Neoliberal sistemde kitap okuyan kaldı mı?

Walter Benjamin, “Kitap okumak, yazarın zihninde bir yolculuğa çıkmaktır” der. Ancak bu yolculuk, neoliberalizmin hız ve tüketim odaklı dünyasında, yolculuktan ziyade varacağın yere adeta ışınlanmaya dönüşmüş durumda. Bugün, bir romanın satır aralarındaki şiirselliğini keşfetmek yerine, “52 haftada 52 kitap” tamamlamak bir övünç kaynağı haline geldi. Goodreads istatistiklerine göre, 2022’de bir kitabı bitirme süresi 2010’a kıyasla 5 gün kısaldı. Peki, bu hız yarışı bizi nereye götürüyor? Okumanın içsel değeri, niceliğin gölgesinde kaybolurken, entellektüel derinliğimiz de aynı hızla tükeniyor olabilir mi? Bu değişim, yalnızca okumanın derinliğini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştirel katılım ve kültürel zenginleşme için bir araç olma potansiyelini de zayıflatma tehlikesi taşıyor. Piyasalaşan Okumanın Anatomisi Neoliberalizmin rekabet ve verimlilik odaklı değerleri, okuma eylemini de dönüştürdü. Artık kitaplar, Goodreads istatistiklerinde yükselen çubuklar veya sosyal medyada paylaşılan kitap bitirme hedefleri kadar basit bir ölçüte indirgendi. Örneğin daha önce bahsettiğim “52 haftada 52 kitap” yarışmaları, okuyucuları kalın ciltler yerine kısa kitaplara yönlendiriyor. İstatistiksel […]

Neoliberal sistemde kitap okuyan kaldı mı?

Walter Benjamin, “Kitap okumak, yazarın zihninde bir yolculuğa çıkmaktır” der. Ancak bu yolculuk, neoliberalizmin hız ve tüketim odaklı dünyasında, yolculuktan ziyade varacağın yere adeta ışınlanmaya dönüşmüş durumda. Bugün, bir romanın satır aralarındaki şiirselliğini keşfetmek yerine, “52 haftada 52 kitap” tamamlamak bir övünç kaynağı haline geldi. Goodreads istatistiklerine göre, 2022’de bir kitabı bitirme süresi 2010’a kıyasla 5 gün kısaldı. Peki, bu hız yarışı bizi nereye götürüyor? Okumanın içsel değeri, niceliğin gölgesinde kaybolurken, entellektüel derinliğimiz de aynı hızla tükeniyor olabilir mi? Bu değişim, yalnızca okumanın derinliğini azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda eleştirel katılım ve kültürel zenginleşme için bir araç olma potansiyelini de zayıflatma tehlikesi taşıyor.

Piyasalaşan Okumanın Anatomisi

Neoliberalizmin rekabet ve verimlilik odaklı değerleri, okuma eylemini de dönüştürdü. Artık kitaplar, Goodreads istatistiklerinde yükselen çubuklar veya sosyal medyada paylaşılan kitap bitirme hedefleri kadar basit bir ölçüte indirgendi. Örneğin daha önce bahsettiğim “52 haftada 52 kitap” yarışmaları, okuyucuları kalın ciltler yerine kısa kitaplara yönlendiriyor.

İstatistiksel veriler de bu değişimi net bir şekilde ortaya koyuyor. Pew Research Center tarafından 2022 yılında yapılan bir araştırma, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yetişkin okuyucuların %76’sının yıllık okuma hedefleri belirlediğini ve %42’si, okunan kitap sayısını takip etmenin, hedeflerine ulaşmak için daha hızlı okuma veya daha kısa kitaplar seçme baskısı hissetmelerine neden olduğunu itiraf ediyor. Benzer şekilde, Goodreads’in yıllık kullanıcı raporları, okuyucuların %75’inden fazlasının bir tür sayısallaştırılmış okuma mücadelesine katıldığını ve kitapların ortalama bitirme süresinin 2010’da 16 gün iken 2022’de 11 güne düştüğünü gösteriyor.

Bu istatistikler, okuma eyleminin giderek daha rekabetçi bir çaba olarak çerçevelendiğini ve yansıtıcı ve dönüştürücü yönlerinin gölgede kaldığını açıkça ortaya koyuyor.

