“Çağdaş uygarlığa, «Batı’dan ne alalım, ne almayalım» biçimindeki anlamsız tartışmalarla değil, ileride gerçekleştirilecek toplumsal devrimlerle ulaşılacaktır.” – Doğan Avcıoğlu
“Osmanlı Reformlaşması”nın bir sonucu olarak ortaya çıkan sosyo-politik çatışkıların meydana getirdiği “Osmanlı burjuva aydın sınıfı” Osmanlı’nın feodal idarî politikalarının aleyhinde şüphesiz ilerici bir karaktere sâhip olan toplumsal praksis inşâ etmiştir. 1908’de ilerici bir kimliğe iltisâk eden “Jön Türk Devrimi”nin netîceleri hem cemiyet hem de idâri kadro için yapay “Osmanlı Kimliği”nden ulusal bir kimliğe geçişin habercisi olagelmiştir. Bu dönemde İslâmî entelijansiya ile Ulusçu entelijansiya arasındaki ateşli kavgalar Kemâlizm’in fikrî yapısının çözümlenmesi için mühimdir. Dönemin Türkçü mütefekkirlerinin düşüncesindeki ilerici yöntembilimi kavramak ve onu 1940’larda tasfiye edilmeye başlayan feodal kalıtımlı ırkçılık hareketlerinden muâyyen etmek, ayırmak tarihî olgusallığın aydınlatılması cihedinden öncül bir mevkîye tekâbül etmektedir. Osmanlı’nın Aydınlanma cereyanından etkilenen ve kendi savlarını burjuva materyalist bir dünya görüşü ile temellendiren ilk kişi, Mustafa Kemâl’in de akıl hocalarından biri olan Yusuf Akçura idi. Yusuf Akçura’nın toplumsal çözümlemesi ondan evvelkilerden Durkheimci bir yöntemin yeniden-inşâsını yansıttığı için muhtelifleşmektedir. “Jön Türk Devrimi” ile birlikte İslâmcı entelijansiyanın sindirilmesi sonucunda hâkim ideolojik düşünce Aydınlanma İdeolojisi’nin terkibinden âzâde olamayan idealist bir rejimin inşâ edilmeye çalışılması bu dönemin hısletini gözlemlemek için doğru bir tahlil olacaktır. Osmanlı’nın son döneminde ideolojik hegemonyanın yapay bir “İslâm milleti” çevresinde kurulması yolu ile gücün İttihâtçı kadroların eline geçmesi ülkedeki saflaşmayı bitirmiş ve Türkiye’yi emperyal güçlerin işgâline kadar götürmüştür. Öyle ki Akçura bu İttihâtçı kadroları yozlaşmışlıkla suçlayarak “Osmanlı” ve “İslâm” kimliğinden öte bir ulus kimliği ortaya atarak Kemâlizm’in düşünsel ve kılgıl temellerini inşâ etmiştir. Tarihî koşulları yanlış tahlil eden bu gürûhun faâliyyetleri toplumsal ve ideolojik dönüşüm için vücûbiyet hâline taharrûk etmiştir. Cumhûriyet’in kurulmasıyla birlikte feodal kalıtlarla birlikte bu “burjuva aydın eşrâfını” da sindirilmeye çalışılmış, ancak Devrim’in eşrâfa teslim edilmesiyle ile birlikte Kemâlizm’in muhtelif içsel karşı-devrimlerle tasfiyesi hedeflenmiştir. Tüm bunlar Kemâlizm’in kendi içerisindeki burjuva düşünürler tarafından bilimsel pozitivizme mahkûm edilmesi ve tarihselci savların gelişigüzel reddedilmesinden ileri gelmektedir. Öyle ki içerisinde “Serbest Fırkacıların” ekseriyet olduğubu eşrâf Kemalizm’i metafiziksel bir söylem yapısının içerisine hapsederek salt-idealizmin bir nesnesi hâline getirerek Kemâlizm’i toplumsal, ekonomik ve politik maddî yaşamın gerçeklerinden kopartarak hayâlî bir performizme çekmiş, Devrim’i çarpıtmış, bilinçsel fenomenler üretimi ile Devrim’in müstakbel çarkını baltalamıştır.
