsmet Özel ricat ilan edişinden 1989 yılına kadar yazdığı eserlerde hep hayalini kurduğu mistik estetik eser üretmekten oldukça uzaktır. O şiir yazdıkça doğal olarak sola kayıyordu. Bu açığı düz yazı ile kapatmaya çalıştığı tespitini yaparsak pek yanılmış olmayız.
1986 yılı itibariyle yayımladığı ‘’Faydasız Yazılar’’ adlı eser düşünceleri ile yazdıkları arasındaki açığı kapatmaya çalışan, kendini bulmaya çalışan bir adamın düşün ürünlerinin ifadesidir. Eserin önsözünde ; ‘’Çünkü ideolojiler müşterek bir aldanış olmaksızın ayakta duramazlar, düşünce ise müşterek bir aydınlanmayı gözetir. Ben, işrakın iştirakte bulunabileceğine inanan bir mesleğe mensubum. Paylaşılamayan gerçeğin kendi başına ne büyük önemi, ne çok değeri olursa olsun insana, insan oluşa uzak kalacağına inanırım. ‘’ der. Bu kısım bana 1972 tarihli ‘’Kanla Kirlenmiş Evrak’’ şiirini hatırlatır.

‘’Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.’
…..
‘’Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.’’

12 Mart 1972 darbesinin ardından onun hayatı için artık karanlık sözler başlamıştır. Çünkü tanış olduğu herkes bir umutsuzluk kapısıdır. Yorgundur, çünkü anlama ve değiştirme iradesiyle geçirdiği vakit artık onun canını sıkmaktadır. Ve her sorduğu soruya verilen cevap onu rahatsız etmektedir. Böyle bir psikolojiden yıllar sonra’’ Faydasız Yazılar ‘’çıkacaktır.
‘’Sekinetten* çok, meskenete* benzeyen bir durgunluk. Sönmüş bir yanardağ mı, herhangi bir kaya parçası mı, bilemiyorum. Ayırıcı vasfı: müeddep* olmak. Özel, 12 Mart öncesinin şımartılmış bir şairi, eski bir Marksist. Marksizm’den İslamiyet’e atlamış. Entelektüel bir tecessüs mü, dar bir dünyadan, müphem, hudutları meçhul ufuklara taşmak ihtiyacından mı, bilmiyorum. İbn Haldun konferansımı dinlemek için Ankara’dan İstanbul’a geldi. Kısa sürdünhalayımız. Bir miktar sekreterliğimi yaptı. Alienation üzerine yazıları çıkıyordu. Spekülasyonlarına muhteva Uzandırmak için Calvez’yi okuttum. Anlamıyordu. Hayli tercümeler yaptım. Tape edecekti, isteksizliği yüzünden Calvez’yi bıraktık. Belki daha cazip gelir diye Lamennais’yi çıkardım sahneye. İki üç seans dayandı. Aramızda buzlar vardı. Eski şair, mutlak hakikati bulmuştu. Ben, arayış içinde idim. Bununla beraber oldukça müsamahakâr davrandı. Yeni Devir’de iki yazısına konu oldum. Sonra, geldiği gibi kayboldu. Hayal kırıklığına mı uğramıştı, bilmiyorum. Siyasal Bilgiler’den Dil-Tarih’in Fransız Filolojisi bölümüne geçen Özel, her iki dünyaya da yabancı kalmıştı. Bir zaman aynı otobüste yolculuk ettik. Tanışmak için ciddi bir emek harcadığımızı söyleyemem. Sonra Yeni Devir’den ayrıldı, üç beş arkadaşı ile Yeryüzü Yayınları’nı kurdular. Şimdi Devlet Konservatuvarı’nda Fransızca hocalığı yapıyormuş. Rimbaud’umuzu nasıl bir istikbal bekliyor, kestiremem. Türkçesi cılız, bodur ve musikisiz. Fransızcayı ancak tefeül yolu ile sökmektedir. Sol, Nazım’a rakip diye alkışladığı Eskişehir’in bu kabiliyetli delikanlısını çoktan unuttu. Sağ, hiçbir zaman benimsemedi. Bu sağır kubbelerde hoş bir seda bırakabilecek mi? Wait and see. ‘’ [3]
Cemil Meriç’in yanıldığıdır. Çünkü bu sağır kubbelerde hoş bir seda bırakmayı aslında 1981 yılında başarmıştır. Ancak Cemil Meriç bunu tam olarak görememiştir. İdeolojik olarak sağ ve sol diye ayırdığımızda iki tarafında fısıltılı şekilde okuduğu ve söylediği bir şair olmayı başardı.

