Emirhan Akman
İnsan için bazı fiziksel zaruri ihtiyaçlar vardır. Su ve oksijen bunların en temellerindendir. Biyolojik gereklilik, hayati gerekliliktir. Su ve oksijenin yokluğunda ‘insan’ ve hatta ‘canlı’ varlığından bahsetmemiz gereksizdir. Zaruri ihtiyaçlar yoksa, başka şeylerin varlığını konuşmak da kıymetsizdir.
İnsanı tanımlamak, bin yıllardır dünyada yer aldığı, çok uzun bir tarih içinde bulunduğu için oldukça güçtür. İndirgemeler böyle durumlarda gereklidir: İnsan hem biyolojik bir varlıktır, hem de sosyal. Sosyal bir hayvan olarak tanımlanan insan, düşünür ve sosyalleşmesi ‘dil’ üzerinden gerçekleşir. Nasıl biyolojik ihtiyaçlar için su ve oksijen gerekliyse sosyalleşmek için ‘söz’ ve ‘sözcüklere’ gereksinim vardır. Dil sistemi bizi bir iletişim ağına, öteki ile karşılaşmaya hazırlar. Konuşmak ve ‘öteki’ ile karşılaşmak için su ve oksijeni sağladıktan hemen sonra ağzımızı açtık. Ağzımızı açtık ve birtakım sesler yoluyla iletişim kurmaya başladık. Daha sonraki aşamada artık yazabiliyorduk. Sözcükleri, kelimeleri kaydetme aşaması insan için başka bir dünya daha açtı: Bilgiyi aktarmak ve tartışmak, artık sadece sözle değil, kalem yoluyla da gerçekleşebiliyordu. Peki insandan kelimeleri ve sözcükleri alırsak ne olur? Biyolojik olarak su ve oksijen olmadığında olacak olan şey olur: İlkinde insanın kendisi, ikincisinde ise düşüncesi/sosyalliği ölür. Kelime ve sözcükler olmadığında ‘öteki’ kaybolur, iletişim durur. Bu tarihi dondurma girişimidir. Olan her şey olduğu gibi kalmakla mükellef bir hale kavuşur, hareket yoktur. Hareket yoksa her şeye çoktan karar verilmiştir.
Türkiye’de her ideolojik mahfil söz ve kelimeyi öldürmeye teşebbüs etmektedir, hatta vaziyet ortadayken itiraz etmek bir gerçeği ertelemektir: Söz ve kelime Türkiye’de mevtadır. Türkiye’de ötekine olana tahammülsüzlük, kelimeleri esir etmek ve onları mahkûm etmekle gerçekleşmektedir. Bu düşünmeyi iptal etmek, yok etmek anlamına gelir. Her ideoloji kendi asr-ı saadetine dönüş sanrısıyla, cenin pozisyonunda beklemektedir, herkes kendi köşesindedir.
Türkiye’de barış kelimesinin hâlini düşünmeye başlayalım mı? Eğer bir kimse siyasi bir yazısında ‘barış’ kelimesini kullanacak olur ya da barış talep ederse muhtemeldir ki HDP’li olmakla ya da fazla ‘yumuşak’, hatta ‘hümanist’ olmakla suçlanacaktır. Türkiye’de ‘barış’ kelimesi üzgünüm ki HDP’ye aittir. Bu hem onların devamlı ‘barış’ kelimesini istismar etmelerinden hem de onlar gibi düşünmeyen bizlerin, bu kelimeyi kullanmakta korkak davranmamızla ilgilidir. Barış kelimesi siyaset yazılarında adeta sözlükten çıkarılmıştır, tutsaktır. Barış kelimesi tarihte bir partiye (HDP’ye/Kürt siyasetine) ait olarak dondurulmuş görünmektedir. Barış kelimesini geri almalıyız, günlük dilimize tekrar katmalıyız. Aksi durumda bir kelime eksik olarak düşünmek zorunda bırakılmaktayız. İçinde barış olan yazıları itham etmeden önce bağlamını dikkatle incelemeliyiz.
