İnsansal varlığının kendi içine gömülerek, kendisini içererek aşma süreçlerinin yozlaşmasını ve bu nedenden ötürü nihayetinde içe çökerek sönümlenmesini engellemenin tek yolu, onu toplumsal gerçekliğin nesnesi olmaktan çıkartıp öznesi hâline getirecek devrimcileşmenin gerçekleşmesidir. Faal eleştirinin mahiyeti tam olarak budur. Toplumsal gerçekliğin içe çöküşüne karşı gelişen bir eleştirel bilinç süreci, devrimci materyalist bir tutum anlamına gelen faal eleştiri, gerçekliğin içerilerek aşılışını maddenin diyalektik kavranışında mümkün görmektedir. Çünkü ancak bu yolla her şeyin aslı olan hareket/kımıltı kavranabilecek ve sabitlik yanılgısı aşılabilecektir. Değişmez yasalardan, mutlak değer yargılarından kurtuluş için biricik yol, onları maddede, maddenin hareketinde kavrayarak onların hareketini, eylemsel özlerini kavramaktır. Bu sayede hareket bilince çıkarılacak, insan, gelişiminin öznesi olacaktır.
Eleştirinin statik bir biçimde cereyan etmesi ise devrimcileşememe sorununu gündeme getirir. Devrimci materyalizm açığa çıkamadığı sürece değiştirme temayülü hiçbir işe yaramayacaktır. Toplumsal gerçeklikten duyulan rahatsızlık, insan varlığını ileri götürecek amaçsallığa ancak bir güç desteği olabilir. Toplumsal gerçekliğe karşı takınılabilecek biricik tutum onu faal eleştiriye maruz bırakmaktır. Faal eleştiri ise devrimcileşerek toplumsal gerçekliğin maddî özünü, maddeyi hareketinden kavrayarak kavramakla mümkündür. Çünkü ancak bu yolla her şeyin aslı olan hareket kavranabilecek, maddesel gerçeklikle insan varoluşu arasındaki mesafe içerilerek aşılabilecektir.
Diyalektik yöntemin en sağlıklı kullanımı kendisini Marksist eleştiride açığa çıkarttı. Bu nedenden ötürü faal eleştiri, Marksist eleştiride, tıpkı Marksist eleştirinin kendisini Hegel diyalektiğinde temellendirmesi gibi temellendirmektedir. Maddeyi hareketinden kavramak fikri, diyalektik yöntem açısından çığır açan bir ilerleme noktasıdır. Fakat maddeyi hareketinden kavramanın amacı, maddenin salt ilişkisel izahını elde etmek olmamalıdır. Maddeyi hareketinden kavramak, onun kendisini teşkil eden hareketi kavramaktır. Bir noktada bu, hareketin maddeleşmesini, maddeleşen harekette gözlemleyebildiğimiz hareketi kavramak yoluyla kavramaktır. Esas olan harekettir. Çünkü maddenin özü odur. Madde, hareketin kendi içine yığılışından başka bir şey değildir.
Toplumsal gerçekliğin maddesel gerçekliği içererek aşışı ile açığa çıkan üretilmiş dünya, insan dolayımının kendisini kendi gelişimi, yani hareketi içinde ele alışıyla bir hapishane olmaktan çıkacaktır. İnsan, kendi varoluşunu, kendisine yığılan hareketinin anlamında keşfetmelidir. Bu mistik bir süreç değil, doğrudan maddesel bir süreçtir ve insanı yapıp-ettiklerinden kesinkes sorumlu tutan bir anlayıştır. Gelişiminin öznesi olduğu anda insan, eriştiği ikincil bilinç düzeyinin gerçeğine hasıl olacak, varlığının kerametini yaşamakla anlayacaktır. Toplumsal ilişkilerin altyapısında boğulmak ve üstyapısında iki yüzlülükle kendi huzursuzluğundan kaçmaya, onu gizlemeye çabalamak zorunda kalmayacak olan insandır ki hayat, bu insana yaşanılası olacaktır. Onu yaşamaktan keyif alacak, onu, özgürleşmesinin alanı olarak tanıyacaktır.