Okuma Üzerine Felsefi Perspektifler

Okumanın metalaştırılması, pek çok filozof ve entellektüelin savunduğu derin düşünce ve kültürel zenginleşme anlayışına taban tabana zıttır. Eleştirel düşüncenin ve entellektüel derinliğin kültürel gelişim için önemi, hız ve nicelik odaklı metalaştırılmış okuma alışkanlıkları karşısında daha da belirgin hale gelmiştir. Yüzeysel bir okuma biçimi, bireyin karmaşık fikirlerle anlamlı bir ilişki kurma kapasitesini zayıflatabilir. Michel de Montaigne, “Tek bir kitabın arkadaşlığını okunmamış koca bir kütüphaneye tercih ederim” diyerek, metinlerle yüzeysel bir şekilde ilgilenilmesini eleştirmiş ve okumanın bilgi biriktirmek değil, bilgelik geliştirmek anlamına geldiğini vurgulamıştır.

Benzer şekilde, Simone Weil de çalışmalarında dikkatin etik boyutunu öne çıkarmıştır. Weil’e göre, bir metinle sürekli meşguliyet, okuyuculara derinlemesine ve empatik bir şekilde odaklanmayı öğreten bir tür ahlaki pratiktir. Neoliberal okuma yaklaşımının hız ve sayısal başarıya vurgusu ise, bu derin dikkat ve düşünme sürecini ciddi şekilde baltalamaktadır.

Kitaplardaki Derinliğin Kaybı

Kitaplar metaya indirgendiğinde, dönüştürücü araçlar olma potansiyelleri de azalır. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov’un vicdan muhasebesi, Yaşar Kemal’in İnce Memed’deki direnişin o efsanevi dili… Bu eserler, ancak yavaş ve dikkatli bir okumayla anlam kazanabilir hatta daha doğru ifade etmek gerekirse sindirilebilir.

Ne var ki Türkiye’deki okuma alışkanlıkları da küresel eğilimlerden bağımsız değil. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 2023 raporuna göre, gençlerin %68’i “zaman kazanmak için” kitap özetlerini dinlemeyi tercih ediyor. Aynı raporda, klasik edebiyat eserlerinin satış oranları son 10 yılda %22 düşüş gösteriyor. Bu durum, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sının TikTok’ta ‘3 dakikada özet’ videolarına indirgenmesiyle somutlaşıyor.

Derinliklerini ve nüanslarını kavramak için kasıtlı ve sürükleyici bir yaklaşım gerektirirken okuma hedeflerine ulaşma baskısı altında olan bu başyapıtlar, gözden kaçırılma veya madde madde özetlere indirgenme riski taşımaktadır.

National Endowment for the Arts (NEA) tarafından yapılan araştırma, bu eğilimi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Edebi okumaya ilişkin 2021 raporu, 2010-2020 yılları arasında genel kitap tüketiminin %14 arttığını, ancak derin veya yansıtıcı edebi okuma yapan okuyucuların oranının %11 azaldığını göstermektedir. Aynı çalışma, katılımcıların %46’sının sosyal medya etkisi veya kişisel verimlilik hedefleri nedeniyle romanları hızlıca bitirmek için gözden geçirdiklerini veya hızlı okuduklarını itiraf ettiklerini ortaya koymuştur.

Neoliberal Okuma Paradigmasının Eleştirisi

Eleştirel teori perspektifinden bakıldığında bu olgu, Karl Marx tarafından ana hatları çizilen meta fetişizmi merceğinden analiz edilebilir. Neoliberalizm altında, bir kitabın değeri artık içeriğine veya dönüştürücü potansiyeline değil, değişim değerine, entellektüel üretkenliği veya sosyal sermayeyi ifade etme kabiliyetine bağlanmış. Bu durum ise bireylerin öz yerine görünüşe öncelik verdiği performatif bir okuma kültürü doğuruyor.

