Özgürlük düzene muhaliftir, eşitlik ise düzene meyyal. Planlı ekonomi ile doğaçlama ekonomi arasındaki çatışmadan bahsediyorum. Biri diğerini dışlıyor, öteki de diğerini ama dikkatlice bakılırsa bunların birbirini sadece dışlamadıkları, aynı anda da birbirlerine içkin olukları görülecektir; özgürlük olmadan eşitlik, eşitlik olmadan özgürlük olamıyor. Bunlar birbirini birbirlerinde olduran iki diyalektik karşıt; devingen birlikleri ise yaşam.
Yaşam, kendinde bir özgürlük olarak görülür bir eşitlik olarak ama ne tamamen özgürlüktür ne de tamamen eşitlik. Yaşamda özgürlük ve eşitlik çelişiktir ve çelişik olarak devingen birliğe sahiptir. Devingen birlikteki çelişkili doyuma ulaştığında -ki bu da uzlaşıdır-, kendini kapsayarak/içererek aşar ve yeni bir diyalektik bütüne, adalete erişir.
Her kavram, kendinde kendi olumlanmasının ve olumsuzlanmasının diyalektik bütünüdür. Diyalektik bütün, tikel niteliğinde onaylanarak olumlandığında diyalektiğe girmiş olur ve böylece sonsuzluğunda dirimli olur. Aşılan çelişkidir, kavramlar aşılamaz.
Türk uluslaşması genel hatlarıyla salt toplumsal algılandı. Oysa o, aynı zamanda bireyseldir. Türklüğü salt “biz kimiz?” sorusuna bir yanıt olarak düşünmemek, onu modernleşme sürecimizin kimlik krizine ait bir cevap arayışı olarak görmemek gerekir. Türklük, tikelin evrenselle politik-kültürel birliğinin tesisi adına önemlidir. Bu bağlamda Türk olmadan insanlık ailesinde bir yere sahip olmak imkansızdır. Türk, bireyin evrenselle bağıdır. Bu bağ evrenselden beslenmeye ve evrensele katkı sunmaya yarar.
İnsan olmak metafizik bir meseledir. Doğa insanlar doğurmaz, insan olmaya doğar ve dil faktörüyle insan olma yolculuğuna girer. Türk demek, Türkçe demektir. Dil, insan olma hedefine yürüyüşün zorunlu yoludur. Anadili Türkçe olan biri için Türkçe, insan olma yoludur.
“Dil” olarak her dille kurulan ilişkinin ilki anadildir. Anadil dışında öğrenilen her dilin temelinde anadil vardır. İkinci dil üzerinden öğrenilen üçüncü dilin öğreniminde de bu durum geçerlidir, çünkü dil salt kelimelerin anlamlı kullanımı değildir. Dil, anlamlılıkla ilgilidir. Anlamlılığın ilk kazanıldığı dilin değeri buradan gelmektedir. Bu değiştirilemez ama kısıtlayıcı da değildir.
Türk benliği, Türk belleğinde sunumunu yapar ama tabiiyeti transandantal ben’edir. Geçmişin tarihe dönüşümünü başka türlü açıklamak mümkün değildir. Benliğin kendini bellekte sunumu çoğu zaman aldatıcı olabilmektedir. Geçmişe saplanıp kalmak, yeniliğe direnmek gibi durumlar nedeniyle nostaljik bir unsur olarak benliğin anlaşıldığı açıktır. Oysa asıl mesele bütün hikayeyi mümkün kılandır, hikayenin kendisine biçimsel bir bağlılık gereksizdir.
Türk Devrimi, dün olduğu gibi bugün de dirimlidir. Türk benliğinin inşası mazide kalmış değildir, yeni bir aşamada kendini yeniden sunmaya hazırlanmaktadır. Sosyal devrimin sınıfsızlıkçı yönsemesi içinde bu yeni sunum bir anlam ifade eder. Özgürlük ve eşitliğin sırayla değil, aynı anda talep edildiği bir aşamadır bu. Birinden birini tercih etmek istemeyen devrimci bir bilincin inşasına tanıklık etmekteyiz. Tinin bugün “ben” söylemleri ile devinmesini bu bağlamda eşitlik istencine muhalif görmemek gerekir. Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı gibi, bir şeyi oldurmaya çalışmaktansa olmasının önündeki engelleri kaldırmaya odaklanmak gerekir.
0 Yorum