Devrimci materyalizm, diyalektik yöntemin en gelişmiş momenti olarak gördüğü faal eleştirinin toplumsal gerçekliği, kendi kategorik süreci içinde gelişen pratikte, onu işlevselleştirecek biçimde, sürekli olarak içererek aşmanın derdindedir ve iddia etmektedir ki biricik özgürlük, ancak bu yolla; özgürleşmek yoluyla sağlanabilmektedir. Dışsal ilişkiler bağlamında, biçimsel yaklaşımlarla ileri sürülen özgürlük bir aldatmacadır. Dünyada mutlak hiçbir şey yoktur. Salt özgürlük veya kölelik zihnin bitimli algısı okşayan bir yanılgıdan ibarettir. Özgürlük, özgürleşme sürekliliğinden başka hiçbir şeydir. Onun üzerine düşünememelerinin, onu bir türlü anlayıp anlatamamalarının temel nedeni budur. Kişiler arası ilişkilerde somut bir biçimde tanımlayamadıkları bir özgürlük metaforu üzerinden yarattıkları çağrışımsal değerle köhne düzenlerini aklamaya çalışan hâkim sınıfların çıkarları boynumuzda sallandıkça, bu zincirlerin şıkırdayışlarını bize hoş sedalar olarak lanse etmeleri boşadır. Sınıfsal çıkarlarını toplumun üzerinde tutan ve aynı zamanda toplumun sınıflardan değil de mesleki zümrelerden oluştuğunu ilan etmekten veya hiç sözünü dahi etmeden buna göre davranmaktan utanmayan egemenlerin iktidarlarını en temelden, üretim-tüketim faaliyetlerine dayalı olarak toplumsal gerçekliği eleştirerek tehdit etmek, devrimci materyalistlerin biricik görevidir. Fakat bu eleştiri teori ile sınırlandırılamaz, pratikte de var olmalıdır. Aksi hâlde faal eleştiri mümkün olmadığı gibi başka bir aldatmacanın/aldanmanın da açığa çıkacağı aşikârdır.
Sınıflı toplumun ve onun toplumsal gerçekliğinin faal eleştirisi, emeğin özgürlüğü meselesinden hareketle yürütülecek bir fikir ve eylem sürecini ifade etmektedir. Üretim-tüketim faaliyetlerimizi sorgulanmak, en önce gelenek, anane, örf ve hatta hukuk gibi spekülatif faaliyetlerin dışına çıkmakla mümkündür. Bu gibi spekülatif faaliyetlerin dışına çıkan zihin, yapıp-etmelerin sorgulamasını maddesel gerçekliğe yönelen bir insanın zihni olabilir. Maddenin yalın gerçeğine yönelen bir insan, toplumunun yapılandırıcı belirleniminden sıyrılma olanağı bulacak; bu yolla insan, kendisini toplumundan özgürleştirmek suretiyle toplumunu kendisinde özgürleştirme imkânına sahip olacaktır. Madde faaldir. Ona yönelmek de faal olmalıdır. Eylem, her şeyin başlangıcı ve sonudur. Düşünsel bütün süreçler eylemle başlar. Duyumsama eylemi olmasaydı insanın herhangi bir düşünceye sahip olması söz konusu dahi olamazdı. Eylemin öncüllüğü, düşünsel süreçlerimizin edimsel süreçlerimizin yapıcılığıyla açığa çıktığını göstermektedir. Yapıp-etmelerimiz, düşüncelerimizi yapmaktadır. Çünkü yapıp-etmelerimiz bizleri yapılandırmaktadır. Dolayısıyla düşüncelerimizin gerçek eleştirisi, eylemlerimiz aracılığıyla gerçekleşirse mümkündür. Toplumsal gerçekliğin eleştirisi, ancak onun yapıp-etme disiplinine yönelikse ve bu disiplin içinde gerçekleşiyorsa gerçekleşebilmektedir.
