I.

Bazen bir fikir gelir hemen yazmaya başlarım, bazen de demlenmeye bırakırım. Demini alan yazılar dışarıdan yeni malzemelerle zenginleşebilir. “AKP’li Olmanın Maliyeti” başlıklı yazıyı yazma fikrini edindiğimden beri bakınıyorum, ‘her arayan bulamaz lakin bulanlar arayanlardır’ derler tam da öyle oldu, iktidarın kamuoyunu ve muhalifleri daha kolay ikna etmek ve rıza üretmek için kullandığı vitrin isim Buket Aydın’ın bir yakınışı popüler oldu. Şöyle diyor popüler olan videoda:

“AK Parti seçmeni sokak röportajlarında konuşmaktan çekiniyor. Ama CHP’liler maşallah. AK Parti’ye sesleniyorum seçmeninizi ezdirmeyin.”

Sokakta, kahvehanede, alışveriş merkezlerinde, dost sohbetlerinde uzun süredir tespit ettiğim bir şeydi bu. Ekonomik kriz, yanlış siyasi kararlar ve rejimin otoriterliği arttıkça sokaktaki AKP’li vatandaşın ‘AKP’li olma maliyeti’ dediğim durumu ağırlaşıyordu. Buket Aydın’ın sözleri tam da bu söylediğime işaret ediyor, ‘eskisi kadar rahat değiller ve argümanları tükendi’. Aydın’dan en önemli farkımız, sokakta olan şeyi bir neden değil, sonuç kabul ediyor olmamız.  Yaşadığımız şeyler ekonomik krizin, yanlış milli eğitim politikalarının, yanlış dış politika tercihlerinin sonucu. AKP’li seçmen sokakta çekingen, alttan alan tarafa geçti. Anlatacak bir hikâye kalmadı. 2023 dedikleri ve her türlü ‘kutlu’ olayın içinde yaşanacağı yıl olan 2023’te soğan 30 lira, bir kilo sucuk, kaşar 500 lira. Peynirin kilosu 150 lira, Tofaş, Toros 150 bin, 200 bin lira. Anlattıkları hikayenin içi boş. Artık sokakta konuşmaları dinleyen tarafta AKP’li vatandaşlar yer alıyor, konuşmaya başladıklarında yapabildikleri tek şey savunmak. İleriye doğru adım atmak için elde hiçbir şey kalmadı, psikolojik yakıt tükendi bunu onlar da biliyor. Bu yüzden ileriye dönük hiçbir şey anlatamıyor, 2010’lu yıllardaki bazı başarılı dönemleri referans göstermek zorunda kalıyorlar ya da geçinemeyen insanlara hakaret edebiliyorlar. Açık açık soğan 30 lira diyen insanlara alma o zaman diyebiliyorlar, bu size neyi hatırlatıyor? 2010’lu yıllarda devamlı kaybeden muhalefet, AKP’ye karşı ekonomik eleştiri getirmekte zorlandığında, çareyi AKP’li seçmene bidon kafalı, göbeğini kaşıyan insanlar, makarnacılar, kömürcüler diye sıfatlar takmıştı. Suçu kendinde değil seçmende arıyordu. Kılıçdaroğlu tam da buna işaret eden bir sosyal medya gönderisi yayınladı ve psikolojik üstünlüğün muhalefete geçtiğinin adeta sembolüydü bu:

“Soğan, cücük hakaretleri ediliyor. Soğan kafalı diye paylaşım yapıyorlar. Ben neyin huzurundayım biliyor musunuz? Eskiden bunları sureti bizlerden görünenler yapardı. Makarnacı, kömürcü diye alay edilirdi fakirle fukarayla. Çok şükür onları aramızdan uzaklaştırmayı başardık.

Çok zor oldu ama başardık, vallahi de billahi de. Biz halkçı olma mücadelesi verdik ve kazandık. Saraylılar ise zenginleşti. Çok zenginleşti. Artık fakirle fukarayla alay ediyorlar. Soğan, peynir, yağ onlar için komik şeyler. Allah’ımıza şükürler olsun ki, biz değiştik.”

İktidarın 20 yıllık bir yük var sırtında, sırtları eğri. Bu yüzden diyorum ki, sandığı bilemem ancak AKP sokakta kaybetti, sokaklarda seçimi AKP kazanamıyor. Dost sohbetinde, otobüslerde ya da kahvehanede kazanamıyor. Geriye sadece sandık kalıyor, bir mağlubiyet kendi hikâyesini bekliyor.

Siyasal İletişim Önemi

Şimdi bu söylediklerimizi biraz daha genişletelim. Siyasi iletişim konusu çok önemli. Siyasi iletişim, tüm iletişim sürecini planlama, mesaj hazırlama, dağıtım ve geri bildirim aşamalarından oluşuyor. Aslında sokakta gördüğünüz tüm bayrak, afiş, pankart hepsi; mitingler, sosyal medya editleri, televizyon programları… Hepsi bu sürecin inşa edildiği mecralar oluyor. Biz burada her ne görüyorsak bilmeliyiz ki ‘tesadüfi, iş olsun’ diye yapılan şeylerden ziyade, bir amacın gerçekleşmesi için hazırlanan sürecin bir anına tanıklık ediyoruz. Ne demek istiyorum?