 

Yılmaz Güney yatağında İsmet Özel’in Evet İsyan kitabını okuyor.

Aslında her iki akımda İsmet Özel’i olduğu yerden görmek istedi. Solcu biri için Evet İsyan kitabı, İslamcı biri için belki Bir Yusuf Masalı yahut Cuma Mektuplarını gördü. O ise hep Waldo Sen Nereden Burada Değilsin [4]  diye sordu. Onun sorması merhamettendi. Kendince hep mazlumun, önemsizin şairiydi diğer yandan hayat ona hep başkaları ile başladı. Sebeb-i Telif şiiri onun yaşamının bir özeleştirisidir aslında ‘’Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız’’ diye başlayan şiir dörtlüklerinin sahibiydi. Şiirin sonu ise ;
‘’Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek
hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım. ‘’ diye bitiriyor.

Başkalarıyla başlayan bir hayattan artık kendini öne çıkaran bir eleştiri sunuyor. 16 yıllık bir şiir suskunluğunun ardından Bir Yusuf Masalı ile yeniden serüvenciliğe başlıyor. Destansı bir hava, klasik bir sesleniş ile başlayıp daha çok anlatıma önem veren yedi bab’tan oluşan bir eser üretiyor. Üçüncü Bab ‘’Şivekar’ın Yolculuğudur’’ eskilerden iz süren, alemin iç yüzünden içimize yansıyan tasarıyı izleyen bir hal sunuyor bize ve ardından ;
‘’şivekar bizden biri
yola çıktı yolu bilmeden
arıyor bir hedef gözüne kestirmeden
aradığı ne sevgili, ne efendi, ne sultan
özünü harekete geçiren onun kanını kaynatan candır düpedüz kendi canı.
yol canlılıkla mukayyet
gitti deriz
ölenler için
yalnız yaşayanların işidir
yola çıkmak, yolu katetmek.’’ Ne efendi, ne sevgili arayan adam yaşadığı belli etmek için yola çıkmayı göze alıyor. Bir yapı ustası gibi gördüğü soruları şiirin sonuna doğru cevap vermeye çalışır;
‘’bunun bir son kertesi vardır
binlerce yıl iki insandan çok azı
son kerteyi birlikte tanımıştır
süra üfürülürken, çan çalınırken, ölü gömülürken
iki insan tahsil eder zamanı
en doğrusu son kertede iki insan
vakitsiz okunmuş bir ezandır
yusuf ile şivekar
vakitsiz okundular
çünkü zaman
iki insan
ya da
hiç. ‘’
Bir Yusuf Masalı, ‘’Suyun Sızladığıdır’’ adlı Yedinci Bab ile sükut bulur. Bu son iki dize de İsmet Özel , kendine yeniden yabancıdır ve sızlar çünkü HU olduğundan uzaktır.
” sızıyı gideren su
suyun sızladığını kimseler bilmez.”

III. EVRE İSMET ÖZEL- KALIN TÜRK İÇİN BAKANLAR VE GÖRENLER*
İsmet Özel, İslamcı kesimle ayrılık serüvenini 4 Ağustos 2003 tarihli ‘’ Bir Zamanlar İsmet Özel Vardı’’ adlı yazısıyla duyurdu. Şöyle dedi ; ‘’ İçinde yaşadığımız çağ İslam’ı arayanların ancak kitaplarda Müslümanları arayanların ise mezarlıklarda bulabildiği bir çağdır’’ sonra ise yazıyı şöyle bitiriyor; ‘’ en iyisi bir başkasının terbiyesi altında olmayanın terbiyesi altına girmektir. demek ki kültürün kökeni bizi ilk elden ilgilendirir. buradan kalkarak aldığımız terbiyenin Türklüğümüzün derecesini de belli ettiğinin farkına varırız. Türkiye’de yaşayanların ne kadarı Türktür ? siz bu soru üzerine düşüne durun. Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum başka yere gidiyorum.”
Bir ömrün üçüncü baharını böyle ilan etti. Hep değişiminin ipuçlarını sundu. Sonradan fark ettik. ‘’60 sene yaşadım bir anım bile yok ‘’ diye başladığı ‘’Otoyoldaki Kavşakta Kavrulmuş Ruh Satıcısı’’ şiirinden tutun, ‘’Kaçmak İsterken Vuruldu’’ şiirine kadar hep çeşitli ipuçlarıyla manifestosunu ilan etti. Aktüel bir hayatın getirdiği sıkıntılar insanın kendi arayışının işaret fişeklerini atıyor. Belki en zor soru ‘’insan neden kaçmak ister?’’ verdiğimiz her cevap kendimizi koymadığımız sürece eksik kalacaktır. İki yazarın ve kendiliğimiz buluşmadığı sürece anlamlı olmuyor, görünen her sır. İki yazar hayat hikayeleri üzerinden kıyas edildiğinde ortaya çıkan tablo, hep bir arayış görmek oluyor. Çünkü onlar nerede değilse orada mutlu olmaya şart arıyor. Sorumuz ve sorunumuz bir insan sorunu değildir. Çünkü en sakinimizi çıldırtmaya meyletmiş bu çağ, anlamadığını mahkûm etmeye malul oldu. Bir zamanların Nazım’dan sonraki son süvari yeniden azınlıktır. Artık celladımıza gülümseyebiliriz;
’Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz ‘’