Yeni anayasa kavramı da Türkiye’de ilginç bir hâle bürünmüştür. Türkiye’de yeni anayasa talebini İslamcılar, liberaller ve Kürtçüler dile getirilebilirler ancak Kemalistler bundan bahsedemezler. Bir yazınızda geleceğe atıfla ‘yeni anayasa talebi’ dile getirirseniz muhtemelen Kemalizmden Kemalistler tarafından tekfir edilebilirsiniz. Tekfir edilmediğiniz her durumda size ‘acaba’ ile bakılır, yazınızın ya da düşüncenizin bağlamına bakılmaz, tecrit altına alınırsınız. Hâlbuki 1982 Anayasası’nın neyini savunsun bir Kemalist? Ama teori olmadığında, sadece saldırılara yanıt verme ve refleksif bir düşünme şekli benimsendiğinden bunun üzerinde düşünmeye bile ihtiyaç yoktur. Yazınızda bunu talep ederseniz eminim ki paylaştığınız hangi mecra olursa olsun, altında sizi itham edecekler, tekfir edecekler olacaktır. Peki Kemalistler yeni anayasa talep etmeyecekler mi, edeceğiz, hatta buna mecburuz. Eğer rejimin değiştiğini kabul ediyor ve yenisini kurmak istiyorsak elbette yeni anayasa talebimiz olacaktır, artık bunu gündeme almalıyız. Bu elbette kelimeleri özgürleştirerek, düşünceyi etiketlerden arındırarak olacaktır.
Bir diğer kelime de ‘Türk’tür. Eğer herhangi bir mecrada, sokakta, bir kafede Türküm derseniz muhtemeldir ki faşist ya da ırkçı olmakla suçlanacaksınızdır. Türkseniz ırkçı ya da faşist olma yükümlülüğünüz vardır. Muhtemeldir ki siyasal İslamcılar, liberaller ve Kürtçüler sizi adeta kimliğiniz yüzünden suçlayacaktır. Hâlbuki belki de hiç öyle biri değilizdir ama kimliğimizi de seviyoruzdur, ki bu en doğal olanıdır.
Peki ya sivilleşme? Sivilleşmeyi sadece ‘liberaller’ kullanabilirler. Kemalistlerin çünkü hakîkâten de askerle işi olmamış mıdır? Olduysa, hadi yöntemi doğru kabul edelim, ortada asker kalmış mıdır? Elde anahtar var ama araba yok, demek o anahtar işe yaramıyor. Kemalistler iktidarı alma konusunda sivilleşmelidir, tekrar ediyorum buradan. Tarihi yöntemlerini gözden geçirmeliler. Bunu dedikçe tek bir şey işitecek bu satırlar: Liberal sözler bunlar… Peki söz haklı mı? Ona dair bir fikir yok, sadece saldırmak, yok etmek için refleksif tavırlar var. Kemalistler sivilleşmeden bahsedemezler, yasaklı kelimedir bu onlar için.
Türkiye’de insanlar sözlü ya da yazılı fark etmeksizin muhataplarını dinlerken kafalarında sadece ‘savunma’ hâli olduğundan, karşıt fikri ‘hâlbuki, acaba, belki’ gibi kelimelerle dinlemezler. Bu her fikri, ideolojiyi bir ‘cemaat’ yapısına dönüştürmekte. Sürekli tahkim, sürekli kendine benzer insanları dinlemek ve çapraz okumadan yoksunluk. Tek kitaplı adamların ülkesi Türkiye. Her şey siyah ya da beyaz, hâlbuki anlamak ‘gri’ alandadır. Siyah ve beyaz; savunma/saldırı ikiliğidir, farka tahammül yoktur. Besim Dellaloğlu “Türkiye’de bağımsız entelektüel pek yoktur. Cemaat aydını vardır. Hep bir cemaate yazılır. Cemaatler üstü, sadece kendi cümlelerini kuran entelektüel yoktur.”* derken derdimizi doğruluyordu. Şükrü Erbaş’ın “Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz.” hatırlatması zihnimde yankılanıyor, biçim almayacağız vereceğiz, başka çaremiz yok. Bunalıyoruz, hararetlendik ama bu sıkışıklığı aşacağız. Eğer biçim alacaksak yola zaten hiç çıkmamalıydık.
Davetim kaybettiğimiz ya da kullanmaktan korktuğumuz kelimeleri geri alarak tarihi/düşünceyi tekrar serbest bırakmak üzerinedir. Kartacalı Hannibal’ın kararlığıyla ifade edersek: “Ya bir yol bulacağız ya da bir yol yapacağız.”
* Besim Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi, s. 34
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?