Emperyalizm için barış esasında savaş demektir. Kapitalizmin en üst aşaması olarak tarif edilen bu düzen, içerde doymak bilmeyen obur bir çocuğa benzer; her şeyi yutar ama karnı yine de şişkin ve huzursuzdur. O noktada gözünü dışarıya diker. Lenin’in bugünlere de seslenen “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabı hâlâ hatırlatıcı ve uyarıcı görevini sürdürüyor. Şişko çocuğun gözünü dışarıya dikmesine şöyle söylüyor Lenin, “Kapitalizm geliştikçe hammadde eksikliği de kendini o denli duyurmaktadır; rekabetin koşulları o denli sertleşmekte, bütün yeryüzünde hammadde kaynakları arama çabaları o denli alevlenmekte, sömürgelere sahip olma savaşımı o denli amansız olmaktadır.” Emperyalizmin “barış götürme” iddiası tam da burada devreye girer. Barış adı altında gidilen her yerde aslında savaş yaşanır, yıkım olur, halklar esir alınır. Irak’ta böyle oldu, Suriye’de, Libya’da, Vietnam’da da. Nerede “özgürlük” ve “barış” sloganları yükseldiyse orada kan, tecavüz, katliam ve gözyaşı birikti. Çünkü emperyalizmin sözlüğünde barış, teslimiyet anlamına gelir; kontrol etmek, boyunduruk altına almak, tımarlamak ve yönetmek demektir. Emperyalizmin kendi lugatı vardır ve orada kelimeler yeniden tanımlanır.
ORVELYEN ‘ÇİFTDÜŞÜN’
Bu, Orwell’in 1984’ünde anlattığı “çiftdüşün” (doublethink) mantığına benzer. Orada “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet güçtür” denir. Emperyalizmin dili de tam böyledir: barış dediğinde kastettiği şey savaşın başka bir biçimidir. Sessiz işgaller, görünmez zincirler, ekonomik boyunduruklar savaşın kılık değiştirmiş halleridir.
Emperyalizmin “barış” dediği şey, toplumların kendi iradesinden vazgeçmesi, başka bir merkezin çıkarlarına uyum göstermesidir. Bu nedenle emperyalist barış, suskunluktur. Silahlar sustuğu anda gerçek barış gelmiş olmaz; çünkü yerine sömürge anlaşmaları, borç zincirleri, askeri üsler ve şirket imparatorlukları kurulur. Halkların sesi kısıldığında, direnme yetenekleri törpülendiğinde, köyleri bombalarla değil kredilerle, kültürleri mermilerle değil popüler tüketim ürünleriyle işgal edildiğinde emperyalizm “barış”tan söz etmeye başlar. Oysa o barış, aslında savaşın başka bir yüzüdür. Yani aslında burada sorulması gereken soru şudur; barışa evet ama kimin için barış?
KAVRAMLARIN ESNEKLİĞİ
Bizim tarihimizden en iyi örnek Sevr Antlaşması değil midir? Sevr Türkiye coğrafyasını halklar arasında yine Orwelyen bir mantıkla demokrasi adına bölen, ordusunu barış için silahsızlandıran, sermaye adına ticari hayatı canlandıracak müttefik devlet lehine kapitülasyonlar yayınlayan bir antlaşma değil miydi? Bu antlaşmaya karşı çıkan ve Kurtuluş Savaşı’yla antlaşmayı yırtan Kemalistler kendileri için barışı ancak emperyalizmle savaşarak sağlamışlardır. Bu nedenle barış ve savaş kelimeleri kimin, neyi, kim için istediğine göre oldukça esnek kavramlardır…
DÜNYAYI KUŞATAN KAPİTALİZM
Bugün bütün dünyayı kuşatan üretim biçimi kapitalizmdir. Mark Fisher Kapitalist Gerçekçilik’te kapitalizmin her yerde oluşunu şöyle ifade eder, “Yalnız kültürün üretimini değil aynı zamanda iş ve eğitimin düzenlenmesini de koşullayan, düşünce ve eylemi kısıtlayan bir çeşit görünmez engel gibi hareket eden yayılgan atmosfere benzetilebilir” Evet bugün emperyalizm meselesini konuşmak için önce kapitalizmi tartışmak zorundayız. Yine Fisher şöyle söylüyordu, “Dünyanın sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu hayal etmekten kolaydır”. Görünen o ki dünya ütopyasını kaybetmiş durumda. Kapitalizm ise neredeyse doğal kabul edilen bir sistem. Kapitalizmi doğal ve insanın içgüdüleriyle açıklamaya başladığınız an artık emperyalizmi de mutlak ve kalıcı hale getirirsiniz. Halbuki kapitalizmin sorgulanması ve karşısına bir ütopyayla çıkmak ilk şarttır, onun doğal olmadığını, insan dışı, doğa dışı olduğunu deşifre etmek hayatidir.
