Bunca yıldır röportajlar sırasında bir sürü hikaye dinledim. Çeşit çeşit aşka, evliliğe tanıklık ettim. Sevil Avcıoğlu kişisel tarihimde bir ilktir. İlk defa burjuva bir kadınla, bir solcunun aşkını dinledim. Ve çok etkilendim. Farklılıkları beni büyüledi. Güldürdü, hüzünlendirdi… Dünyanın en komik kadını Sevil Avcıoğlu. Televizyona çıksa, herkesi gülmekten kırar geçirir. Aşırı doğal. Ve süzgeçsiz konuşuyor. Kalbindeki ağzında. Sevmemek olanaksız. Bir de kendini olduğundan az göstermek için özel çaba sarf ediyor. Mütevazı. Çılgın bir cumhuriyet kadını aslında. 35 yıl önce ayrıldığı eşine haksızlık edildiği için, parmak kaldırıp söz hakkı isteyen bir kadın. Okuyunca anlayacaksınız… HAMİŞ: Sevil Avcıoğlu, eşinden ayrıldıktan sonra, Hariciye’ye geri dönüyor, bir sürü ülkede Türkiye’yi temsil ediyor, aynı zamanda annelik yapıp iki oğlunu yetiştiriyor. Şimdi emekli, İstanbul Nişantaşı’nda ve Ankara’da yaşıyor. Doğan Avcıoğlu ile nasıl tanıştınız? – Ankara’da, Siyasal Bilgiler’de öğrenciydim. Niyetim hariciyeci olmak ve Paris’e kapağı atmaktı. Dame de Sion mezunuydum, hayat doluydum, neşeliydim… Çok da güzel… – Öyleymişim ama farkında […]
TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER CİLT 1 “Türkiye’de Siyasal Partiler, Tarık Zafer Tunaya’nın Türk tefekkür tarihine ve Türk siyasal tarihçiliğine bıraktığı (eskilerin tabiriyle muhalled) kalıcı, ölümsüz çalışmasıdır.” İlber Ortaylı “40 yıldır aşılamamış bir ‘opus magnum’. Türk siyasal yaşamına değinen tüm siyaset bilimcilerin, tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin başucu kitabı. Birçok geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemleri araştırmacılarının esin kaynağı. Tarihte çok az bilim adamı bu denli uzun bir süre gönderme yapılan esere sahip.” Zafer Toprak Cumhuriyet öncesi Türk siyasi yaşamının en hareketli ve araştırmacılar açısından en zengin dönemini bir nesil Tarık Zafer Tunaya’nın rehberliğinde öğrendi. Üç ciltten oluşan Türkiye’de Siyasal Partiler, alanında bir ilk olmasının yanı sıra Türk siyasi tarihi açısından ölümsüz tabir edilen, bugün bile hâlâ geçilememiş bir çalışma. Zengin içeriğiyle sadece araştırmacıların ve tarihçilerin değil, öğrencilerin ve meraklıların da başucundan eksik etmediği bir kaynak eser. Türkiye’de Siyasal Partiler’in elinizdeki ilk cildi, II. Meşrutiyet dönemini ele alıyor. Tunaya’nın deyişiyle bu dönem hem bir […]
Post-Kemalizm kavramı, modern Türkiye analizinde tek parti dönemini ülkenin bütün temel problemlerinin “anası” olarak gören eleştirel yaklaşımı özetliyor. “Kemalizm”le tanımlanan bu deneyimi sorgulayarak aşmayı, demokratikleşmenin anahtarı olarak gören yönelimleri tanımlıyor. Post-post-Kemalist paradigma ise, “tek parti döneminin büyüsünün bozulmasını” sağlayan bu eleştirel birikimin, 2000’lerin seyri içinde “bir ortodoksinin yerine başka bir ortodoksiyi koyma” eğilimini doğurduğu tespitinden yola çıkıyor. Bu nedenle, eleştirinin eleştirisini yaparak bir adım daha atmayı öneriyor. 