Tarihsel çerçeve olarak 1991 yılı Sovyetler Birliğinin dağıldığı, sosyalist hareketlerin tüm dünyada ricat ettiği bir dönemdir. Koalisyonlu Türkiye efendileri ise yeni dünya düzeninde yerini almak istemektedir. Bir slogan uydurdular ‘‘Adriyatik’ten Çin Denize Türk Dünyası’’ lakin Sovyetler sonrası yeni dünya düzeni ideologları yeni kavram setleri üretti veya yaygınlaştırdı. Samuel Huntington’ın, Medeniyetler Çatışması kitabı 1990-2003 yılları arasında ülkemizde hayli basıldı ve tartışıldı. İsmet Özel, 1993 yılında İzmir konuşmasında bu kitaba Kalın Türk başlığında bir cevap verecektir. Kalın Türklük bir bilinç meselesidir. Varoluşunu koruyacak olan kalınlıktır. Kafir(Batılılık, kapitalizm, emperyalizm vs.) düzenle kavga etmeye Türk denmez minvalinde sözün kaynağı yine buradadır. Türk olmak kalın olmak ise yani bir bilinç olarak ince olmayı reddetmek gerekmektedir. Bu yüzden Gökalp, Kemalizm, Akçura milliyetçiliği Batıyla uzlaşma temelinde olduğu incedir. İsmet Özel’in kendi hayatı içinde özeleştiri olarak sunabildiği davranışlar belki biraz daha açıklayıcı olacaktır. ‘‘Çocukluğum boyunca sahteliğin acısını tattım. Okullar, resmi daireler, kimbilir kaç gömlek aşağıdan frenk taklidi tavırlar benim için meşru mekanlardır. … buralarda üstünlüklerine dayanak arıyorlardı. Örnekse, hiç yerli film seyretmemek, alt yazılı harcıalem yabancı filmlerden tat almayı marifet saymak gibi’’ [5] Frenk- Gavur veya Kafire benzemek İsmet Özel’in bir dönem geçmiş ince Türklüğüdür.
Sonuç olarak tanımladığımızın İsmet Özel’in üçüncü evresi aslında İslamcılık dairesi içinden çıkıp kendi kavram setlerini oluşturmaya başladığı döneme tekabül etmektedir. İsmet Özel yeni bir Türk kavramı icat etmektedir. Felsefe olarak Türk’ün ortaya çıkması 1071 ile Bizans Anadolu’suna yerleşen Türklerin bir kimlik ve başkaldırı hareketi olarak İstanbul’u fethetmesiyle birlikte Batı’nın cevabı Kapitalizm ve Medeniyet kavramlarını icat etme süreci olmuştur. Türk’ün millet olarak ortaya çıktığı tarihsel durumlar vardır. Bunlardan biri İsmet Özel’e göre Haçova Muharebesinde ordunun dağılmasıyla birlikte cephe gerisinde görev yapanların ( aşçı, oduncu, çadırcı vs.) savaşa katılması ve zafer kazanılmasıdır. Devletin düştüğü aciz durumdan millet onu kurtarmıştır. Yine benzer bir süreç ise İstiklal Savaşı döneminde ortaya çıkmıştır. Form olarak devlet ve kararları artık yeterince uygulanmaz olmuştur. Devlet içinde siyasal elitler genel eğilim olarak teslim çizgisinde yer alırken yüzyıllardır her savaştan mağlup çıkan kurak araziler üstündeki Türkler, yurduna sahip çıkmıştır.

