HARARET: Emirhan Akman’ın Eskiyen Kemalist paradigma yazısına eleştiri olarak yazılan Mehmet Öge’nin Bir Kemalizm eleştirisinin eleştirisi yazısını paylaşmıştık. Şimdi de Emirhan Akman’ın “eleştirinin eleştirisine eleştirisi”ni okurlarımıza sunuyoruz.
Emirhan Akman
Okunmasını umarak yazdığım bir yazının birisi tarafından önemsenerek yazı yoluyla eleştirilmesi umut verici. Demek bir şekilde ses yankılanıyor, demek bir şekilde bir yere dokunuyor sesimiz. Bu nedenle Mehmet Öge’ye teşekkür ederim.
Hatırlatma
Bir yazı yayınlandıktan sonra muhataplarının algı, bilgi, görgü ve genel olarak kültürüne göre algılanır, bu yazının kaderidir. Yazı bitmiştir, sadece yankısı duyulur. Yazar kayıptır, yazı okuyanla baş başa kalmıştır. Bu yüzden Öge’nin eleştirisini okurken ilk düşündüğüm şey yazıyı hangi arzu ile, hangi nedenlerle yazdığımın anlaşılması olmalı diye düşündüm. Çünkü birçok açıdan Öge’nin beni anlamasını engelleyen prototip düşünceleri var, bunları zamanı gelince maddeleyeceğim.
Yazı Kemalizmin iki türlü doğada var olduklarını kabul ediyor: bir rejim düzeni olarak Kemalizm, bir de demokratik hayatta yarışan Kemalizm. Bu bağlamda rejimin değiştiğini, rejimde kadrolu olmayan siyasette yer alan Kemalistlerin, bunun farkına varmaları gerektiği konusuna odaklanıyor. Rejim değişti, Kemalistler artık çok daha hayati tartışmalara odaklanmalılar ve 90’lardaki bakış açılarını değiştirmeliler. Çünkü Türkiye çok büyük bir çatallanmaya doğru gidiyor, aynı dünya gibi. Avrasya’da mı yer alacak, Batı’da mı? Bu hem coğrafi, hem de değerler manzumesi olarak önemli bir soru. Yazıda da ısrarla diyorum ki, Türkiye ‘Batılı değerler manzumesi’ tarafında yer almalı. Nedir bunlar? İnsan hakları, demokratik rejimler, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü kurumsal yapılar. Ve en sonda da Kemalistlerin önünde yeni bir yol var, iyi/kötü diyebilirsiniz rejim düzeni olarak Kemalizme ama bu rejim yıkıldı, İslamcılar yıktı bunu. Şimdi önümüzde bir ‘ergenlikten, çocukluktan’ kurtulma şansı var. Vesayet düzenine, yani askere, yargıya güvenmeden tamamen kendimize güvenerek iktidar olma, siyaset yapma şansı. Bu nedenle de her şeyi önce eleştirmeli, yeniden gözden geçirmeliyiz. Yıkmamız gerekeni yıkmalıyız, yoksa yeniyi inşa edemeyiz. Özetle yazımın söylediği budur.
Prototip bir Kemalist üzerine bazı notlar
Mehmet Öge’nin eleştirilerine madde madde yanıt vermek çok güç. Yazı kompozisyon olarak kötü. Parçalar birbirinden birleşmeyecek derece kopuk. Benim bu yazıdan faydalanma şeklim Öge’nin yanıt verme tarzı ve argümanlarının bir prototip haline getirilmesi olacak. Kemalizm için şu an en hayırlı şey Öge’nin düşüncelerinin prototip halinde maddelendirilmesidir çünkü Öge yalnız değil, tam da benim yazımın bahsettiği yıkılması gereken, yıkmamız gereken bir prototipin temsilcisi. Kemalizmin içinde bir nüve olarak kalması gereken ama geneli iştigal etmemesi gereken bir portre.
Ⅰ. Romantik, ajitasyon ve propaganda dili.