Bu eğilim, piyasa dinamikleri tarafından da desteklenmektedir. Yayıncılar, kişisel gelişim kitaplarının, sesli kitap özetleri uygulamalarının ve “okumalık çerez kitapların” çoğalmasının da gösterdiği gibi, tüketicilerin daha kısa, kolay sindirilebilir eserlere yönelik tercihlerini karşılamaktadır. Örneğin, 2022 yılında 200 sayfanın altındaki kitaplar, ABD’de satılan tüm kitapların %37’sini oluşturmaktadır; bu oran, 2010’da %23 iken önemli bir artış göstermiştir.

Neoliberalizmin hakimiyetindeki dünyada okuma, hız ve nicelik üzerinden değerlendirilen bir üretkenlik ölçütüne indirgenerek, dönüştürücü potansiyelinden yoksun bırakılıyor. Oysa okuma, yalnızca bir bilgi edinme aracı değil, aynı zamanda insan olmanın derinliklerini keşfetmeye yönelik direnç dolu bir eylemdir.

Bu bağlamda okuma, empatiyi besleyen, eleştirel düşünceyi derinleştiren ve bireysel dönüşüme alan açan bir süreçtir. Yüzeysel hız çağında, okumayı yeniden derinlik, bağlantı ve içgörü ile onurlandırmak, kültürel ve entellektüel yaşamın temel taşlarından biri olarak hak ettiği konuma geri getirmek demektir. José Saramago, Görmek adlı romanında şöyle der: “Sözcükler yazıldıkları anda özgürleşir; asıl mesele, onları okurken yeniden yakalayabilmektir.” Yani asıl mesele Suç ve Ceza’yı 11 günde bitirmekte değil, mesele Raskolnikov’un vicdan azabını satır aralarında hissetmekte. Çünkü gerçek okuma, kitapların bize fısıldadığı bir insanın düşebileceği ruh halini hissetmekle başlar. Tıpkı Saramago’nun karakterleri gibi, bizler de sözcüklerin özgürleştiği o anı yakalayabilmek için yavaşlamalıyız. İstatistiklerin değil, metinlerle kurduğumuz sessiz diyaloğun peşinden gitmeliyiz. Ne de olsa okumak, yalnızca bir tüketim eylemi değil, insan olmanın en kadim ritüelidir.

E. Haktan Altın

Referenslar:

  1. Benjamin, W. (1999). Pasajlar (Çev: A. Cemal). Yapı Kredi Yayınları.
  2. Dostoyevski, F. (2018). Suç ve Ceza (M. Beyhan, Çev.). İş Bankası Kültür Yayınları.
  3. Goodreads. (2022). 2022 Goodreads Reading Habits Survey: Average book completion time.
  4. Kemal, Y. (2015). İnce Memed. Yapı Kredi Yayınlar
  5. Marx, K. (1992). Capital: A critique of political economy (Vol. 1, B. Fowkes, Trans.). Penguin Classics.
  6. Montaigne, M. de. (2003). The complete essays (M. A. Screech, Trans.). Penguin Classics.
  7. National Endowment for the Arts (NEA). (2021, September). U.S. trends in arts participation and literary reading: 2012–2017.
  8. Pew Research Center. (2022, January 10). Who doesn’t read books in America?
  9. Saramago, J. (2008). Seeing (M. J. Costa, Trans.). Mariner Books.
  10. Türkiye Yayıncılar Birliği. (2023). Türkiye’de gençlerin okuma alışkanlıkları raporu
  11. Weil, S. (2002). Gravity and grace (E. Crawford & M. von der Ruhr, Trans.). Routledge.

 