1908-1945 arası dönemine sıkışmadan, sonraki dönemlerin alt üst edici siyasal ve toplumsal gelişmelerinin hakkını veren; demokratikleşmenin ve otoriterliğin salt Kemalizm’e indirgenen sorunlarının başka kaynaklarına da mercek tutan bir analizin yolunu açmaya çalışıyor. Post-Post-Kemalizm, konuyu hem siyaset bilimi, kadın çalışmaları, dış politika ve tek parti dönemi çalışmaları bağlamında sosyal bilim disiplinleri açısından; hem liberal söylem, kültür politikası, laiklik, vesayet eleştirisi, İslâm ve siyasal partiler bağlamında tematik olarak ele alan makalelerden oluşuyor. İlker Aytürk ve Berk Esen’in derlediği kitaba Sencer Ayata, Tanıl Bora, Zana Çitak, […]
Bugün hayatın her veçhesine nüfuz etmiş olan neoliberal rasyonalite, her şeyi ve herkesi homo oeconomicus suretinde yeni baştan yaratıyor. Demokrasinin ilke ve kaideleri, bu akıl ve yönetişim düzeni tarafından, ekonomik terim ve ölçülerle çerçevelendiğinde neler oluyor peki? Bireysel ve kolektif özyönetime ve buna dayanak oluşturan kurumlara gösterilen bağlılık, sermaye değerini, rekabet konumunu ve kredi notunu artırmaya yöneltilen övgülerin altında ezilip yerinden edildiğinde? Halk yönetiminin beraberinde getirdiği ifade, müzakere, katılım, kamu yararı ve iktidar paylaşımı pratikleri ve ilkeleri, ekonomikleşmeye maruz kaldığında neler oluyor? Çözülüp dağıtılan demos, insan sermayesi parçalarına dönüşüyor; adalet ancak büyüme oranları, kredi notları, yatırım iklimlerinin dayatmalarıyla ilişkili olarak gündeme geliyor; özgürlük insan sermayesinin değerini artırma buyruğuna tabi kılınıyor; eşitlik piyasa rekabeti içinde dağılıp gidiyor; halk egemenliği bütün bunlarla giderek daha bağdaşmaz oluyor. Liberal demokrasinin kurum, pratik ve âdetleri bu dönüşümden sağ çıkamayabilir. Radikal demokrasi düşleri de keza. Halkın Çözülüşü’nde, neoliberalizmin demokrasinin temellerini nasıl sarstığını anlatıyor Wendy Brown. Neoliberal […]
13 Kasım 1918, Mustafa Kemal’in Mondros Ateşkes Antlaşmasından iki hafta sonra İstanbul’a geldiği tarih… 16 Mayıs 1919 ise, Bandırma vapuru ile Samsun’a çıkmak üzere İstanbul’dan ayrıldığı tarih… Elinizdeki kitapta, işte bu altı ay içindeki olağanüstü serüven bilinmeyen yönleriyle anlatılmaktadır. Bu altı ay ulusal savaşın planlandığı dönemdir. Dr. Alev Coşkun’un titiz ve usta kaleminden dönemin siyasal gelişmeleri etrafında Mustafa Kemal’in gün be gün temasları… Dönemin siyasal olaylarının-yorumu… İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal güçleriyle ilişkiler… Bir yanda işgal güçlerine destek veren azınlıklar, her tarafta cirit atan casuslar, İngiliz işbirlikçileri; öte yanda payitahtın işgal altında olmasından dolayı üzgün, güçsüz ve yorgun Türkler… Bu tabloda kurtuluş için çare arayan Mustafa Kemal ve arkadaşları… 6 Ay’ın inanılmaz olaylarla dolunefes kesen öyküsü. “Mustafa Kemal, neden Harbiye Nâzırı olmak istiyordu?”, “Ordu müfettişi olarak Anadolu’ya geçerken, kendisini geniş yetkilerle donatan kararnameyi kim hazırladı? Padişah mı, yoksa Mustafa Kemal’in kendisi mi?”, “Mustafa Kemal işgalcilerin İstanbul’daki tutuklamalarının neden dışında kaldı?”, […]