Kendisini üretim-tüketim faaliyetleri içinde konumlandırmayan bir eleştiri sahih değildir. Toplumu eleştirmek için evvela onu anlamak gerekir. Toplumun belirlenimi altında kalıp da toplumu anlamak, esasında onu anlayamamaktır ki bu temelde biçimlenen eleştiriler de öfke ve karmaşa içerikli şikayetlerden öteye gidememektedir. Topluma dair öfke ve karmaşa içinde sarfedilen sözlerin eleştirel niteliği yoktur. Yargılamakla eleştirmek aynı şey değildir. Yoz bir toplumu, o toplumun belirlenimi içinde yargılamak da kesinkes adaletsizlik demektir. Toplumsal sorunları, o sorunların kaynaklarını es geçerek kavrama teşebbüsü içinde olan bireyler, o sorunların çeperini aşamayan zihinleriyle sorunlar karşısında acizlik içinde kıvranmaktadır.
Toplumun hareketi, onun maddesinde açığa çıkan hareketle kavranabilir. Bu raddeden sonra mülkiyet ilişkileri doğallığını yitirecek, nedenselliği tartışılır hâle gelecektir. Diyalektik yöntem, kâğıt üzerinde kalmamak şartıyla hareketin doğasını, onun kendiliği içinde, yani oluş içinde anlamamızı sağlamaktadır. Şeylerin içsel ilişkiler bağlamında ele alınışları, onları hem tümel hem tikel anlamlarıyla kavrayışımızı mümkün kılmaktadır. Kımıltının kuruntuya üstün geldiği bu yöntemde madde, hareketin biricik göstergesi olarak, onda saptanabilen hareketten yola çıkılarak onun tözsel varlığına; dolayısıyla da oluşun kendisine yönelik güçlü bir kavrayış teşebbüsüne imkân tanıdığı için vazgeçilmezdir. Madde, faal eleştirinin biricik kavrayış nesnesidir. Onu kavrayışın olağan devrimciliği sayesinde insan toplumsal gerçekliğe karşı, onun içinde özgürleşme imkânına sahip olabilmektedir.
Mekanik materyalizmin aksine, diyalektik materyalizmle kazanılan devrimci davranış ve anlak, faal eleştirinin devrimci materyalizmi ile gerçeği hareketinden; yani bizi yaratan süreçlerinden kavramaya yönelmektedir. Hareket esastır ve esas olan belirleyici dolayımlarla gelişmektedir. Onun gelişimi, ona içkin bir biçimde gerçekleşerek onda aşılmakta, onun varoluşunu açığa çıkartmaktadır. Hareketin hareketi, maddede saptanabilirliği boyutunda diyalektik yöntemimizin konusudur. Burjuvazi, hâkim sınıf olarak sınıflı toplumun emperyal gidişatının baş aktörüdür ve kendi sınıfsal çıkarlarını, bireyimsileştirdiği yığınlarda ortaklaştırmayı başarmıştır. Bu duruma kısaca emperyalizm demekteyiz. Bu olgunun kavranması, onun dışsal ilişkiler bağlamında ele alınması ile mümkün değildir. Çoğu kere bu tarz bir ele alışla yola çıkanlar emperyalizm gerçeğini ya görememiş, olmadığını inkâr etmiş ya da onu devletlerin dış politikalarına indirgeyerek dışsal bir biçimde kavramıştır. Oysa emperyalizm toplumsal anlamda yaşanmakta olan bir gerçektir. Onu statik bir hâl içinde kavramak yanıltıcıdır. O, hareket hâlinde bir harekettir. Bu da onu faal kılmaktadır. Faal olan bir şeyi ancak faaliyetinden kavrarsak onun gerçeğine dair bir yönelim içinde olabiliriz.