KAPİTALİZMİN TEKELCİ AŞAMASI
Kaldı ki emperyalizm, bu sistemin en keskin tezahürü olarak ortaya çıkar. Lenin yine “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabında emperyalizm kısa tanımını yapma ihtiyacı duyar. Şöyle tanımlar, “Emperyalizm kapitalizmin tekelci aşamasıdır (…) Bir yandan mali sermaye, birkaç tekelci büyük banka sermayesinin, tekelci sanayi gruplarının sermayesiyle kaynaşmasının bir sonucudur.” der. Yani aslında iç pazarı tüketen, iç pazarda serbest rekabeti öldüren tekeller ortaya çıkmıştır. Devamını ise Lenin şöyle tamamlar, “Öte yandan, dünyanın paylaşılması da herhangi bir kapitalist devletçe el konmamış bölgelere kolayca yayılan sömürge politikasından, tamamıyla paylaşılmış yeryüzü topraklarının, tekellerin mülkiyetine geçmesi için uygulanan sömürge politikasına geçişi ifade etmektedir.”
Böylece iç pazarda doymayan sermaye, başka halkların emeğini ve toprağını kendi ihtiyaçlarının parçası haline getirir. Afrika’daki madenlerden Ortadoğu’daki petrol kuyularına, Asya’daki ucuz işgücünden Latin Amerika’daki tarım arazilerine kadar her şey kapitalizmin saldırganlığında öğütülür. Emperyalizm, kapitalizmin dünya ölçeğinde kendini yeniden üretme aracıdır. Dolayısıyla emperyalizm yalnızca dış politika meselesi değil, doğrudan doğruya kapitalist düzenin kaçınılmaz bir sonucudur.
Bu yüzden meseleye yalnızca savaş karşıtlığı açısından bakmak eksik kalır. Elbette savaşlara karşı çıkmak, barış talep etmek önemlidir. Ama emperyalizmin varlığı sürdüğü müddetçe barış, en fazla kısa süreli bir sessizlik olabilir. Gerçek barış, yalnızca halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu, üretimin insan ihtiyaçlarını esas aldığı, kaynakların paylaşımının adil olduğu bir dünyada mümkündür. Yani gerçek barış, kapitalizmin aşılmasıyla mümkündür.
BARIŞ BİR ARMAĞAN DEĞİL HAKTIR
Tarihsel deneyimler de bunu kanıtlıyor. Vietnam halkı emperyalizme boyun eğmediği için kendi barışını bedel ödeyerek kazandı. Küba halkı hâlâ ambargolarla boğulsa da bağımsızlığını korumakta ısrar ediyor. Filistin halkı, tüm kuşatmalara rağmen teslimiyetin barış olmadığını her gün gösteriyor. Latin Amerika’nın farklı ülkelerinde halklar defalarca darbeler, işgaller, baskılar yaşadı; ama her defasında “barış”ın üstündeki maskeyi kaldırmayı başardılar. Bu örnekler bize, barışın gökten inen bir armağan değil, halkların direnişleriyle kazanılan bir hak olduğunu hatırlatıyor.
KOMÜNİST FİKİR HALA ÇOK GENÇ
Sonuçta şunu söylemek gerekir: emperyalizmin barışı, savaşın devamıdır; farklı araçlarla, farklı maskelerle sürdürülmüş savaştır. Gerçek barış ise emperyalizmin ve onun beslendiği kapitalist düzenin sona erdiği gün başlayacaktır. İnsanlığın ihtiyacı, emperyalizmin “barış” masallarına değil, halkların adaletine, eşitliğine ve özgürlüğüne dayanan bir barıştır. İhtiyacımız olan apaçık sosyalizmdir. Reel sosyalist deneyler çökmüş olabilir lakin elimizde çok önemli pratikler var. Umutsuzluğa yer yok, unutmayın Alain Badiou ne diyordu? “Komünist fikrin miadı dolmuş değil, hâlâ çok genç”
Yararlanılan Kaynaklar
“Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” -Lenin
Kapitalist Gerçekçilik, Başka Alternatif Yok mu? -Mark Fisher
Bu yazı Sosyalist Kültür Dergisi’nin 7. sayısında yayınlanmıştır.