Metnin genel bir ‘ajitasyon’ ve ‘propaganda’ dili olması, her zaman etrafta birileri varmış, herkes bizi dinlemeli/dinliyor gibi bir sanı ile yazılması önemli. Halka sesleniş kabilinden bir tutum bu. Tanımlamalar hep fazla genel, hep fazla romantik. Slogan atıyor devamlı Öge. Sakız gibi cümleler var, devamlı çiğneniyor ama tadı kaçmış. Bazı örnekler. Okuyun, ne anlıyorsunuz?
“Bir ulusun,
kendi niteliklerini yok sayarak tüm milli varlıkları, pazarı ve şerefi uygarlık kazanacağı düşünülen AB-D ülkelerince gasp edilmişken, hala var oluş ve geleceğini, o sömürgen ülkelerin -sadece vaat ettiği- bir uygarlıkta aramak, herhalde ya çaresizlikten ya da yakın tarihi boyunca süren emperyalist destekli siyasal İslamcı, etnik ayrımcı, federatif hedefli karşı devrim sürecinden habersizlikten olsa gerek”.
“Biraz daha konfor karşılığında, emperyalist egemenlere karşı direnmekten, isyan etmekten bir çırpıda vazgeçen “Sarı Yelekliler”in suç ortaklığını anlayamamak ve hatta onlardan devrim beklemektir;”
“Kemalizm insandan yana olmaktır. Ulusal bütünlük içinde sevgiyi, tasayı ve fazlayı ayrımsız paylaşmaktır. Tek koşul, Türk olabilmektir. “
“Asıl kriz,
Tüm insanlığın değeri olan Türk Devrimi’ni ve onun yarattığı ve yok edilmek üzere olan İLK millet egemen ulus devlet ayrıcalığını görememektir.”
“…Türk Ulus Devleti’nin her şeyden önce kendi öz uygarlığının nimeti olduğunu anlamayacak derecede geçmişinden habersiz olmaktır. İnsanlığa, bağımsız ve onurlu bir yaşamın reçetesini sunmuş olduğunu haykırmaktan vazgeçiştir. “
“Türk Ulus Devleti’nin her şeyden önce kendi öz uygarlığının nimeti olduğunu anlamayacak derecede geçmişinden habersiz olmaktır. İnsanlığa, bağımsız ve onurlu bir yaşamın reçetesini sunmuş olduğunu haykırmaktan vazgeçiştir. “
“Asla izin verilmeyen, onlarca Kemalist’in katledilmesine sebep olan emperyalist örgütlü denetime karşı, Kemalizmin özgürce sivilleşmesini istemek acemice bir istek. Feda olan 68 kuşağının, Denizlerin, Mahirlerin, bizler için yaşamlarını heba eden Mumcu, Kışlalı, Bitlis Paşaların, Hablemitoğulların ne yaşadıklarını anlamamaktır.”
ⅠⅠ. Batı Travması
Kullanılan dilde sorun var, bu kesin. Dil ile düşünme biçimi arasındaki bağ da malum. Dil yanlış, tarihe bakış da yanlış. Nasıl? Öge’ye göre “…küreselleşmenin kurucuları” “…batı uygarlığı sınıfsal çıkarı korumak için kurduğu ulus devlet…” gibi cümlelerde ifade edilmek istenen nedir? Orada bir düşman var, devamlı oyunlar oynuyor. Misalen Öge’ye göre küreselleşme filan, bir yuvarlak masa var. Orada tüm Batı devletleri oturuyor ve diyorlar ki, ee küreselleşiyor muyuz? Oyluyorlar, karar veriyorlar… Ya da ulus devlet, aynı hikâye işte, düşünmeye gerek yok. Neden böyle düşünüyor sizce? Çünkü Batı travması var. Çünkü bilinci Shayegan’ın dediği gibi ‘kültürel olarak şizofren’. Bu nedenle de bilinci kırılmalara uğruyor. Batı Medeniyeti’nin tarihsel gelişimi ile ortaya çıkan bir düzen içinde yaşıyor, bahsettiği Türk Devrimi de bu medeniyete dahil olmak için yapılmış (yaşamak için, zorunluluk) ama Öge aslında Batı’dan nefret ediyor. O yüzden de tarihi çarpıtmak zorunda, tarihi bir düşmanın tarihi gibi okumak zorunda çünkü yenişemiyor, çünkü yenilmiş, içten içe bunun farkında. Bu Batı travmasıdır. Bu travma Öge’yi kapitalizme, küreselleşmeye ve Batı’ya düşman hale getiriyor.