İsmet Özel için modern olmak onun için bir küfür düzenidir. Modernlik-Batı Medeniyetinin geçmiş medeniyetlerden en temel farkı belirli bir sınırı olmamasıdır. Modern sisteme entegrasyon sağlama süreci içinde tüm ülkelerin içindeki yerel işbirlikçiler ve modern küfür sistemi savunucuları açısından en büyük günah başka bir yol deneme arzusu ve isteğidir. Batılıların gittiği yolu gitmek yerine başka bir yol deneme isteği, Batının ve yerli işbirlikçilerin en büyük korkusudur. İsmet Özel, İslam medeniyeti bu kavramların toplamıdır (Türk+ Kur’an+ Sünnet= İslam Medeniyeti) [6]. Güncel politik düşünülmesi gereken belirli siyasi hareketler yeni uygarlık hareketleri aramaktadır. Ancak batılı anlamda medeniyet kavramının insanların ortak parlak geleceği(optismisme), insanlığın izleyeceği tek yol(universalisme), yaratmak ve yaymak(ethnocentrisme) gibi kavram setleri günümüzde kültür adı altında propaganda edilmektedir. [7] Bu duruma İsmet Özel, İbn-i Haldun’dan not düşerek medeniyet kavramının sömürü ve sınıflaşma özelliği söyler. [8] İsmet Özel için medeniyet kavramı yine bir olgunluk derecesi olarak tanımlanır. Allah’ın çizdiği sınırlar içinde kalmak bir olgunluk (insan-ı kâmil) [9] , Allah’ın ona verdiği tanımı kabul etmesi ise kişiyi Müslüman yapar. İslamin mücadelesi ise kendi üzerinde Allah’tan başka bir otorite kabul etmeme durumudur. [10] İçinde ütopyalar taşıyan insanlar için hakikat ve yol arayışı süreklilik sağlamaktadır.
İnsanlığın varoluşundan beri düşmanı olan ‘’zaman‘’ kavramı bizim biricik celladımızdır. Onunla ve ona rağmen yaptığımız her şey bize bir gün sonu raporu gibi önümüze çıkıyor. Çünkü bir bebekten katil yaratan bu karanlık zaman, bizden hüviyetimizi çalıyor. Biz yani ben ve sen, hayatın tüm rollerine karşı üçüncü tekil şahıs gözüyle bakarak anlamlı hale getirmeye çalışıp fena halde yanılıyoruz. Sen kimsin? Sorusuna vereceğimiz cevap basit bir polis çevirmesi değildir, kimliğimizi uzatıp kurtulabileceğimiz. O halde – lütfen verin eski yanlışlarınızı, pişmanım dediğiniz şeyleri- çünkü onlar kısa insan ömründe beni biz yapmıştır. Her şeye rağmen artık yeniden celladımıza gülümseyebiliriz.

 

Dipnotlar:

[1]  Şevket Süreyya Aydemir’in otobiyografik bir romanı olan ‘’Suyu Arayan Adam’’  adlı eseri ilham kaynağım oldu. Bu inceleme kendime olan samimi bir itiraf olarak görülebilir. Çünkü insan mukayese ettikleri arasında kendine dair izler bulur, bende kendime ait izler buldum ve hikaye böylece başlamış oldu . Çünkü insanın  bir şair ve yazara ‘’deli’’ demekten öte farklı bir eleştirisi olmalı. İnsanın görmesi onu anlamlı kılıyor.  Şevket Süreyya Aydemir ve İsmet Özel  birbirine yakın olduğu kadar da uzak zaman dilimleri arasında yaşamış ve yaşayan iki muhayyil ve muharrir. Her ikisinin ömür hikayesine tam üç farklı insan hayatı sığar. Ancak onlar üç farklı kişiyi tek bir ömürde birleştirmeyi tercih etti.  Geldikleri ve gidecekleri yerler farklı olsa da ortak noktaları hep bir arayışın insanları olmasıdır.

