Yunus Emre Akbaba
Joker, Batman’in en büyük düşmanı, Gotham şehrinin büyük belalısı, çizgi roman dünyasının yaramaz, bir o kadar da tehlikeli karakteri, palyaço makyajı ve kişilik bozukluğuyla ortalığı kasıp kavuran anti kahraman. Evet, onun için kesinlikle anti kahraman tanımı yapılmalı. Kötü karakterin benimsenip sevilmesi anlamında nadir karakterlerden biri. Eylemlerinde kullandığı mizah, alışılagelmişin dışında hareketleri ve tabii ki de o uslanmaz sivri dili. Daha sayacağımız birçok özelliğiyle Joker hem çizgi roman hem de sinema dünyasının en renkli karakterlerinden biri.
Tarihte birçok aktör tarafından canlandırılmış, Tim Burton yönetmenliğinde 1989 yılında vizyona giren Batman filminde Jack Nicholson tarafından farklı bir yorumla oynanmış, C. Nolan’ın 2008 yılında Heath Ledger ile birlikte tabiri caizse arşı aleme taşınmıştı. Özellikle Heath Ledger öyle bir Joker oynamıştı ki, seyirci artık bunun üzerine bir performans çıkamayacağını daha film vizyondayken düşünmeye başlamıştı. Film vizyona girmeden Heath Ledger’ın ölümü bu karakter yorumunu daha da ölümsüzleştirmişti. Bir süre sonra Jared Leto ile tekrar beyaz perdede görme fırsatı yakalasak da, izleyici pek tatmin olmuşa benzemiyordu.
Çok kısa süre sonra ise o haber geldi, 2017’nin Ağustos ayında DC ve Warner Bros, Joker filmini duyurdu. Tabii seyirci Heath Ledger’ın çıkardığı çıtayı aşabilecek bir performanstan ümidi kesmişti. Bazı kesimler ise Jared Leto’nun yarım bıraktığı işi bitireceğini düşünürken sinema dünyasını heyecanlandıran diğer haber hemen ardından geldi; Joker makyajını bu kez usta oyuncu Joaquin Phoenix’in yüzünde görecektik. Üstelik yine ilginç bir şekilde daha önce Hangover serisi gibi komedi filmi ağırlıklı çalışan Todd Phillips, Joker filminin yönetmenliğini üstlenecekti. Bu film alışılagelmiş algının dışında sadece Joker’in hikayesine odaklanan bir solo film olacaktı. Günler birbirini kovaladı, çekimler başladı, setten fotoğraflar yayınlandı ve nihayet ilk teaser’lar gösterilmeye başlandıktan sonra o muazzam trailer yayına verildi. O andan itibaren herkesin aklında tek bir soru vardı: Joker yılın filmi olacak mıydı?

Gelelim filme… Joker tam anlamıyla müthiş bir karakter filmi. Yönetmen-oyuncu işbirliğinin çok iyi bir örneği. Joaquin Phoenix tahmin edildiği gibi muazzam oyunculuğuyla filmi alıp götürüyor. Gözünüzü bu muhteşem oyunculuktan bir dakika bile ayıramıyorsunuz. Öyle ince çalışılmış bir karakter ki, sigara tutuşundan yolda koşmasına, koltukta oturuşundan, televizyonda en sevdiği talk show’u izlerken yüzünde beliren hayranımsı gülüşüne kadar ilmik ilmik dokunmuş bir karakter ortaya çıkmış. Üzerine Todd Phillips’in ortaya çıkardığı o karanlık atmosfer ve bu atmosferi süsleyen detaylı sinematografi, filmin albenisini arttırıyor. Arthur’un o epik dans figürlerini yansıtan, filmin dark dünyasıyla birebir uyum içerisinde süregelen hikaye-müzik ahengi, seyircinin karakteri benimsemesinde oldukça önemli bir yer kaplıyor.
Peki tüm bunların yanında yılın en iddialı yapımlarından biri olan Joker Oscar ödüllerinde en iyi film ödülünü alabilir mi? Bir önceki paragrafta sözünü ettiğimiz etkenler bunu onaylıyormuş gibi görünse de şahsi fikrim, hayır. Çünkü bir filmin iyi karakter boyutunun ötesinde aynı zamanda iyi bir hikayesinin ve iyi bir hikaye anlatısının olması kesinlikle şart. Öncelikle bu filmde algılarımızın biraz dışında bir Joker görüyoruz. Aslında Joker değil de, toplumdan soyutlanmış, bir köşeye itilmiş, yeri gelince dayak yiyen, annesiyle birlikte yaşayan, ruhsal problemleri olan, oldukça çekingen ve korkak Arthur’un hikayesini izliyoruz. Bütün bunlara rağmen hayalleri de olan bir karakter… Kapital dünyanın tekelinde olan bir şehir, ve bu dünyaya yavaş yavaş sesini yükselten insanların arasında başka düşleri olan Arthur arasında gidip geliyoruz. Filmin son sekansına kadar tam anlamıyla bu hareketlenmenin içinde bulamıyor kendisini. Tabii sinema seyircisinin algısında kalmış tamamen zeki, tehlikeli planları olan, kaos çıkarmaktan çekinmeyen, ahlaki kurallarını bir kenara itmiş, en kötü kararları almakta tereddüt etmeyen, parayı kesinlikle önemsemeyen Jokerlerin dışında bir Joker bu. Aslında o Joker’e doğru uzanma evresi. Dolayısıyla itilen kakılan dayak yiyen bir karakteri görünce “Bu nasıl Joker?” diyebiliyoruz. Annesi ve kendisiyle ilgili bazı gerçeklerin gün yüzüne çıktığı sırada, kendi dünyasında sıradan bir hayat süren Arthur, belki de ömründe ilk defa peşinden gidecek bir şeyi buluyor: Geçmişi…