ⅠⅠⅠ. Yalnızlık psikolojisi
Öge’ye göre “Net özet: Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. (sen bu söze de yapışırsın şimdi)”
Kendi ifadesiyle Türk’ün Türk’ten başkası yoktur. Bu da prototip bir düşünme şeklidir, tam anlamıyla bir prototip. Türk yalnızdır, neden? Neden Türk yalnız olsun? Çünkü Türk henüz tarih okumayı bilmiyor ve tarih okurken, hâlâ bir biçimde çocuk gibi tarih okuyor. Çocuk gibi tarih okuyunca, tarihin döngüsünü, çalışma prensiplerini ve nasıl bir dünyada yaşadığımızı fark edemiyor. Etrafında olan her şeyi ‘ben’ merkezli değerlendiriyor. Küresel şirketler, herkes ve her şey bize karşı kuruldu…
Bu ilkel ‘ben’i yıkamamış toplumların düşünme şeklidir, henüz ergen, hala büyüyememiş. Amerika Türkiye’yi çok mu önemsiyor? Hayır, dünyada her kim onun işine yarıyorsa, ona dair kendi pragmatizmini önemseyen programlar yapıyor.
IV. Asr-ı Saadetçilik
Bu da muazzam bir Kemalist prototip örneğidir. Öge şöyle diyor: “Nesnel, gerçek ve yazık ki benzeri kurulamayan, tekrar edilemeyen, 1919 ile 1938 arası gerçekleşen, milli görünümlü büyük insanlık gelişimine yabancılaşmış duruşunuzu sarsmaya çalışmaktan yorulduk.”
Yine büyük sözler, propaganda dili. Ama burada işaret edeceğimiz şey bambaşka: asr-ı saadet fikri. Asr-ı Saadet bir yerde çok dillendiriliyorsa oradaki ideoloji, cenin pozisyonuna dönmeye çalışıyordur. Büyüyemiyor, gelişemiyordur, ana rahmindeki huzurlu dönemine dönmek istiyordur. Mustafa Kemal Kemalizm tartışmaları için ‘huzurlu bir rahimdir’. Orada her şey güzeldir, hiçbir şey kötü değildir. Çünkü kahraman sağ, hayattadır. Kemalizmi sadece bir ‘kişiye’ indirmenin, onu ne kadar anlamaktan uzak olunduğunun da göstergesidir. Kemalizm Mustafa Kemal’dir ama aynı zamanda Türk modernleşmesinin bir evresidir, belki de en önemli evresi şimdilik. Öge asr-ı saadet istiyor. Orayı huzurlu buluyor. 19-38 onun için kutsal dönem, çünkü yaşadığı dönemden tiksiniyor. O kadar bu konu üzerinde düşünmüyor ki, 2020’ye dair düşünmek yerine, 19-38 arasındaki şartları günümüze uyarlıyor. Mesela Kuva-yi Milliye ruhu… Şöyle diyor Öge:
“Bu, iyi niyetli olarak ulus partisinin kurulmasını istemektir aslında. Fakat sevgili Emirhan bu da ancak geçmişini bilen, o bilgi ile bugününü anlayarak bilince çıkmış, yarınlarını kurma özgüvenine ve o özgüvenle ortaya çıkacak dayanışmanın kendiliğinden oluşturduğu (senin küçümsediğin, yerel kuvva örgütlenmelerin çoğalarak ve nihayet bir araya gelerek ulusal ve direngen bir örgütlenme gücüne ulaşması ile mümkündür. (Parti ve örgütlenme ile ilgili olarak Metin Aydoğan’ın “Yönetim Gelenekleri ve Türkler” kitabına bakabilirsin)”
Bir de bana adres gösteriyor, o adres Metin Aydoğan. İyi niyetli, didinen, uğraşan iyi kalpli bir Kemalist ama üzgünüm ki kitapları onlarca maddi hatalarla dolu ve Öge gibi Kemalistleri Aydoğan üretiyor. Tarihe, millete, teoriye, zamanın ruhuna şaşı bakan… Neyse neydi konu? Kuva-yi Milliye. 2020’de 20 yıldır siyasal islam iktidarda. İşgal altında mıyız biz? Ne Kuva-yi Milliyesi, şaka mı bu? AKP bir işgal partisi mi? Yoksa ona oy veren 20 milyon insan Türk vatandaşı değil mi? İlginç, psikolojik olarak da derinlemesine incelenmeli. Politik psikoloji açısından önemli sahiden de.
