Diziye ilk başladığımda bana oldukça sıkıcı geldiğini itiraf etmeliyim. Netice itibariyle dizi sansasyonel bir yapım, buna itiraz edemem ama diziyi bu denli sansasyonel yapan şeyi yakalayamazsanız onu nasıl ilgi çekici bulabilirsiniz?
Bu diziyle ilgili söylemek istediğim ilk şey, dizinin baş karakterinin bir kahraman olmadığıdır. Kahraman, değişim-dönüşümler geçiren kurgu kişisidir. Oysa House kesinlikle böyle bir kurgu kişisi değildir. Aksine, o değişime, dönüşüme zerrece inanmamaktadır, çünkü asla değişemediğini 8 sezon boyunca seyirciye göstermektedir. Demek ki inanmıyor ama değişimi arzuluyor. Bu da demek oluyor ki House da bir arayışın içinde. Üstelik o, ihtimal vermediği ve hatta imkansız olduğunu sürekli deneyimlediği halde bu değişimin arayışından vazgeçemiyor. Onu diğer kurgu kişilerinden ayıransa asla arayışını geçiştirmemesi. Bu konuyu biraz açalım.
Öne çıkan diğer kurgu kişilerine bakalım. Lisa Cuddy, hastanenin dekanı. House bu kadına aşık. Dizinin ilerleyen sezonlarında beraber de oluyorlar. Peki bu beraberlik nasıl sonuçlanıyor? House, Cuddy’nin kendini terk etmesinin ardından derin bir boşluğa saplanıyor ve en sonunda arabayla gidiyor onun evine dalıp hapse giriyor. Bu hadise bir nevi House’un Platoncu anlamda katarsisi. Çünkü House için süreç şu: İyileşmeyi deniyor, iyileşmekten kastı mutlu olmak ama mutlu olmayı beceremiyor çünkü Cuddy kanser şüphesiyle tedaviye başlandığında onun yanında olacak duygusal tepkiyi gösteremiyor. Bunun yerine yaptığı şey ağrı kesici bağımlılığına geri dönmek ve kafası güzel bir şekilde Cuddy’ye destek olmak için yanına gitmek. Cuddy bunu sonradan anladığında House’la yüzleşiyor ve onu terk ediyor. Olayın nesnel anlatımı bu, peki ya perde arkası?
House için mesele şu: Değişememek. House, bu olay öncesi değişmeyi denememişti. Henüz denenmemiş bir şey, aynı zamanda, baş edilebilir bir şeydir; fakat denenmiş ve başarılamamış bir şeyle baş etmek çok güçtür. Bu güçlük nasıl aşılabilir? Şüphesiz katarsisle. House’un buradaki katarsisi ne? Cuddy’nin evine arabayla dalmak. Şunu net bir biçimde ifade etmeliyim ki bu dizi baştan sona kadar çıplak gerçekliği seyircinin gözünden kaçırmayan bir dizi. Hiçbir inancı doğrulamaya ya da yanlışlamaya çalışmıyor. House’un bu hareketi ile gösterdiği şey açıkça şiddetin gerekliliğidir. House, eğer o anda bu şiddet eylemini gerçekleştirmeseydi asla içine düştüğü psikolojik girdaptan çıkamazdı. Neden?
Çünkü başta da söylediğim gibi House kurgu kişisi asla arayışını geçiştirmiyor. Zeki bir adam ve son derece gerçekçi. Bu nedenden ötürü asla bir yalanla tatmin olamıyor. Birinin yanına gidip ona bugün çok güzel göründüğünü ifade etmek House için imkansız bir şey. Çünkü eğer House birinin güzel olduğunu düşünüyorsa bu kişi kesinlikle bir kadındır ve onu güzel bulması demek seksle ilgilidir. Bu yüzden böyle bir durumda kadının yanına gidip memelerine yahut poposuna müstehcen bir övgüde bulunmak son derece normaldir. Yaşamı çılgında yaşamak ya da açık fikirli olmakla ilgili bir şey değildir bu. Bu çok daha karmaşık ve uzlaşısı mümkün olmayan bir durumdur. Kısacası karşımızda bir sosyopat var ama bu sosyopat son derece de samimi ve gelişime neden olan, yine de kendini değiştirip dönüştüremeyen bir kurgu kişisi. Zaten dizinin ana trajedisi de bu.