Bir şeyi faaliyetinden kavramak, o şeyi tarihsel bir edim olarak kavramanın dışında bir şey değildir. Her şey tarihsel bir olgudur. Dolayısıyla bir şeyin tarihsel tahlili, o şeyin bugününe yönelik bir kavrama hamlesidir. Çünkü geçmiş, bir tahayyülden, bir algılamadan öte bir şey değildir. Geçmiş, hareketin kolektif yığılımı olan zamanda bugün yaşanmakta olan bir gerçektir. Geçmiş ve gelecek, bugünde, ona içkin olarak cereyan etmek zorundadır; çünkü onun başka bir meskeni, varlık alanı yoktur. Dolayısıyla tarihsellik, bir şeyi zamansal olarak; yani hareketin kolektif yığılımı içinde olumlamaktır. Tarihsel tahlil, herhangi bir olgunun hareketini/özünü, o olgunun kolektif harekete katkısı içinde; yani kendisine yığılı hareketin hareketini, hareketin kolektif yığılıma katkısı; onun içindeki gerçekleşmesi içinde kavrama ilkesine dayanmaktadır.
Emperyalizmi tarihsel tahlil ilkesi bağlamında ele alındığımızda, onun maddesine, yani onun gerçekleşmesine yönelmiş oluruz. Her olgu gibi emperyalizm de bir oluştur. Dışsal bağlamda tarihte kalmış bir olgu dahi olsa emperyalizm bir oluş olarak ele alınmak zorundadır. Olgunun somut tahlili, onun anlamsal bütünlüğünü, pratik varlığında saptanabilen hareketlilik bağlamında ele almayı gerektirir. Bu, içsel ilişkileri bağlamında emperyalizmin ele alınışıdır. Varlığı, kendisini içerişinden kavramak, onun kendisini aşışını da anlamayı kolaylaştırmaktadır ve böylece kapitalizmin emperyalizme gelişimini kavramak mümkün hâle gelmektedir. Fakat bunu kavrayamayanlar için saptayabildikleri emperyalizm, kapitalizmin kendisini aşışı değil, onun politik disiplini olmaktan öteye gidemeyecektir.
Faal eleştiri, olguları tarihsellik ilkesi bağlamında ele alırken bunu Marksist eleştirinin yaptığı gibi yapmaktadır. Maddenin tarihine diyalektik yöntemle eğilmek, olgunun hareketliliğini tahlil etmektir. Bununla birlikte faal eleştiri olgunun hareketliliğini sonlu bir biçimde değil sürekli bir biçimde yapmaktadır. Faal eleştirinin mahiyeti, toplumsal hayatı sürekli açığa çıkışında sürekli tahlil etmek; fakat aynı zamanda onu eylemde düşünerek, onu deneyimleyişi içinde ve deneyimlemek suretiyle tahlil etmek düsturuna dayanmaktadır. Eylem, esas olandır. Şüphesiz bu faal eleştirinin praksis ile alakalı bir kavram olduğu anlamına gelmektedir. Değiştirmenin öncelendiği bir anlama çabası ve aynı zamanda anlama çabasının öncelendiği bir değiştirme teşebbüsüdür faal eleştiri. Faal eleştiride olgunun ele alınışı, onu anlamaya içkin değiştirme teşebbüsü ve onu değiştiren anlama çabasıdır. Mao’nun epistemolojisinde de bu durum rahatlıkla görülebilir. Fakat burada faal eleştiri kavramıyla ifade edilen şey salt pratiği teoride öncelemek değil, teori ile pratiğin diyalektiğinden müteşekkil yeni bir momenttir. Bu yeni anlağa faal eleştiri denmektedir. Faal eleştiri, insan doğasının eylemsel özünü ifade eden kültürün modern bilince, yani bilincinde özneleşen praksisin bilincine çıkarır. Bu yolla elde edilen yeni bilinci gerçekleşmede gerçekleştirir ve böylece onu tamamlayarak aşar. Aşılan bilinç kendisini aşışında yapılandırılarak başkalaşır ve kendisini yeniden üretir. Böylece kültür, eylem; kısacası emek bilince çıkarılarak elde edilen yeni bilinç her seferinde kendisini tekrar tekrar gerçekleşmede gerçekleştirir, yani maddeleşerek gerçekleşir. Burada detaylandırılan konu esasında insanın emeğine yabancılaşmayı her üretim faaliyetinde içererek aşışından başka bir şey değildir.
