Platonik Kemalizm*-Saltuk Buğra Yurteri

Konuşmak veya yazmak insanın kafasındaki dağınık toz bulutu halindeki düşünceleri sistematikleştirmesini sağlayabiliyor. Uzun zamandır dert edindiğim ve üzerine düşündüğüm bir konuyu dünkü Anlık dergisi yayını sayesinde kavramlaştırabildim ve orada dile getirdiğim kavramı yazıya döküp kalıcılaştırmak istedim. Başlıktan da anlaşılabileceği üzere bu kavram: “Platonik Kemalizm”. Nedir bu Platonik Kemalizm? Bu kavramın oluşmasında kabaca iki temel var. Uzun zamandır çeşitli Kemalist kişi ve oluşumlarla iç içeyim. Bu kavramın veri boyutunu bu ortamlarda duyup gördüğüm şeyler oluşturuyor. Kuramın temelini ise Niyazi Berkes’ten alıyorum. Nihayetinde Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı gelenekselcilik, muhafazakarlık, “Nizam-ı Alem”, dünyanın dengesi vesaire gibi kavram ve dünya görüşleri ile yenilikçilik, ilerleme, bitmeksizin devam eden bir çağdaşlaşma süreci gibi kavram ve dünya görüşleri arasındaki çatışmayı ele alıyor. Nedir benim dert edindiğim şey? Başta buna “Kemalist Asr-ı Saadetçilik” diyorduk. Bir mükemmel dönem anlatısı, 1923-1938. Sonrasında Atatürk’ün (Mesih’in) ölümünün ardından sürekli bir ihanet ve karşı devrim süreci. Çözüm önerisi ise o dönemin ruhuna, kurumlarına, düzenine […]

Platonik Kemalizm*-Saltuk Buğra Yurteri

Konuşmak veya yazmak insanın kafasındaki dağınık toz bulutu halindeki düşünceleri sistematikleştirmesini sağlayabiliyor. Uzun zamandır dert edindiğim ve üzerine düşündüğüm bir konuyu dünkü Anlık dergisi yayını sayesinde kavramlaştırabildim ve orada dile getirdiğim kavramı yazıya döküp kalıcılaştırmak istedim. Başlıktan da anlaşılabileceği üzere bu kavram: “Platonik Kemalizm”.

Nedir bu Platonik Kemalizm? Bu kavramın oluşmasında kabaca iki temel var. Uzun zamandır çeşitli Kemalist kişi ve oluşumlarla iç içeyim. Bu kavramın veri boyutunu bu ortamlarda duyup gördüğüm şeyler oluşturuyor. Kuramın temelini ise Niyazi Berkes’ten alıyorum. Nihayetinde Türkiye’de Çağdaşlaşma kitabı gelenekselcilik, muhafazakarlık, “Nizam-ı Alem”, dünyanın dengesi vesaire gibi kavram ve dünya görüşleri ile yenilikçilik, ilerleme, bitmeksizin devam eden bir çağdaşlaşma süreci gibi kavram ve dünya görüşleri arasındaki çatışmayı ele alıyor.

Nedir benim dert edindiğim şey? Başta buna “Kemalist Asr-ı Saadetçilik” diyorduk. Bir mükemmel dönem anlatısı, 1923-1938. Sonrasında Atatürk’ün (Mesih’in) ölümünün ardından sürekli bir ihanet ve karşı devrim süreci. Çözüm önerisi ise o dönemin ruhuna, kurumlarına, düzenine geri dönmek. Meşrulaştırma araçları? Atatürk’ün yaptıkları (neredeyse sünnetler diyebiliriz) ve söyledikleri (neredeyse hadisler). Eğer bugün önerdiğiniz şey Atatürk’ün sözleri veya eylemleri ile çelişiyorsa bunun Kemalizm’le uyuşması imkansızdır. Bu düşünme biçiminin altında rahatlıkla şu görülebilir: Atatürk dönemi, zamandan ve mekandan bağımsız olarak ideal düzendir. Evrenseldir. Şu anki şartlara bakılmaksızın aynı şekilde bir yapı kurmalı ve onu muhafaza etmeliyiz.

Bu düşünce tam olarak Platon’un ideal devlet tasavvuruna tekabül ediyor. Anlatıya göre Atatürk o mükemmel düzeni idealar düzleminden gerçekliğe indirmiştir. Bugünün devleti, siyaseti, kültürü, ekonomisi o dönemin devlet, siyaset, kültür ve ekonomisine benzediği oranda başarılı olabilir. Bu düşünce çerçevesinde yenilik ve değişim ancak ihanetle anılabilir.