V. 1938, 9’5 Travması
Şimdilik son olarak prototipe dahil edeceğim son madde bu. Öge gibi Kemalistlerin 9’5 travması var. Onlara göre Atatürk gözlerini son yumduğu andan itibaren karşı devrim başlamıştır. Anında, hemen. Halbuki eğer bu iddia gerçekse, Kemalist devrim çok güçsüzdür. Bu en çok da Atatürk’e ve devrim kadrolarına hakarettir. Halbuki gerçek şudur: 23-38 arası tam da iki dünya savaşı arasıdır. Dünya bir tür restorasyon ve savaşa hazırlık gibi bir süreç içindedir. Atatürk’ün yaşadığı dönem bu açıdan çok kıymetli bir dönemdir Türkiye için. Ancak 38 sonrası II. Dünya Savaşı için kritik yıllardır ve 45’e kadar devam eder. Yani Kemalizm hem dünya savaşı, sonrasında da çok partili hayatla sınanmıştır, zorundadır. Öge buna anlam veremediği için buna ‘ihanet’ demektedir. İhanet demek, süreci anlamayı engellemektedir… Bazı örnekler, yine büyük büyük sözler, sakız cümleler:
“Şunu anlamalayız sevgili Emirhan,
ülkemiz 1940’lardan itibaren Amerikancı siyasal islam’ın karşı devrimi altındadır. AB’den uzaklaştığımız için siyasal İslamcı gerilik içinde değiliz, hem Amerikan hem AB politikaları için ülkemiz siyasal İslamcı gerilik içindedir. Bu kadar basit. Bu eşkiyaların egemenlikleri için ülken, güdümlü federatif İslam Birliği Devleti’ne yönetilmektedir. Bu nedenle Kemalist, ulusçu, tam bağımsızlıkçı Mustafa Kemal Cumhuriyeti bir an önce yıkılmalıdır.”
“2002 öncesi ortalık güllük gülistanlıktı. Herkes ama herkes FETÖCÜ idi. Kozmik oda bile 1960’larda ele geçirilmişti. Siyasal İslamcı siyaset, fedaratif bir sünni İslam Birliği Devleti’ni 1940’lardan itibaren dayatmaktadır. (Bak gördün mü, Kemalizm daha o yıllarda duvara toslamış demezsin umarım) Meseleyi, ısrar ettiğin “Kemalist beceriksizlikle” iktidarın, AKP’ye kaptırılmasına indirgemek, tarihin sağlıklı yargılanmasını engelleyecektir”
“… 1940’lardan sonra canlandırılan Batıcıl liberal(!) öykünmeciliğin, özgürlükçü(!) etnik ayrımcılığın ve eşitlikçi(!) dinci yobazlığın isyanları ile yarım kalmış, emsalsiz TÜRK DEVRİMİ’nin ışığını inkârdır. Kendini, milletini, ulus bilincini küçümsemektir. “
Şimdilik bu kadar. Bu yanıt bir fikrin ilk çekirdeği oldu. Prototip meselesi üzerinde daha çok duracağım.
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?