Yine de diziyi bu denli kıymetli yapan başka bir şey var sanki. Bu şeyi bulmak için dizideki her ana kurgu kişisini bir sembolle karşılamak ve söz konusu kişiler arasındaki ilişkileri bu sembolik karşılıklar bağlamında düşünmek gerek sanırım. Şöyle ki ana kurgu kişisi House’u zekanın sembolü olarak görebiliriz. Kendinden daima emin, daima mantıksal çıkarımlarda bulunur ve yalın gerçeklerden hiçbir surette kaçmaz ama buna karşın o da bir arayış içindedir, açıkça mutluluğu aramaktadır ve bu arayışını da insanlar arasındaki ilişkilerde gerçekleştirmektedir. House hiçbir zaman mutluluğu tek başına erişilebilir bir şey olarak görmez örneğin. Onun için mutluluk sevmek ve sevilmekle mümkündür ve bu da ancak onun diğer insanlarla arasındaki ilişkide mümkündür. Cuddy’nin sembolik karşılığı ise iç güdülerdir. Cuddy, hastaneyi çekip çeviren, birleştirici, bütünleştirici bir figür. İrade sahibi ve açıkça liderlik özellikleri göstermekte. Buna karşın son derece derin korkuları ve çekinceleri de var. Kendi yaşamını düzenlemek noktasında da profesyonel bir tutum içinde olduğu için aile kurmakta, bir adamla yaşamını birleştirmekte büyük sorunlar yaşıyor ve en çok istediği şeylerden biri olan anneliği doğal yollardan tadamıyor. Bunun yerine bulduğu ilk çözümse sperm bankası aracılığıyla hamile kalmak oluyor. Bu çözümü tatbik etemediğinde bulduğu ikinci çözümse bebeklikten bir çocuğu evlat edinmek oluyor. Kurgu kişisinin karakter özelliklerine baktığımızda da iç güdülerin oldukça baskın olduğunu görebiliyoruz. Bu bağlamda House-Cuddy ilişkisini değerlendirdiğimizde de oldukça farklı bir bakış açısı kazanmış oluyoruz.
House’un tek arkadaşı olan James Wilson’ın sembolik karşılığı ise empatidir. Wilson, ilk bakışda son derece anlayışlı, düzenli, son derece uyumlu bir kurgu kişisidir. Bununla birlikte birçok evliliği yürütememiş, dizinin 8 sezonu boyunca House’dan çok da farklı sonuçlar alamamış birisi.
Bu üç kurgu kişisinin aralarındaki ilişkileri sembolik karşılıkları ile birlikte düşündüğümüzde gerçekten de oldukça darklı bir bakış açısıyla diziye bakmış oluyoruz. Zekanın tek dostu empati ve değişip dönüşmek için varlığına delicesine ihtiyaç duyduğu ise iç güdüler. Bu ilişkiler ağında patron olan iç güdülerdir ve diğer iki unsuru bir arada tutup yöneten de odur (8. sezona kadar). Peki ne oluyor da iç güdüler yönetimden çekilmek zorunda kalıyor? Zekayı terk ediyor. Zekanın buna verdiği tepki ise oldukça radikal ve bu tepki üzerine empati de zekaya sırtını dönüyor, zeka hapsedilip uzun bir süre denklemden tamamen izole ediliyor. Bu sürecin sonunda ise öğreniyoruz ki iç güdüler istifasını vermiş, yerine ise zekanın ekibinden biri olan Foreman yönetime gelmiş. Çok ilginç değil mi?