Bu ‘Platonik’ anlayışın hakim olduğu Kemalist kitlenin tarihsel kökenlerine indiğimde, Kemalizm’in sol yorumundan yola çıkıp 80’ sonrası ulusalcılığa evrilenlerde ağırlık kazandığını gözlemliyorum. Ulus devlete saldırı söylemi bu insanları emperyalizm düşmanlığından adeta yabancı düşmanlığına evriltmiş diyebiliriz. Bu yüzden adeta otarşik, dış dünya ile ticari, kültürel ve siyasi ilişkileri en alt düzeyde tutulan ve içeride de farklı görüşlerin bastırıldığı, “filozof kral” Atatürk’ün değişmez fikirlerinin hüküm sürdüğü bir düzen öngörüyorlar. Demokrasiden, parti siyasetinden nefret ediyorlar ve bu yüzden sürekli kurtuluş savaşının sözde “emperyalizme karşı bir ve bütün millet” mitine sıkıca sarılıyorlar. (“Birlik miti” diyorum çünkü asker kaçaklarını, İstanbul hükümeti yanlılarını, Kuvayı Milliye’nin başını taşla ezen köylüyü yok sayıyorlar). Ancak Türk milletinin yarısının kendilerinden oldukça farklı düşünen bir partiye oy verdiği gerçeğini göz ardı ediyorlar. Şimdi bu görüşleri karşılaştırmanız için aşağıya Platon’un ideal devlet tasavvurunun bir anlatımını bırakıyorum:

“Öncelikle, ideal devlet, tarihsel-toplumsal değişime olabildiğince kapatılmaya çalışılmaktadır. Değişimin tehdit edici bir güç olarak kabul edildiği bu zeminde, bu tehlikeyi baştan önleyebilmek için Platon, ideal devleti hem kendi kendine yeterli, dışa kapalı (otarşik), bu yanıyla da başka devletlerle en başta ticari nitelikte olanlar olmak üzere bütün ilişkileri en alt seviyeye indirilmiş bir model olarak sunar, hem de aynı anda içeriden doğabilecek değişim taleplerine karşı da devletin bekçilerini görevlendirir: ‘Devletin bekçileri, kurulmuş düzene aykırı hiçbir yeniliğe meydan vermeyeceklerdir.‘ [SBY: Platonik Kemalizm’de devletin bekçisi, elbette ordudur.]”

(Kaynak: Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, Editör: Mehmet Ali Ağaoğulları, sf.102)

Bu görüş tarihsel derinlikten yoksundur çünkü Mustafa Kemal’in bile kafasındaki ideal devlet biçimini eyleme geçirebildiği şüphelidir. Ekonomik krizler, Osmanlı borçları, siyasi çalkantılar, etnik ve dini sorunlar, kurumların, ulaşım ve iletişim yollarının eksikliği ve genel eğitim düzeyinin düşüklüğü gibi faktörleri göz önüne alırsak devrim kadrosunun elindeki tarihsel mirasın pek de iç açıcı olmadığını görürüz. CHP ve Atatürk’ün otoritesinin İzmir Suikastı sonrası 1927’de kurulduğunu ve 1938 yılını Atatürk’ün ağır hastalık dönemi olarak nitelersek, 1929 gibi küresel krizleri göz ardı etsek bile elimizde (yalnızca Atatürk’ün şahsında şekillendiğini düşündüğümüz) radikal değişiklik ve ideal modelin kurulabilmesi için 10 yıl gibi kısa bir süre kaldığını görürüz. Tarihin bize gösterdiği şudur ki: Atatürk ideal ve bozulmaması gereken bir dengeye oturmuş devleti değil elinden geldiği kadarıyla modernleştirilmiş bir devleti miras bırakmıştır.

Şimdi gelelim olması gerekene. Açıkçası ben Kemalizm’de sağ-sol ikileminden başka bir ayrım daha öne sürüyorum: Kemalizm’i, 23-38 döneminin eylem ve söylemleri olarak görüp bunun üzerinden siyaset yapan Platonik Kemalizm ile Kemalizm’i bir yöntem olarak algılayan, değişen dünya şartlarına uygun ve sürekli ilerleme odaklı (sanırım sürekli gelişim anlayışı sebebiyle Aydınlanmacı olarak adlandırabileceğimiz) bir Kemalizm. “Atatürk imparatorluğu yıktı ve ulus devleti kurdu. Eskimiş kurum ve adetleri radikal bir şekilde yıkarak yeni, rasyonel ve dönemin şartlarına uygun kurumlar yarattı” anlayışına mı sahip olacağız yoksa “bu sistemi Atatürk kurduğuna göre bu ideal sistemdir. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ve her sistem ona benzediği oranda güzeldir” söylemine mi tutulacağız?

Belki bu Aydınlanmacı(?) yöntem için İlker Aytürk’ün “Post-post Kemalizm” makalesinde dile getirdiği “Neo-Kemalizm” terimini de kullanabiliriz. Ancak bunun için yöntemden ziyade bu yöntem aracılığıyla ortaya konulacak, gelişime açık olsa da bir ideoloji diyebileceğimiz oranda çerçevesi belirgin bir anlayış ortaya koymamız gerektiğini düşünüyorum. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki bu Neo-Kemalizm’in kökenleri Platonik Kemalizm’den değil, ilerleme ve değişim anlayışını içselleştirmiş Kemalizm anlayışından doğacaktır.

 

Saltuk Buğra Yurteri

*İlgili yazı 2020 tarihinde yazılmış bir yazıdır. Hararet’in arşivi çöktüğü için tekrar siteye yüklemeyi uygun bulduk, iyi okumalar dileriz.