II.

2014 yılı olmalı, Fındıkzade’de oturuyorum. Devamlı gittiğim ve çok fazla dişime göre kitap bulamadığım sokak arasında bir sahaf var. Bazen siyaset hakkında konuşuyoruz, belli ki muhafazakâr. Fethullah Gülen’le Erdoğan’ın arasının bozuştuğu günlerdeyiz. Hatırlıyorum, Fethullah’ı eleştiriyorum. Bir nevi deneme yapıyorum, eleştirinin şehvetine kapılmıyor biraz lafı geveleyip bırakıyor, yeterince eleştirmiyor. Ertesi gün tekrar oradayım, tesadüf o ki Erdoğan televizyondan artık Fethullah’a ve takipçilerine ‘haşhaşi’ demiş. Ve bingo sahafımızın jargonu birden değişmiş. Konuyu Fethullah’a getiriyorum, konuşmaya: “Evet, zaten o bir haşhaşi…” diyen bir cümleyle başlıyor. Televizyonda konuşan başbakanın sattığı ‘o hikâyeyi ve jargonu’ almış. Siyasal iletişim planlanmış, hazırlanmış ve dağıtılmış! Ben orada geri bildirimini alan kişiyim, kontrol edildi başarılı bir iletişim çalışmasıydı. Siyasal iletişim sokaktaki seçmene argüman üretir.

“Doğruya doğru…”

Sokaklarda kendinizi bu argümanlara yaslarsınız, sokağın diline böyle hegemonya kurulur. Şu anda da mesela ‘savunma sanayi’ üzerinden yürüyen bir argüman üretme süreci var… Peki bu başarılı bir süreç mi?

Benim temel iddiam, AKP’nin şu anki seçim kampanyasında son 20 yılın getirdiği başarısızlığın itirafı var!

Ağızlarıyla neyi iddia ederlerse etsinler, başarısızlıklarını itiraf ettikleri afişler her taraf asılmış vaziyette. Afişin farklı görselleri var ancak motto aynı:

“Doğruya doğru’. Peki ben bu afişlerden neden mağlubiyeti çıkarıyorum? Tercih edilen motto, bize ne söylüyor? “Doğruya doğru” kalıbını ne zaman kullanırız, buna odaklanmalıyız. Doğruya doğru kalıbını öncelikle bir tartışma içindeyken kullanırız. Bu tartışma ikna amaçlıdır, ikna için ortaya devamlı argümanlar atılır. Siyasi bir tartışma içinde argümanlar iktidar için ‘varolan şartların iyiliği’, muhalefet içinse ‘varolan şartların kötülüğü, daha da kötü olabileceği’ fikri için üretilir. Doğruya doğru kalıbını tercih edenler öncelikle ‘tartışma’ olduğunu ve artık ikna edilmesi gereken kalabalıklarla uğraştıklarının farkındadır. Peki bu tartışma hangi yöne seyretmektedir? Doğruya doğruyu ne zaman kullanırız, kendimizi bir yoklayalım. Birisiyle çok sıkı bir tartışma içindeyizdir, onlarca hatası vardır ve saymaktan yoruluruz. Son kertede ise onu kurtarabileceğimiz iyi bir özelliğini kullanır bu tartışmayı ‘onlarca hatası olmasına rağmen’, ‘yiğidi öldür ama hakkını ver’ duygusu ile kapatmak isteriz. Çok sinirli, çok hızlı hareket edip düşüncesizlik yapan birisidir ama ‘doğruya doğru’ çok iyi kalplidir mesela…Onlarca eksisi olan bir babanız vardır ama son kertede sizi aç bırakmamıştır! Bir siyasi partinin ‘doğruya doğru’ kalıbını kullanması sokağı kaybettiğine ve son çare olarak ‘yiğidi öldürün ama hakkını verin’ çaresizliğidir. Mesela depremde çok insanın ölümüne neden olunmuş, kurtarma çalışmaları iyi yürütülmemiştir ama ‘doğruya doğru’ köprüler yaptı dedirtmek isteyebilirler. Ya da soğan, peynir ya da sucuk alamayan bir aileye televizyon başında, ‘evet peynir alamıyoruz ama doğruya doğru iha/siha yaptılar’ dedirtmek istiyor olabilirler… Söylediğim gibi bu reklam mottosu tercihi AKP’nin psikolojik durumunu yansıtırken, yazıyı şöyle bitirebiliriz sanırım: doğruya doğru sokağı kaybettiler sıra sandıklarda!

Emirhan Akman

*Bu yazı ilk kez 29 Nisan 2023’te Vaziyet.com’da yayınlanmıştır.