Yusuf, Kubilay ve Mehmet ortaklaşa yazdıkları yazıda sol Kemalizm tabirini kullanmanın gerekli olmadığını savundular. Kıymetli noktalara temas ediyorlar ve Kemalist devrimin sermaye ile olan ilişkisine dikkat çekiyorlar. Özetlemekte pek iyi değilim, o yazıyı okursanız daha iyi olur. (O yazı) Aslında birçok noktada ortaklaşıyoruz ancak ben hâlâ sol Kemalizm tabirini kıymetli buluyorum. Sanırım kavramı kullanma motivasyonumu yeterince ifade edemedim ve dışarıdan bakınca bir ideoloji olarak yeni bir Kemalizm filizlendirmeye çalışıyormuşum gibi gözüküyor. Aklımdakini açıklamaya çalışayım.
Ben ideolojik çerçevemi oluştururken, dünyayı analiz ederken Kemalizm’in prensiplerine yaslanmıyorum. Zaten bana kalırsa bu araçlardan yoksun olduğu için başlı başına bir ideoloji de değil Kemalizm, hiç olmadı. Türkiye’ye yabancı birisi ile siyaset konuşuyor olsam teorik çerçevemi anlatmak için Politik Marksizm’den, Brenner ve Wood ekolünden bahsederim. Atatürk ve Kemalizm’in burada adı geçmez.
Ancak Türkiye bağlamında sol Kemalizm tabiri benim durduğum yeri Politik Marksizm’den çok da iyi bir şekilde tanımlıyor. Gündelik hayatta verebileceğim tepkiler, çeşitli örgütlere ve isimlere yaklaşımım bu kavram altında büyük oranda öngörülebilir hale geliyor. Peki neden?
Türkiye’de insanların Osmanlı toplum yapısına bakışından Kemalizm’e, sivil topluma, burjuva ve bürokrasi ilişkisine bakışını büyük oranda çıkarabilirsin. Konuyu dağıtmamak için detaylarına girmeyeceğim ama ATÜT tezlerini savunan insanların “ceberut devlet, cılız burjuvazi ve zavallı sivil toplum” anlatısına varacağını öngörmek zor değildir. Osmanlı’ya bakışları bugünkü siyasetlerini, sınıfsal analizlerini ve çözüm önerilerini kökünden etkiliyor. 60’larda yaşıyor olsaydık “Atütçü sosyalistler – feodaliteci Sosyalistler” gibi bir ayrım, Althusser’ci mi Troçki’ci mi oldukları ayrımından daha büyük önem taşırdı. Çünkü örgütlenmeler bu ayrıma göre gerçekleşmişti. (Burada bir parantez açmam gerekiyor. Behice Boran Tip’i de Avcıoğlu ekolü de ATÜT tezlerine karşıydı ancak bu onları aynı grupta birleştirmiyordu. Yani feodalite ya da ATÜT diyenler doğrudan bir şemsiye altında birleşmiyordu ama bir şemsiye altında birleşen her grup Osmanlı’ya aynı şekilde bakıyordu.) Nasıl Troçki’yi takip eden bir sosyalist ile Stalin’i takip eden bir sosyalist aynı ekipte olamıyorsa, Osmanlı toplum yapısına bakıştaki bu ayrılıklar da aynı ekipte olmayı engelleyecek ve hatta diğer ekiplere saldırmayı meşrulaştıracak düzeyde farklar yaratıyordu.
Uzun tarihsel çözümlemelere girmeden lafı bugüne getirirsek, bugün de Kemalizm’e bakış böyle bir ayrım oluşturuyor. Teorik çerçeve mi Kemalizm’e bakışı önceliyor yoksa Kemalizm’e bakış mı teorik çerçeveyi belirliyor bilmiyorum. Belki ikisi birden. Kimisi teoriden giderek Kemalizm düşmanlığı veya savunusuna giderken kimisi de Kemalizm aşkı veya nefreti ile ona uygun teoriye yöneliyordur muhtemelen. Ancak ne olursa olsun, Kemalizm yorumunun bugünün sosyalist pratiğini etkilediği bir gerçek. Sol Kemalist tabiri de bu bağlamda anlamlı. Kapitalizmden çok Kemalizm’i yıkmayı bir görev bilen sosyalist yorum ile benim sosyalizm anlayışımın bağdaşması imkansız.