Benzer Yazılar

Kemalist miyiz, sosyalist mi? ‘Bir şerden hayır arama yazısı’ ―Emirhan Akman yazdı.*

Forum 2 hafta önce

Şerden hayır çıkaran bir kültürün çocuklarıyız, yani bir şeye kötü, işe yaramaz deyip geçmeyiz. Bir daha bakarız, bir kez daha yeni bir gözle bakarız kötüye ya da kötüye neden olan şeye. A. İlhan Diyalektik Gazel’inde “karşıtıyla yüklüdür her şey mutlak çözümlerden vazgeç tartışılmaz mükemmellikler ne gizli kusurlarla gelir…” diyor, çizgim budur. Dün Hararet’in genel yayın yönetmeni olarak uzun süredir beklettiğimiz bir işi tamamlamak istiyordum. Bir kitap listesi sözü vermiştik fakat uzun süreli bir uyuşukluk hali listeyi erteletmişti, dün o işi bitirmeliyim dedim ve daha önce grup içinde herkesten aldığımız kitap listesini birleştirerek bir liste çıkardım. Listedeki kitaplar hepimizin bir dönem faydalandığı kitaplar, kitaplara dair bir itiraz olmadı. Liste yayınlandıktan sonra asıl problem duyuruş metnimizdi. Şöyle bir giriş yapmıştım: “Kemalizm meselesini önemsiyoruz, Kemalist değiliz ancak Türk modernleşmesinin en radikal dönemini anlamadan Türk Solunu anlamaya girişmenin beyhude olduğunu düşünüyoruz.” Şimdi tekrar bakınca herkes adına çok keskin bir tespitle başlamışım, “Kemalizm meselesini önemsiyoruz, Kemalist değiliz…”. […]

Enis Batur – Yalçın Küçük söyleşisi: “Türkçenin dünyanın en güzel dili olduğuna inanıyorum”

Forum 3 hafta önce

Okuyacağınız röportaj 2002 Aralık ayı 31 sayılı Cogito Dergisi’nde, “Entelektüeller Gerekli mi?” başlıklı yazının ikinci bölümüdür. İlgili metni internet ortamında yer alan ve henüz çok erken bir vakitte (2003) yılında Ekşi Sözlük’e yükleyerek inanması güç bir iş yapan “hemingway” isimli sözlük yazarının mesajından alıyoruz. Bu metni almanın başka yolları var mıydı? Elbette. İlgili sayı hem ‘pdf’ olarak, hem de matbu olarak elimizde. PDF formatından siteye yazı aktarırken oluşan hatalardan dolayı bu yolu tercih ettik ve bu derinlikli söyleşiyi ikiye böldük. Söyleşinin eşsizliği Türk edebiyatının en ‘velût’ kalemlerinden birisi olan, hisleri kuvvetli ve kavrayışı yüksek Enis Batur’un; Türk solunun en deli, sezgisel gücü yüksek, özgün ve şüphesiz en cesur kalemlerinden birisi olan Yalçın Küçük’ü sorguluyor oluşu. Söyleşi içinde Doğan Avcıoğlu, Yalçın Küçük’in bilime ve tarihe bakışı, Türk aydınıyla olan kavgalı ilişkisi ve aslında hayatının kendisi var… Okurken kafanızın açılacağına eminiz. İyi okumalar dileriz. e.b.: şimdi bir ara sorum var. siz galiba […]

“Faşizm, sürecimizi bir kez daha raydan çıkarmaya çalışacak.” – Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm)

Forum 1 ay önce

Çok kutupluluk, enternasyonalizm ve Venezuela seçimleri: Carlos Ron ile mülakat (İkinci Bölüm) Carlos Ron, Kuzey Amerika’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı ve dünya halkları arasında barış ve dayanışmayı teşvik eden Venezuela Simón Bolívar Enstitüsünü yönetiyor. Bu mülakatın birinci bölümünde Ron, ABD’nin Monroe Doktrininin Venezuela’ya karşı hükümeti devirmek amacıyla uygulandığını savunmuştu. Ayrıca, son on yıllarda ortaya çıkan emperyalist saldırganlığın özellikle agresif bir fazı olan “hiper-emperyalizmden” söz etmişti. Mülakatın ikinci bölümünde Ron, çok taraflılığın ve yaklaşan devlet başkanlığı seçimine yönelik beklentilerini ele alıyor. Ayrıca Bolivarcı Süreç açısından ülkenin önündeki zorlukları da ele alıyor. yüzyılın ilk on yılında, Latin Amerika entegrasyonuna doğru geniş çaplı bir hareketin ortaya çıktığına şahit olduk. Bu hareket şu anda daha az güçlü. Fakat, ABD emperyalizminin çöküşüyle karakterize olan yeni bağlamda, BRICS gibi çok kutupluluk teşebbüslerinin ortaya çıktığına da şahit olduk. Emperyalist çöküş —ve bu çöküşün teşvik ettiği şiddet— dünya çapında hissediliyor. Son on yılda tanık olduğumuz şey, bir yanda […]

0 Yorum

Rastgele