Suyu Arayan Adam romanı Sri Ramakrisha[1] aktarımı ile başlıyor; ‘’ Bir adam vardı. Suyu arıyordu. Toprağı üç kulaç, beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı. On kulaç , on beş kulaç kazdı. Suyu bulamadı. Sonra yerin derinliklerinde  kara kaya tabakalarına rastladı. Yeise düştü, gücü sona erdi ve suyu bulmaktan ümidi kesti. Fakat bir ses ona : -Daha derinlere, daha derinlere! Dedi. Daha derinlere indi ve suyu buldu.’’   Hayatı bir yolculuk olarak ele aldığımızda her zaman başladığımız yerde olmayabiliriz. Şevket Süreyya Aydemir kendini ‘’aşkını, ülküsüne feda eden, bunun için Türkistan’a varmak isteyen biri..’’[1] olarak tanımlıyor. Turan’a ulaşmak için kendini Enver Paşa komutasında Sarıkamış Harekatında kendini bulur ve fakat  tarihi faciadan sonra tekrar yola düşüp bu kez Bakü’ye öğretmen olarak gider. Ama artık devir değişmiştir; Çarlık yıkılmış ve Bolşevikler kendi rejimi kurmak için mücadeleye başlamıştır.  Turan halklarını birleştirmenin imkansızlığı fark edip yeni bir yolculuğa başlıyor ‘’ … fakat zaman ilerledikçe bu inançlarımın zayıfladığı yahut hiç değilse sarsıntılar geçirmeye başladığımı hissediyorum… ‘’[1]  Ardından komünist olup Moskova’da Doğu Halkları Üniversitesinde eğitim alıp zamanla ülkesine dönmenin yollarını aramaktadır.  Sovyet Rusya’da geçirdiği yıllar boyunca  yeni rejimin yerleşme sancılarını, Stalin dönemi ile birlikte yeni rejimin kalıcılaşma halini görüyor. Belki gizli bir ürküntü ile yine gizli bir Türkiye Komünist Partisi üyesi olarak gemi ile İstanbul’a gelir ama geldiği şehrin eski İstanbul olmadığının farkına varır. O yola çıktığında  arkasında parçalanmak üzere olan bir imparatorluk bırakmıştı oysa döndüğünde ise onu yeni bir rejim ve yeni rejimin İstanbul’u karşılar sonra  İstanbul’un sanayileşme hamlelerini gördükçe kendine yeniden yabancılaşır. Onun gördüğü vahşi kapitalizmin ülkeye yerleşmeye başladığıydı.  Yeni rejim bu gizli partinin üyelerini pek hoş karşılamaz. Ömründen gözaltı, mahpusluk ve sürgün eksik olmuyor. Sürgün yerlerine trenle giderken Anadolu insanını tanıyor eski yaşamını otomat olarak tanımlıyor ve yeniden fikirleri değişiyor. Türkiye’nin yeni rejimi ile uzlaşıyor.  Romanın sonu ise ‘’benim ödediğim paha, hayatımın hepsidir. Ama bundan üzgün değilim. Ödediğim bedel ulaştığım kaynak için çok değildir. Çünkü bu kaynağın başında ben , yıllar yılı kaybettiğim en değerli şeyi, yani kendimi buldum.’’[1] Diye bitiyor.

BURAK DEMİR

 

[2] Özel, İsmet, ’’Sevgilim Hayat’’ , Evet İsyan, sf:53

[3] Meriç, Cemil , Jurnal II, İletişim Yayınları, sf.300

[4] Özel, İsmet , Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Şule  Yayınları,  1995

Thoreau, ABD’nin Meksika’ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına vergiyi “ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın” gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapis yattı.
kendisinden on dört yaş büyük olan ve bir çok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanın cereyan ettiği anlatılır:
“- henry, neden buradasın?”
“- waldo, sen neden burada değilsin?”

[5] Özel İsmet, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Şule  Yayınları,  1995, s.23

[6] Özel İsmet, Üç Mesele, Tiyo Yayıncılık, 2013, s.103-105

[7] Üç Mesele, 2013, s.112-115

[8] İbn Haldun, İsmet Özel ve Hikmet Kıvılcımlı’nın barbarlık kavramları kişisel olarak üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur.

[9] İnsan-ı Kamil kavramı yazar( B.D)  tarafından eklenmiştir.

