Emirhan Akman
Hararet ismi tesadüf değil, bilinçli bir tercih. Türkiye hepimizi taşıyan bir araçsa o araç son yıllarda hararet içinde. Hararet arabanın artık bu şekilde devam edemeyeceğinin göstergesidir. Hararet bize aracın sorunlu yanlarını anlatmak için var, hararetin kendisi bir semptom.
Kemalizm bir kriz içinde. Bildiği eski dünya yıkıldı ve yenisi henüz kuruluyor. Dünya değişiyor, Türkiye dönüşüyor ancak Kemalistler eski paradigmalarla, yani eski anahtarlarla yeni kilitleri açmaya çalışıyorlar. Richard Sennett Karakter Aşınması’nda “Çelişkili bir durumla karşılaşan bir bireyin dikkati, uzun vadeye değil, o anki koşullara odaklanır” diyor. Çelişkili bir durum var ama biz devamlı bugünü, hatta içinde olduğumuz saati konuşuyoruz. Halbuki artık tarihi yargılamalıyız. Tarihi yanılgılarımız bizi yenilgilere götürdü, yargılamalarımız ise zafere götürecek. Kısa yoldan bir anlatımla 2002’den bugüne devam eden İslamcı/muhafazakâr bir iktidar var ve Türkiye’de rejimi değiştirme gücüne kavuştu, üstelik değiştirdi de.
Şimdi hâlâ bazı ezberleri mi tekrarlayacağız? Yeniden Kuva-i Milliye ruhuyla, 19 Mayıs ruhuyla filan türünden bazı itekleme sözlerle tüm bir vaziyeti kurtarabilecek miyiz?
90’lar boyunca Kemalistler için AB ve Batı karşıtlığı yükselişteydi, oysa şu anda AB ve Batı, İslamcılığın bizi götürdüğü yolsuz yollara karşılık (Ne olduğunu bilmediğimiz Doğu ligi: Rusya, Çin, İran gibi otoriter/totaliter melez rejimler), öyle ya da böyle hâlâ bir ‘değerler manzumesi’ sunabiliyor. Yani 90’ların ezberleriyle AB düşmanlığı yapmak, onların değerlerini yadsımak bizi çok hızlı bir şekilde AKP’nin kurduğu Yeni Türkiye’nin ‘kuralsız ligine’ yani Avrasya’ya itiyor. Bu İslamcılığın ömrünü uzatmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. AB ve Batı hayranı değilim ama şunu biliyorum: Kemalizmin yüzü Batılı değerlere dönüktür, kuruluş kodlarının hepsi Batı referanslıdır. Diğer taraftan şunu da belirtmekte fayda var ki, bunu inkâr da, kabul de bir tür ‘şizofrenik’ bilince yol açıyor. Başlangıçtan beri Batı ile aramızda bir ‘algılama’ sorunu var. Niyazi Berkes de Türk Düşününde Batı Sorunu’nda (Bu arada Batı Sorunu diyor, dikkat. Berkes de bir sorun olduğunun farkında) Batı’yı ikiye ayırıyor: emperyalist Batı ve uygarlık olarak Batı. Emperyalist Batı’yı yeneceğiz ve Batı’ya rağmen Batılılaşacağız/Çağdaşlaşacağız. Peki bu ikisini birbirinden ayırabiliyor muyuz? Hâlâ bu ikilik arasındayız. Tekrardan fayda var: Batı’ya rağmen Batı’da kalmalıyız. Bu şizofrenik bir hâl ama gerçek. Aksi tüm yollar stratejik olarak İslamcı iktidara yaramakta. Bu demek oluyor ki Kemalistler AB ve Batı karşıtlığı paradigmasını güncellemeli ve sağlıklı bir düşünme sürecine girmelidir. Önünde yeni bir dünya vardır. Eğer bunu öncelemezse İslamcı iktidarın ömrünü uzatacaktır.
Kemalistler kriz içinde çünkü eski dünyalarında Türkiye’de gerçekten de bir ‘vesayet’ düzeni vardı. Bu bir ezber düzeniydi. Çıkan sorunlar üzerinde düşünmeye gerek duymadan Türk Silahlı Kuvvetleri, yüksek yargı ve bürokratik bir ağ 1923 ve sonra 1960 kodlarını bir şekilde bürokraside yerleşik ve daimi bir şekilde koruyor, kolluyordu. Bu çoğu kez çelişkiler ortaya çıkarıyordu. Demokrasi ile vesayet devamlı çatışıyordu. İşte Kemalist vesayet paradigması; demokrasi, yani Türk sosyolojisi ona kendini dayattığında; yani örneğin İslamcı bir iktidar halk çoğunluğunu aldığında bu 23 ve 60 rejimi kodlarına aykırı olduğu için harekete geçiyor ve onu engelliyordu. (Kapatma davaları, 28 Şubat vs. vs.) Uzun bir İslamcılık iktidarı yani AKP ile birlikte bu vesayet Kemalist vesayet olmaktan çıktı ve İslamcı bir vesayete dönüştü. Artık Türkiye’de Kemalistlerin bürokraside güvenebileceği herhangi bir odak, herhangi bir mekanizma yok. Kemalistler için devlet ‘yitirilmiş’ bir kale. Necip Fazıl’ın “Surda bir gedik açtık, Mukaddes mi mukaddes, Ey kahbe rüzgar artık, Ne yandan esersen es!” Dediği yeri geçtik. Surda gedik açıldı ve İslamcılar içeriye doluştu. Rejim değişti ve eski siyaset yapma biçimimizle hiçbir yere varamayız. Kemalist vesayet paradigması çökmüş vaziyettedir.
Eski dünya yıkıldı, eski rejim yıkıldı. Kemalistler rejimi kaybettiklerinin, yeni bir Türkiye inşa edildiğinin farkındalar mı? Ben hâlâ pek sanmıyorum çünkü devletle kurulan sağlıksız ilişkiyi görüyorum, bu da eskiyen anlama biçimlerini hâlâ kullanmakla alâkalı. Devlet ve hükümet ayrıdır söylemi mesela, tam da bu konuya dahil. Eğer Kemalistler rejimin değiştiğini, Kemalist vesayet paradigmasının çöktüğünü tespit ediyorlarsa devletle ilişkilerini tekrardan ele almak zorundadırlar. Bu bir imkânı önümüze çıkartmaktadır: Kemalizmin sivilleşmesi ve iktidar problemini ‘demokratik’ yollarla yeniden kazanma şansı. Vesayet paradigmasının çöküşü Kemalizmi bir tür ‘sivilleşme/liberalleşme’ dönemine sokmak zorundadır. Artık demokrasiyi kurtarmak için bir bürokratik ağ, silahlı kuvvetler elde yoktur, kalmamıştır. Bu nedenle Kemalistler Cumhuriyet tarihi boyunca bundan daha ‘sivil’ bir dönem içinde olmadılar. Cumhuriyet, Zafer bayramlarının Türk halkı tarafından sahiplenişi tam bu türden bir sivilleşmedir. Artık Kemalistler halk ile, yani kendi ile baş başa kalmıştır. Şimdi eskiyi yıkma ve yeniyi inşa etmeyi tartışma zamanı.
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?