Toplumsal gidişatın bilince çıkarılmasındaki esas, toplumsal gerçekliğin nesnesi olmaktan kurtularak öznesi olmaksa -ki bu durumda devrimcileşmek kaçınılmazdır-, bu raddede insan, toplumsal gidişatın yapay gereklerine uygunlaşmak yerine onun doğal gerekleriyle özgürleşmektedir. Faal eleştirinin özünde yatan teleoloji budur. O, insansal doğayı karşısına alır ve onunla çelişkisinde gelişimini sürdürerek insana özgürleşme imkânı tanır. İnsanın kendisine yabancılaşması, kendi varlığını üretimine; yani üreticiliğine yabancılaşmasıdır. Emeğe, insanın salt kendi emeğine değil de kategorik olarak emeğin kendisine yabancılaşması, onun özgürleşememe sorununu açığa çıkartan büyük bir buhrandır. Nitekim tekelci kapitalizmde insanın kendi emeğine yabancılaşması, Marksist eleştirinin odak noktasını teşkil etmekteydi. Bugünün emperyalist toplumunda insan salt kendi emeğine değil, kategorik olarak emeğin kendisine yabancılaşma raddesinde kendisine, varoluşunun doğasına yabancılaşmaktadır. Bu da onu eşi benzeri görülmemiş bir biçimde yapaylığa, yani kendi üretimine gömmektedir. Kültürel içe çöküşün özeti tam olarak budur.
Faal eleştirinin toplumsal gerçekliği sorunsallaştıran tutumu, postmodernistlerin tutumlarından umdukları ilerici hamleyi içermektedir. Düzeni somut bir biçimde tehdit etmeyen protest yönelim yüzeyseldir, ete kemiğe değmemektedir. Devrimci materyalizmin temel yönelimi kuruntuyu kımıltıyla yer değiştirmek, kuruntuya dayalı eylemsel döngüyü kımıltıya dayalı eylemsel döngüye çevirmektir. Bu nedenden ötürü faal eleştirinin öncelediği eylem ilkesi emeği özgürleştirmektir. Özgürleştirici edim, insan varoluşunun sömürüsüne karşı mücadele dışında var olamaz. İnsanı özgürleştirmek, onun varoluşunu, onun emeğini özgürleştirmektir. O hâlde insan, emeğinin sömürüsüne başkaldırdığı oranda insandır. O hâlde insan, emeğinin özgürlüğü nispetinde özgürdür. Emeğine yabancılaşması, onun kendisine, özgürleşmesine yabancılaşmasıdır. Kuruntuda tatmine kapılıp unutmaya/unutturulmaya çabalanan hakikat tam olarak budur. Kendisine yabancılaşan, özgürleşmesine, varlığına, varoluşuna yabancılaşan insan denildiğinde bunu dahi idealize ederek bir tür pesimist absürde farkındalığı olarak anlayan/anlatan kimseler için açıklamak gerekir ki burada bahsedilen şey insanın sömürüsüdür. Burada insanın gelişiminin sömürüldüğü ifade edilmektedir. Yaşanılan şey tam anlamıyla faciadır. İnsan, kendi gelişimine yabancılaşır, çünkü kendi gelişimi başkaları tarafından sömürülür. Bu insanın en aşağılık konuma, köle, yani nesne konumuna düşürülüşüdür. Bunun yarattığı travmayı bertaraf etmenin bir yolu yoktur. Fakat her durum gibi bu durum da aşılabilir. İşte bunun mücadelesine, faal eleştiri denilmektedir.
Özkan Bakioğlu
Astrolojiden medet ummak ya da tekkelerde mum yakmak ile kitle iletişim...