15-16 Haziran 1970’te Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde o güne kadar yaşanmış en büyük işçi direnişi gerçekleşti. Bu direnişe işçilerin sendika seçme özgürlüğünü yok eden 274 sayılı Yasa’da yapılmak istenen değişiklikler yol açtı. Yasa zoruyla tek sendika modelini dayatan değişiklik, özel olarak DİSK’i ve DİSK’in temsil ettiği sendikal anlayışı tasfiye etmeyi amaçlıyordu. Yapılmak istenen değişikliğe itiraz eden işçiler, DİSK’in kararıyla İstanbul ve Kocaeli’ndeki işyerlerinde üretimi durdurarak eyleme geçti; fabrikalardan sokaklara ve meydanlara aktılar. İş durduran ve sokakları doldurduran işçiler, büyük gösterilerle sendika seçme özgürlüklerine sahip çıktılar. Güvenlik güçlerinin engelleme çabalarının neden olduğu çatışmalarda üçü işçi, biri toplum polisi, biri de esnaf olmak üzere beş kişi yaşamını yitirdi. İşçilerin eylemlerini “isyan” olarak nitelendiren Süleyman Demirel Hükümeti, İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan etti. 15-16 Haziran, iki günlük bir işçi direnişi olarak gerçekleşip bitmedi; sonuçları itibariyle devleti, sendikaları, siyasi partileri ve sermayeyi derinden etkileyen bir olgu oldu. Bu çalışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal […]
“Efendiler! Aziz Türkiye’mizin iktisadî yükselme gereklerini aramak ve bulmak gibi vatanî, hayatî ve millî bir kutsal amaç için bugün burada toplanmış olan sizlerin, saygıdeğer halk temsilcilerinin karşısında bulunmakla çok mutlu ve sevinçliyim. Efendiler! uzun ihmallerle ve derin ilgisizlik ile geçen yüzyılların iktisadî yapımızda açtığı yaraları tedavi etmek, tedavi çarelerini aramak ve memleketi bayındırlığa, millî bir rahatlığa, mutluluğa ve servete ulaştıracak yolları bulmak için gerçekleşecek çalışmanızın çok kıymetli ve başarılı sonuçlara ulaşmasını dilerim. Arkadaşlar, sizler doğrudan doğruya milletimizi oluşturan halk sınıflarının içinden geliyorsunuz ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz. Bunun için memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin emellerini, üzüntülerini yakından biliyorsunuz. Herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması gereğini söyleyeceğiniz önlemler; doğrudan doğruya halkın dilinden söylenmiş gibi kabul olunur. Bu, en büyük doğrudur. Zira halkın sesi, hakkın sesidir. EKONOMİNİN ÖNEMİ Efendiler, tarih, milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu […]
Fransız Devrimi’nin 300. yıldönümünde yayımlanan bu eserinde Pierre Bourdieu, hem bilgi sosyolojisinin hem de iktidar sosyolojisinin en önemli dallarından biri olarak gördüğü eğitim sosyolojisi bakımından ülkenin en seçkin eğitim kurumları olan Büyük Okullar’ın öğrenci kitlelerini, uzun süreye yayılmış araştırmalarla kapsamlı şekilde inceleyerek Fransa’nın iktidar alanını; özellikle de iktidar mevkilerinde yer tutmada, eğitimin, yani akademik sermayenin aldığı rolü çözümlüyor. Doğuştan, yani aileden gelen nitelikler ile sonradan, liyakatle edinilenleri birleştirmeyi başarması sayesinde, demokratik idealin etkisi altındaki toplumlarda sosyal