[10] Üç Mesele, 2013, s.125-127

 

 

Benzer Yazılar

Enis Batur – Yalçın Küçük söyleşisi: “Türkçenin dünyanın en güzel dili olduğuna inanıyorum”

Forum 9 saat önce

Okuyacağınız röportaj 2002 Aralık ayı 31 sayılı Cogito Dergisi’nde, “Entelektüeller Gerekli mi?” başlıklı yazının ikinci bölümüdür. İlgili metni internet ortamında yer alan ve henüz çok erken bir vakitte (2003) yılında Ekşi Sözlük’e yükleyerek inanması güç bir iş yapan “hemingway” isimli sözlük yazarının mesajından alıyoruz. Bu metni almanın başka yolları var mıydı? Elbette. İlgili sayı hem ‘pdf’ olarak, hem de matbu olarak elimizde. PDF formatından siteye yazı aktarırken oluşan hatalardan dolayı bu yolu tercih ettik ve bu derinlikli söyleşiyi ikiye böldük. Söyleşinin eşsizliği Türk edebiyatının en ‘velût’ kalemlerinden birisi olan, hisleri kuvvetli ve kavrayışı yüksek Enis Batur’un; Türk solunun en deli, sezgisel gücü yüksek, özgün ve şüphesiz en cesur kalemlerinden birisi olan Yalçın Küçük’ü sorguluyor oluşu. Söyleşi içinde Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük’in bilime ve tarihe bakışı, Türk aydınıyla olan kavgalı ilişkisi ve aslında hayatının kendisi var… Okurken kafanızın açılacağına eminiz. İyi okumalar dileriz. e.b.: şimdi bir ara sorum var. siz galiba […]

“Faşizm, sürecimizi bir kez daha raydan çıkarmaya çalışacak.” – Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm)

Forum 2 hafta önce

Çok kutupluluk, enternasyonalizm ve Venezuela seçimleri: Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm) Carlos Ron, Kuzey Amerika’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve dünya halkları arasında barış ve dayanışmayı teşvik eden Venezuela Simón Bolívar Enstitüsünü yönetiyor. Bu mülakatın birinci bölümünde Ron, ABD’nin Monroe Doktrininin Venezuela’ya karşı hükümeti devirmek amacıyla uygulandığını savunmuştu. Ayrıca, son on yıllarda ortaya çıkan emperyalist saldırganlığın özellikle agresif bir fazı olan “hiper-emperyalizmden” söz etmişti. Mülakatın ikinci bölümünde Ron, çok taraflılığın ve yaklaşan devlet başkanlığı seçimine yönelik beklentilerini ele alıyor. Ayrıca Bolivarcı Süreç açısından ülkenin önündeki zorlukları da ele alıyor. yüzyılın ilk on yılında, Latin Amerika entegrasyonuna doğru geniş çaplı bir hareketin ortaya çıktığına şahit olduk. Bu hareket şu anda daha az güçlü. Fakat, ABD emperyalizminin çöküşüyle karakterize olan yeni bağlamda, BRICS gibi çok kutupluluk teşebbüslerinin ortaya çıktığına da şahit olduk. Emperyalist çöküş —ve bu çöküşün teşvik ettiği şiddet— dünya çapında hissediliyor. Son on yılda tanık olduğumuz şey, bir yanda […]

Kanafani olağanüstü bir adamdı*-Tarık Ali’nin röportajı

Forum 3 hafta önce

 RASHID KHALIDI THE NECK AND THE SWORD   Tariq Ali’nin Röportajı   Günümüzle, sadece şu anda Filistin’e karşı uygulanmakta olan dehşet anlamında değil, Filistin’in hala aktif durumda olan geçmişinin bir parçası olan günümüzle başlayalım. 1936-39’daki büyük Arap Ayaklanması’nın Anglo-Siyonistlerce acımasızca bastırılmasını 1948 Nakba’sı, 1967’deki Altı Gün Savaşı, 1982’de Ariel Sharon liderliğindeki Beyrut kuşatması, Sabra ve Şatilla katliamları, iki İntifada ve o zamandan beri İsrail’in aralıksız terör yağdırması izlemiştir. Ancak görünen o ki 7 Ekim sonrası soykırımı, bunların herhangi birinden daha büyük bir küresel etkiye sahip olmuştur.   Evet küresel çapta bir şeyler değişti. Bu tarihi olayların neden anlatıyı, bilhassa da toplumsal anlatıyı tamamen değiştirecek bir etkiye sahip olmadığından emin değilim. Sosyal medya gibi bu konularda spekülasyon yapmak istemiyorum. Ancak bu, bir neslin kendi cihazları üzerinden eş zamanlı olarak tanık olduğu ilk soykırım oldu. Sudan ya da Myanmar’da olduğu gibi; ABD, İngiltere ve Batılı güçlerin doğrudan katılımcı olduğu son zamanlardaki ilk […]

0 Yorum

Rastgele