Kemalist pratiğin hataları ve eksikleri çokça yazıldı çizildi ve bunları reddetmiyorum elbette. Bunu en iyi şekilde ve en erken tarihte yapanların başında yine benim sol Kemalist çizgide değerlendirdiğim isimler geliyor. Şevket Süreyya Aydemir Tek Adam’ın 3. Cildinde, Doğan Avcıoğlu hemen hemen tüm eserlerinde (en basitinden, Türkiye’nin Düzeni kitabında İzmir İktisat Kongresini yerden yere vurur), Niyazi Berkes’in devletçilik eleştirilerinde bunları okuduk elbette. Sınıfsız kaynaşmış bir kitle değiliz ve hiçbir zaman da olmadık. Kemalistler sosyalist değildi, kurdukları düzenin oraya gider bir yanı da yoktu. Bunları reddetmiyorum. Ancak Kemalizm’i tarihsel bağlamına oturttuğumda sosyalizme gidilmesi için yerle bir edilmesi gereken bir engel olarak da görmüyorum. Aşmak ile reddetmek ayrımı burada devreye giriyor. Kemalizm’i aşmak en büyük gayemiz. Reddederek ve nefretle onu parçalayarak değil, bıraktığı yerden bayrağı devralıp daha öteye götürerek.
Bu neden bu kadar önemli? Çünkü pratiğini Kemalizm düşmanlığı üzerine kuran hiçbir siyasi hareketin daha ileriye gittiğini görmedim. İlker Aytürk’ün “post post Kemalizm” tezlerini basitleştirerek tekrarlamak uğruna şunları söylemeliyim ki: özellikle 1980’den itibaren 1908 – 1950 arasını döne döne, adeta bir günah çıkarma ayini edasında çalıştılar ama Türk sağını görmezden geldiler. “Elit bürokrasinin” dışladığı bu çevredeki “muhafazakar demokrat” insanları, onların “girişimci ruhlarını” bir kurtarıcı gibi gördüler. Cumhuriyet yanlış kurulmuştu. Kemalist ceberut devletin bürokrasi ve ordudaki sureti alaşağı edilecek, bu insanlar iktidara gelecekti. Para kazanacak, burjuva rasyonalitesine ulaşacak, şehirleşip sekülerleşecek ve demokrasiden yana olacaklardı. İster merkez çevre teorisinden, ister İdris Küçükömer tezlerinden ister 2. Cumhuriyet tezlerinden gidin, kendine sosyalist veya liberal diyen insanların tarih tezleri onları buraya sürüklüyordu. Bu anlatının nasıl çöktüğünü anlatmaya gerek yok. Hepimiz yaşayarak şahit olduk, maalesef.
80 sonrası Türk soluna rengini veren şey işte bu Kemalizm düşmanlığı oldu. Bugün hâlâ bu yorum baskın şekilde devam etmektedir. Dünya genelinde de sınıf siyasetinin geri plana düşüp kimlik siyasetinin önem kazandığı bir dönemde Kemalizm tek tipleştirici ulus devlet pratiği ile hedefte kalmaya devam etmekte. “Cambaza bak” oyunu ile “tektipleştirici otoriter Kemalist yorum” ile özgürleştirilmesi gereken kimlikler ikiliği kurulurken Türkiye tarihinin en büyük bölüşüm krizlerinden birini yaşamakta. Şunları vurgulamamız gerekli: 23-38’den miras kalan bir düzende yaşamıyoruz. O düzen kırk kere baştan sökülüp takıldı. Türkiye’de burjuvazi var ve anlatıldığı gibi bürokrasi elinde kukla değil, aksine. Askeriyeden sağlığa ve eğitime kadar her kurum piyasa ekonomisine iliklerine kadar batmış durumda. Özel okul sahipleri Eğitim Bakanı, özel hastane sahipleri Sağlık Bakanı bugünün Türkiye’sinde. “İlk günah olarak Kemalizm” yorumundan yola çıkarak varılan Türkiye analizleri, kör edici mahiyette. Evet hataları, yanlışları ve eksikleri vardı ama bugünün Türkiye’sini oluşturan dönemlerin başında Kemalist dönem gelmiyor. Esas kavgasını ona karşı vermeyi amaç edinen Türk solu gerçeklikten uzak bir kan davası güdüyor sadece. Bu yorumun baskın anlatısını yıkmak için diğer taraftan güçlü bir şekilde yüklenmek gerektiğini düşünüyorum. Bu çerçevede, sol Kemalizm tanımım, biraz önce bahsettiğim sosyalizm yorumları olmadan anlamını kaybeden, karşıtı ile birlikte anlam kazanan diyalektik bir kavram. “Ben sizden değilim ve siz tarihi yanlış okudunuz” demenin bir yolu.
Tüm bunların sonunda çıkacağım yer yine basitçe şurası: Türkiye özelinde, sağlıklı bir sosyalizm yorumu, sağlıklı bir Kemalizm yorumundan geçiyor.
Saltuk Buğra Yurteri
Bir Tartışmanın Düşündürdükleri: Sosyalizm, Cumhuriyet ile Nasıl İlişki Kurmalı?