ayrıcalıkların kalıcılaşmasına gerekçe sağlamaya birebir olan kültürel sermayenin rolünü gözler önüne seriyor. “Okul”u, kitabın ortaya çıkardığı sosyal kullanımlarının hakikatiyle, yani hem tahakkümün hem de tahakkümün meşrulaştırılmasının dayanaklarından biri olarak kavramak için, “özgürleştiren okul” efsanesine veda etmek gerektiği sonucuna varan Bourdieu söyle diyor: “‘Özgürleştiren okul’ efsanesi, aynen soyluluk inancı gibi, doğuştan getirilenler ve doğa etrafında şekillenmekteydi. Ancak bu ikisi tanrı vergisi yetenek ve kişisel liyakat ideolojisi görünümlerinde yeniden tasarlanmıştı. Bu efsane, akademik kurumun en derinlerine; […]
Lenin: Dünya Devriminin Önderi, modern tarihin Karl Marx’tan sonra ikinci büyük devrimci düşünürü ve eylem adamı olan Vladimir İlyiç Lenin’in ölümünün 100. yılı vesilesiyle, onun insanlığa sunduğu, bütünüyle ihmal ve inkâr edilmiş, hatta fark edilmemiş, tanınmamış, anlaşılmamış dünya vizyonunu 21. yüzyıl gençliğinin önüne getirmek amacıyla yazıldı. Yazara göre Lenin dünya devrimidir. Lenin sadece sınıf sömürüsüne son vermek değildir; ezilen ulusların ve dinî grupların kurtuluşudur. Lenin, kadınların özgürleşmesidir. Lenin bize dünya devriminin bütün araçlarını vermiştir: devrimci parti, dünya devrimi programı, burjuvazinin savaşları karşısında sömürülen ve ezilenlerin lehine politikalar, dünya devrimi için dünya partisi (Enternasyonal), başta uluslar olmak üzere, ezilen bütün sosyal grupların kurtuluşu için yöntem ve politikalar, dünya sosyalist federasyonuna ulaşmak için yürünecek yolun haritası. Lenin, geçmiş değildir. Gelecektir. Ya insanlık dünya devrimi programını gerçekleştiremeyecek ve kapitalizmin barbarlığına teslim olacaktır. Ya da bu savaşı kazanmak için Lenin’i yeniden önderi yapacaktır. Lenin öleli 100 yıl oluyor ama mirası yüzyıllar boyunca yaşayacaktır.
Bu yeni kitabınız “Hakiki Hayat”la (La Vraie Vie) neden gençliğe hitap etmek istediniz? Badiou: Farklı sebepler çakıştı. Önce mahrem sebeplerle gençliğin yaşadığı büyük yön şaşmasıyla karşılaştım. Bu gençlik 1980’li yıllardan beri tedrici biçimde mümkinat ufkunun kapandığını gördü. Çocuklarımın ve arkadaşlarının şu haliyle dünyayı katedip oradaki yerlerini bulmakta çektikleri zorlukları gözlemledim. Gençlerdeki kendini değersiz görme eğiliminin ortaya çıkışını gördüm. Öğrencilerle çevrili de oldum; uzun zaman boyunca göçmen işçi yurtlarında ya da fabrikalarda aktivist siyasetle uğraştığım için, olağanüstü biçimde farklı durumlardan çıkarılmış zengin bir tecrübenin taşıyıcısı olan göçebe bir işçi gençliğiyle teşrik-i mesaim de oldu. Hem sonra, büyük kaynaklarımdan biri olan Platon’un diyalogları da Sokrates ile genç kimseler arasındaki tartışmalardan oluşur. İçine kaydolduğum bu geleneğin gözünde gençlik, felsefenin hem sorusudur hem de amacı. Filozof gelecekte hâlâ geçerli olabilecek bir şey aktarmayı dener; bu anlamda, izleyici kitlesi daima gençliktir… Felsefe yapmak, zamanının koşullarında hakikat sorununu araştırmaktır. Oysa gençlik de oluş halindeki bir dünyaya girmektedir; […]