Benzer Yazılar

Jose Mujica: Sol değişmek zorunda, çünkü zaman değişiyor.*

Forum 3 gün önce

Benim kuşağım saf bir hata yaptı. Toplumsal değişimin yalnızca toplumdaki üretim ve dağıtım biçimlerine karşı çıkmakla mümkün olduğunu düşündük. Kültürün muazzam rolünü anlayamadık. Kapitalizm bir kültürdür ve biz kapitalizme farklı bir kültürle karşılık vermeli ve direnmeliyiz. Başka bir şekilde ifade edersek: bu, dayanışma kültürü ile bencillik kültürü arasında bir mücadeledir. Burada satılan kültürden, yani profesyonel müzik ya da danstan söz etmiyorum. Bunlar da elbette önemlidir, ama ben kültürden söz ederken insan ilişkilerini, farkına bile varmadan ilişkilerimizi yöneten düşünceler bütününü kastediyorum. Bu, dünyadaki milyonlarca isimsiz insanın birbirleriyle kurduğu ilişkileri belirleyen, dile getirilmeyen değerler bütünüdür. Tüketimcilik bu kültürün bir parçasıdır. Bu, kapitalizmin sonsuz birikim mücadelesinde ihtiyaç duyduğu bir ahlaktır. Kapitalizm için en kötü sorun, bizim alışveriş yapmayı bırakmamız ya da çok az alışveriş yapmamız olurdu. Ve bu durum, bizi saran tüketimci kültürü yarattı. Ancak kapitalist bir toplumsal sistem yalnızca mülkiyet ilişkilerinden ibaret değildir; aynı zamanda topluma ait ortak dile getirilmeyen değerler bütünüdür. […]

Özgürlük ve Eşitlik – Özkan Bakioğlu

Yazılar 1 hafta önce

Özgürlük düzene muhaliftir, eşitlik ise düzene meyyal. Planlı ekonomi ile doğaçlama ekonomi arasındaki çatışmadan bahsediyorum. Biri diğerini dışlıyor, öteki de diğerini ama dikkatlice bakılırsa bunların birbirini sadece dışlamadıkları, aynı anda da  birbirlerine içkin olukları görülecektir; özgürlük olmadan eşitlik, eşitlik olmadan özgürlük olamıyor. Bunlar birbirini birbirlerinde olduran iki diyalektik karşıt; devingen birlikleri ise yaşam. Yaşam, kendinde bir özgürlük olarak görülür bir eşitlik olarak ama ne tamamen özgürlüktür ne de tamamen eşitlik. Yaşamda özgürlük ve eşitlik çelişiktir ve çelişik olarak devingen birliğe sahiptir. Devingen birlikteki çelişkili doyuma ulaştığında -ki bu da uzlaşıdır-, kendini kapsayarak/içererek aşar ve yeni bir diyalektik bütüne, adalete erişir. Her kavram, kendinde kendi olumlanmasının ve olumsuzlanmasının diyalektik bütünüdür. Diyalektik bütün, tikel niteliğinde onaylanarak olumlandığında diyalektiğe girmiş olur ve böylece sonsuzluğunda dirimli olur. Aşılan çelişkidir, kavramlar aşılamaz. Türk uluslaşması genel hatlarıyla salt toplumsal algılandı. Oysa o, aynı zamanda bireyseldir. Türklüğü salt “biz kimiz?” sorusuna bir yanıt olarak düşünmemek, onu modernleşme […]

Bir düşünme imkânı olarak Post-Post Kemalizm

Forum 3 hafta önce

“…merak bir devrimcinin hazırlığıdır” -ismet özel. Şunu belirtmek gerekir ki bu yazı tarihi bilgiler veren, öğreten bir yazı değil. Bu nedenle bolca tarihsel atlamalar, kısaltmalarla dolu. Düşünen ve bir parça tahrik edebilen bir yazı yazabilmenin temel yolu ana yoldan değil, patikalardan geçiyor. Henüz başında bunu söylemek bir namus meselesi olduğundan söylemek ve böylece önyargılardan arınmak istedim. İSA OLMA MECBURİYETİ Türk sinemasında ‘mülkiyet’ meselesini kafaya takmış yönetmenlerin başında gelen Metin Erksan nüktedan bir sanatçıydı. Bir şey anlatırken her şeyi kendi ile başlatan insanlara, “Ya çocuğum sen Hz. İsa mısın?” diye takılırmış. Yazıya başlarken aklıma geldi, ne zaman Kemalizm konuşacak olsam konuya hep kendi Kemalizm tanımımla başlamak zorunda hissediyorum. Kemalizm kurucu bir kavram. Öyle ki; hem bir partinin resmi ideolojisi, hem anayasaya girmiş ilkelerin sahibi hem cumhuriyet dönemi ideolojilerinin üzerinde doğal olarak hegemonya sahibi… Böyle olunca ‘ama hangi Kemalizm?’ sorusu hayati bir önem taşıyor. Kemalizmin üstünde tarihin yükü var. Böyle olunca Kemalizm/Sosyalizm […]

0 Yorum

Rastgele