Şimdi House’un dizideki ilk ekibine bir göz atalım. İlk etapta House’un üç kişilik bir ekibi var. Bunlar Foreman, Chase, Cameron. Aynı sembolik dili bu üç kişi içinde kullanalım. Buna göre Foreman’ın sembolik karşılığı ego olarak görünüyor. Chase’in sembolik karşılığı id, Cameron’ın ise süper ego. Bu üçlün patronu ise House, yani zeka. Zeka, ekibini alışagelmiş tarzın çok dışında bir tarzla yönetiyor. Onları sürekli olarak çatıştırıyor ve kendilerini zorlamaları yönünde teşvik ve hatta zorlamada bulunuyor. Gerçekten de söz konusu kurgu kişilerinin karakter analizlerine baktığımızda onlardaki baskın özellikleri bu sembolik karşılıklar bağlamında açıklamak mümkün. Foreman alt sınıftan gelen siyahi bir doktor. Büyüdüğü çevre suçla içli dışlı bir çevre. Kendisi de reşit olmadan evvel ergenlik döneminde araba hırsızlığına karışmış ama azmederek kendini o bataktan kurtarmayı başarmış biri. Birçok anlamda liderlik özellikleri gösteriyor ve öne çıkmayı seviyor. Chase’e baktığımızda ise onun son derece yakışıklı bir erkek olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte üst sınıftan bir aileye mensup, yani maddi durumu gayet iyi ama o da “baba parasına” sığınmak yerine kendi ayakları üzerinde durmayı tercih etmiş, becerileriyle var olmayı kendine dert edinmiş biri. Hedefe giden yolda soğukkanlı kalmayı başaran ve dini inancı olmasına rağmen çok da soyut ilkelerle hareket etmeyen, gayet pragmatist görünen bir karakter. Cameron ise Chase’in tersine soyut ilkeleri olan bir karakter. Doğru-yanlış ayrımları üzerinden kendine kimlik belirleyen ve bu kimlik uyarınca yaşamını inşa eden bir kadın. Cameron da son derece çekici bir kadın olmasına rağmen becerileriyle bir yerlere gelmeyi dert edinmiş bir karakter.
İd, ego, süper ego ve onların patronu olan zeka ve zekanın tek dostu empati ve son olarak hepsinin patronu olan iç güdü. Bu denklemde görünen şey şu: id, ego, süper ego üçlüsünün üst kategorisinde zeka, iç güdü ve empati yer alıyor. Ego, son derece disiplinli ve liderlik için oldukça istekli. Süper ego ise grubun doğru-yanlış ayrımlarının merkezini oluşturuyor. Gruba kimlik kazandıran o. İd ise zekanın doğrudan alt kategorisine düşüyor. Dizide idi sembolize eden kurgu kişisi Chase baktığımızda onun iki kere zekaya, yani patronu House gibi olmaya sıçradığını görüyoruz. Dizinin son bölümlerinden birinde de bizatihi House’un yokluğunda o olmaya soyunup vakayı çözdüğüne şahit oluyoruz. Bütün bunlar bize ne anlatıyor?
İd, hayvansal arzuların benliği olarak bilinir. Acaba sadece bu mudur idin gerçeği yahut hayvansal arzular tam olarak ne anlama gelmektedir? Esasında id, libidonun, yani yaşam enerjisinin kendini, kendi gerçekliğini arayışının bir ifadesidir. Hayvansal arzular denilerek olumsuz bir çağrışımsal değerde ifade edilen şey, yaşam enerjisinin kendini arayışından başka bir şey değildir. Onun esası budur. O, kendini kendinde arar ve onun ne olduğuna bakılırsa eğer, coşkun bir akış olduğu görülecektir. Tehlike anında kendini ne pahasına olursa olsun korur. Bir şeye karar vermişse, muhakkak o kararı noktasında keskin bir odaklanmayla hareket eder. Chase’in dizideki serüvenine bakacak olursak da aynı şeyi onda görebiliriz. House’u satması gerektiğinde, kendini korumak için bunu yaptı. Babası evi terk ettiğinde de annesine ve kardeşine katlanmıştı ama yıllar sonra konusu açıldığında annesinin intihar etmiş olmasını tercih edeceğini söyledi. Buna bencillik mi diyeceğiz? Bu bencillik midir? Burada bir erdem bulamaz mıyız? Eğer bulamazsak, House neden kendini satan elemanını kovmadı? House’un orada gördüğü ve bizim göremediğimiz şey nedir?