Hikaye Arthur’u Joker olma yoluna iten etkenin geçmişindeki karanlık noktalar olduğunu gösteriyor. Toplum içinde yükselen seslerin temsilcisi olma sürecini tıpkı seyirci gibi biraz geç fark ediyor. Evet bu bir karakter filmi ama aynı zamanda anlatmak istediği “Nasıl Joker oldu?” kısmına değil de, Arthur’un kişilik bozukluğu, psikolojik dünyası ve çevresine duyduğu öfke birikimine o kadar çok odaklanmışlar ki, insanlar içinde fenomen olması son bölüme sıkıştırılmış. Ki bence asıl mevzu karakterin ezilmiş ruhunu toplumda gördükten sonra farkındalığa kavuştuğu, yavaş yavaş Joker’e doğru evrildiği bölüm. Hikayede sürekli Arthur’un kendi dünyasında değil bu kısma daha ağırlık verilseymiş sadece tek bir oyuncunun performansı yerine hikayenin de konuşulduğu bir film olacakmış. Çünkü asıl çatışma ve bu çatışmanın kaosa dönüşmesinin ihtişamı burada yatıyor.
Evet belki Oscar son yıllarda “en iyi film” ödülünü hikayesi kuvvetli filmlere vermiyor, lakin ödülün dışında bir filmin “film” olabilmesi için hikayesinin de kuvvetli olması gerekiyor. Joker iyi bir karakter filmi, ancak karaktere odaklanayım derken hikayenin üzerine olması gerektiği gibi düşülmemiş bir film. Kim bilir, belki de ikinci film tamamen buraya odaklanacaktır. Umarım öyle de olur… Joaquin Phoenix’in en iyi erkek oyuncu ödülünü alıp götüreceği zaten gün gibi ortada. Fakat aynı şeyi en iyi film ödülü için söyleyemeyeceğim. Zira karşısında 1917, The Irishman ve Parsite gibi oldukça iddialı yapımlar var.
Dipnot: Joker karşılaştırması

Joker filminde karakteri Joaquin Phoenix’in oynayacağı duyurulduğu zaman sinema dünyasında hemen bir karşılaştırma yapılmaya başlandı. Çoğu kişiye göre tüm zamanların en iyi Joker uyarlamasını ortaya koyan Heath Ledger’ın performansı bu sefer gölgede kalacak mıydı? Burada kıyaslamanın ötesinde iki karakterin canlandırıldığı filmleri ele almakta fayda var. Joker tam anlamıyla bir karakter filmi. Yani performans olarak daha konforlu bir yapım. Dark Knight ise bir Batman filmi. Joker bu filmde Batman’in en azılı düşmanı konumunda. O yüzden iki oyuncunun yer aldığı yapımlar burada ayrım gösteriyor. Heath Ledger tamamiyle bir Joker, tam anlamıyla hazır bir karakter, Arthur ise henüz Joker olma yoluna doğru evrilen, henüz o psikopatlık seviyesinde olmayan bir yerde. İkinci filmde bu seviyeyi izleyebilir miyiz, bizi nasıl bir hikaye bekliyor bilmiyoruz. Ama daha ilk filmden o seviyeye ulaşacağı aşikar. Kişisel yorumum ise her ne kadar bu isim Joaquin Phoenix bile olsa, belki duygusal yaklaşacağım ama, sanırım bundan sonra Joker olarak Heath Ledger’ın o eşsiz yorumunu bir daha göremeyeceğiz.
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?