Marx, yaşamı belirleyenin bilinç değil, bilinci belirleyenin yaşam olduğuna dâir Fransız Devrimi üzerine idealist Hegelci tezi eleştirerek fikirlerin, temsillerin ve bilincin üretiminin, her şeyden önce, insanların maddî faaliyeti ve maddi mübâdelesi ile doğrudan ve yakından iç içe geçtiğini saptayabilmişti. Presosyalist Kemâlist Devrim’in tamamlanması ve bunun bir ileri aşaması olarak sosyalizmin inşâsı bilimsel özeklerin inşâsı ve körü-körüne bilimsel pozitivizmden kurtulmak ile – tarihsel ve bilimsel materyalizmin ardışık aşamalarının sınıfların sürekli ve zorunlu çatışmalarına içkin şiddetli kırılmalarla ve devrimdeki tarihî olguların ilerletilmesi açısından muâyyenedicidir. Bu, yalnızca bir olgular silsilesi, bir “sonuç dizisi” değil, bir nedensellik sürecinin ifâdesidir. Kemâlist Devrim feodal mülkiyeti ortadan kaldırdığı için, bu yeni toplumsal sistem tarafından yıkılan eski feodal sistemden koparak burjuva mülkiyetini doğurmuş ve Devrim’in ileri tarihî koşulları altında bunu dönüştürmek için bir kılgı içine garkolmuştur. Kemâlist Türkiye’de üretim araçlarının gerçek sahibi olarak yükselmiş toplumsal sınıf, yâni burjuvazi ile hâlâ iktidarda olan, biçimsel araçlara tutunan karşıdevrimci feodal sınıf arasındaki bu “diyalektik” çatışmanın kaynağı devrimsel özniteliğin yanlış okunmasından kaynaklanır. Kemâlist Devrim’in epistemolojisi için, diyalektik yöntem, bu kategorilerin hâlâ devrimden geçirilmesi gerekse bile, hem bir nesne hem de temel kategoriler sağlamaya devam eder. Devrimci fenomenlerde ortaya çıkan sorulardan biri, bilimsel olgunun tarihsel süreçteki işlevini belirlemektir. Devrim kavramının kendisinde teorik ve daha spesifik olarak felsefi bir boyut vardır, sadece devrimlerin felsefeler tarafından üretilmesi anlamında değil, aynı zamanda devrimlerin gerçekliği yapılandırma yolları, ontolojik olarak kuramlaştırılmayı bekleyen kendiliğinden bilgi kipleri olmaları nedeniyledir. Devrimsiz kavram olmadığı gibi, kavramsız devrim de olmaz. Devrimci yoğunluktaki siyasi dönemler, birlikte daha geniş bir süreci oluşturan, dünyada birkaç yüzyıl boyunca seyri gözlemlenebilen ve döngünün kapanacağı kesin olmayan bilimsel tarihyazımsal ve felsefi gizli dönemlerle dönüşümlü olarak birbirini takip eder.
Türkiye’deki ilerici nitelik taşıyan ancak yozlaşarak bozuma uğrayan evvelki devrimlerin (Kanun-ı Esâsi Devrimi, Jön Türk Devrimi) bilimsel-tarihsel analizine ve özellikle Ortadoğu tarihindeki tüm devrimlerin en tartışmalılarından biri olmaya devam eden ve bugün hala belirleyici olan “Kemalist Devrim’i” ve onun diyalektik cihetten tahlîlinde Mustafa Kemâl’i düşünsel cihetten entelektüel bir figür olarak ele almak söz konusudur. Böylece felsefenin siyasete ilişkin olarak tarihsel önemi olan ama aynı zamanda aşkın bir konumu da tanımlayan belirli bir konumlanışına işaret edilebilecektir.
Devâm edecek.
Cenk Güntürkün.
*Hamiş: Metin diline yapılacak müdahale metnin kendine özgülüğünü yok edeceği için editöryel bir müdahalede bulunulmamıştır.
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?