Chase, Cameron’a aşık olur. Cameron dediğimiz kurgu kişisi, evvelinde House aşık olmuş, ona ondan hoşlandığını söylemiş biri. Cameron bunu neden yapıyor? House’un yorumuna göre o, sefil durumdaki insanlara doğal bir yönelim duyuyor ve bir şekilde onların yaşamlarına girerek kendini tatmin ediyor. Cameron bunu neden yapıyor? Burada süper egonun kimlik arayışını görmek mümkün. Süper ego, bir biçimde kendini doğru-yanlış ayrımlarında var etmenin benliği. Onun için önemli olan bu. Aynı şeyi Chase için söyleyemeyiz. Chase, kendini doğru-yanlış ayrımlarında var etmiyor; onun için önemli olan şey kendi yalın gerçekliğini yaşamak. Tabi burada A tipi karakterlerden bahsediyoruz. Her şeyin temelde iki yönü vardır; bunlardan biri olgun, diğeri düşkündür. Olgun yön bağlamında id, kendi yalın gerçekliğini yaşamaktan şunu anlar: Kendi yalın gerçekliğini keşfetmek ve her keşif anında onunla bütünlenmek. Düşkün yön bağlamında id, kendi yalan gerçekliğini yaşamaktan şunu anlar: Arzularımı tatmin etmeliyim ki haz duyabileyim ve bu berbat durumdan biraz olsun kurtulabileyim. Aynı şey süper ego için de geçerlidir. Olgun yön bağlamında süper ego, doğru-yanlış ayrımlarında kimlik inşa etmekten şunu anlar: Ben doğru ve yanlışın ayrımına muktedirim, o halde bu kudrette kimliğimi inşa etmeliyim, bunun için de bu kudretle bütünlenmeliyim. Düşkün yön bağlamında süper ego, doğru-yanlış ayrımlarında kimlik inşa etmekten şunu anlar: Doğrular ve yanlışlar vardır ve ben de doğruların safında olarak iyi insan olurum. Burada problem nedir?
1- Doğrular ve yanlışlar vardır demek, verili olduklarını söylemektir. Eğer doğrular ve yanlışlar verili ise burada kişinin özneliği yoktur. Doğru ve yanlışları zaten onun dışında, hazır bir biçimde bulunmaktadır. Onun tek yapabileceği, bu verili şeylerden birini seçmekten ibarettir. Bu da son derece pasif bir kişiliğin açığa çıkmasına neden olur.
2- Kişi, verili doğruların safında olmanın iyi insan olmanın ön koşulu olduğunu savunarak aslında kendisini zorunlu olarak kurgusal bir varlığa dönüştürmekten bahsetmektedir. Çünkü, eğer iyi insan olmak istiyorsanız, verili doğruları yapmalısınız. Bu doğrular sizin etleminiz mi, hayır; aslında sizin eyleminizi koşullayan birer inanç. Bu halde sizin özgür ve özgün olduğunuzu söylemek mümkün mü, hayır. Eğer özgün ve özgür değilseniz ne olmuş oluyorsunuz? Elbette ki taklit ve esir.
A tipi karakterler, her şeyden önce gelişime açık kişiliklerdir. Kendilerinde baskın gelen benlik yönelimlerinde de düşkünlük pozisyonunda kalamazlar. Onlar için yol hep vardır ve gidilmelidir. Durmak, oldukları durumla yetinmek söz konusu değildir. Bu halde House’un ekibindeki hiçbir kurgu kişisinin düşkün yönde bir sembolik karşılığa sahip olduğunu düşünmemek gerekir.
Birinci partiyi toparlayacak olursak, şunları söyledik:
1- Dizideki ana kurgu kişilerin hepsinin psikolojiden aldıkları birer sembolik karşılıkları olduğunu düşünmek gayet olanaklı.
2- Bu sembolik karşılıklar iki ana kategoride değerlendirilebilir. Buna göre üst kategoriyi zeka(House), iç güdü(Cuddy), empati(Wilson) oluştururken alt kategoriyi de id(Chase), ego(Foreman), süper ego(Cameron) oluşturuyor.
3- Sembolik karşılıkların kategorik dizilimine bakıldığında karşımıza Antik Yunan mitolojisini andıran bir sistem çıkıyor. Tepede üç tanrı/sembol ve altında diğer tanrılar/semboller… buna göre sanırım Zeus, House. (Şaka) Yine de durum mitosları andırmıyor değil. Dizinin finalinde House’un yerini alan Chase’di. 8. sezon itibariyle Cuddy’nin yerini alansa Foreman’dı. Evet, Wilson’ın yerini mesleki anlamda Cameron almadı ama zaten Wilson’ın dizideki önemi mesleki konumuyla ilgili değildi. O, House’un tek dostuydu. Final bölümünde House, kendi bilinçdışıyla halüsinasyonlar görmek suretiyle iletişim kurduğunda onu ters psikolojiyle yaşamaya ikna eden hayali kişi Cameron’dı. Bu da esasında Cameron’ın Wilson’ın yerini aldığı andı, elbette sembolik olarak(!).
Devam edecek…
Yazan: Özkan Bakioğlu
0 Yorum