Erhan Sandıkçı

Frankfurt Okulu’nun günümüzdeki temsilcilerinden, Jürgen Habermas’ın da öğrencisi olan Axel Honneth daha çok Tanınma Uğruna Mücadele kitabıyla biliniyor. Sosyalizm Fikri ise detaylı bir analizden ziyâde geçmişin özetleyici bir muhasebesine ve gelecek için yaratıcı çözümlere teşebbüs edilen bir deneme niteliğinde.

2015’te yayınlanan Almanca orijinalinden bir yıl sonra Türkçeye çevrilen kitabın (Çev: Cem Şentürk, İletişim Yayınları, 2016) alt başlığı “Bir Güncelleme Denemesi”. Yazar “güncelleme denemesine” başlamadan önce sosyalizmin Fransız Devrimi’nin ilkeleriyle olan bağını hatırlatıyor ve Saint-Simon ve Karl Marx gibi öncülere atıfla, liberalizmin bencil insan varsayımı üzerine inşa ettiği bireysel özgürlük anlayışı yerine birbirlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak üzere örgütlenmiş bireylere dayanan toplumsal özgürlüğün “eşitlik ve kardeşlik” ile bütünleşmesini vurguluyor. Honneth bu bütünleşme yaklaşımıyla ilgili, Türk siyasî hayatından aşina olduğumuz bir kavramı kullanıyor: “Tamamlanmadığı düşünülen devrim”

Güncelleme sözünün çağrıştırdığı revizyonizmin kurucusu olarak bilinen Eduard Bernstein’ın da hayırhah şekilde anıldığı kitapta tıpkı Bernstein’ın yaptığı gibi Marx’ı revize eden bir sosyalizm perspektifi benimsenmiş. Yazar bu bağlamda modern sosyalizmin çeşitli “doğum hataları”nı zikrediyor: (1) Bireysel özgürlükten toplumsal özgürlüğe geçiş projesinde üretim alanının aşırı merkezîleşmesi, ekonomi dışı (siyasî) alandaki mücadelelerin önemsizleşmesi, (2) Devrimci veya devrimci hâle getirilecek bir işçi sınıfı varsayımı, (3) Bir “zorunluluk” olarak sınıf çelişkisinin sosyalist devrimle sonuçlanacağını müjdeleyen tarih felsefesi.

İlk madde mücadelenin alanını sınırlıyor. “Özgürlüğü iktisadî eylem alanına sıkıştırmakla,” diyor Honneth, “sosyalistler demokratik bir müzakere rejimini düşünme şansını yitirmişlerdir.” Marx (meselâ Yahudi Sorunu‘nda) ve Blanc, Blanqui gibi dönemin sosyalistleri liberalizmin getirdiği özgürlükleri küçümsemiştir. Yönetim ve üretimin ayrıştığı kapitalist sistem içinde siyasî özgürlük talepleri desteklense de, bu ayrımın ortadan kalkacağı sosyalist sistemde söz konusu özgürlükler normatif anlamını kaybedecektir. Zira özgürlük, üretim ilişkileriyle sınırlandırılmış bir alanda gerçekleşebilen bir şeydir. Yazar bu birinci “doğum hatasından” kaynaklanan teorik sorunların üstesinden gelebilmek için sonraki dönemlerde sosyalizmin önüne “demokratik” takısının getirildiğini hatırlatıyor.

Kuzey Kore ve Küba gibi bir şekilde sosyalizmle idâre edilen veya Latin Amerika’da sosyalist partilerce yönetilen ülkelerle (hattâ zaman zaman İran gibi diğer “sistem dışı” rejimlerle) ilgili güncel “demokrasi” tartışmalarında savunmacı pozisyona geçenlerin sâdece “burjuva demokrasisinin” yoksullar için işlevsizliğinden bahsederek otokrasiyi önemsizleştirmesi sûretiyle, Honneth’in “doğum hatası” dediği teorik unsurların etkilerini bugün de görebiliyoruz.

İkinci madde, ilkindeki sınırlamanın doğal sonucu olarak belirli bir özne tâyin ediyor: İşçi sınıfı, daha belirli bir şekilde, sanayi işçileri. Gözleri teorik alandan pratik tecrübelere kaydıran bu konu başlığında -Honneth’in yaklaşımını benimseyip benimsememe bir yana- bir problemin varlığı somut bir şekilde görülüyor. Hattâ Türk siyasî hayatında ve popüler siyasette de bu sorun yerel koşullara özgü bir biçimde kendisini gösteriyor: Refah bakımından en alt tabakada yer alanlar kendilerini en çok sömüren sağcı siyasetçilere destek veriyor. Kitaptaki versiyona dönecek olursak, yazara göre Marx “Toplumsal grupların somut arzularına dair hesap vermeye yanaşmamıştır.” İşçi sınıfının “tekil mensuplarının somut durumlarına ilişkin bütün farklılıklara rağmen, ortak çıkarların devrimde olduğu varsayılır.” Türkçesi, Marx’ın varsayımının aksine işçiler devrim yapmamış, devrimci olmamıştır.

Yazar, bu ikinci “doğum hatası” sebebiyle bir fikir/öğreti olarak sosyalizmin toplumsal dayanağının kalmadığını, “devrimci proletaryayı” ikâme edecek yeni bir şey bulunamadığı takdirde bu öğretinin “soyut adalet ilkelerine” dönüşeceğini iddia ediyor. Gerçekten, bugün “işçi sınıfının iktidarı” işçilerin tahayyül âlemine girmeyen ama yazarlar, sanatçılar, profesyonel meslek sahipleri (doktor, avukat, mühendis) ve üniversite öğrencilerinden müteşekkil bir çevrede destekçi bulan bir hedef. Bunların sosyalizmi benimsemelerinin altında da çoğunlukla sınıfsal nedenler değil ahlâkî nedenler yatıyor.

Üçüncü madde kapitalist üretim ilişkilerinden doğan mücadelenin sosyalizme yol açacağını haber veriyor. Aydınlanma’nın çizgisel ilerlemeci anlayışı, Hegel diyalektiği ve insanın doğaya bilim aracılığıyla giderek daha fazla egemen olması gibi etkilerle şekillenen bu “tarih kânunu”, yazara göre toplumsal özgürlük “ana fikrine” ulaşmaya yönelik deneysel çabaları baştan engellemiştir.

Yazar bu teorik “doğum hatalarını” sanayileşmenin ilk dönemindeki dinamizmin yansıması olarak değerlendiriyor. Buna göre bilim ve teknikteki ilerlemeler, makineleşme, hızlı kentleşme ve büyüyen işçi sınıfı “toplumsal özgürlük ana fikrini” sağlamanın zemini, zamanı ve faili konusunda sosyalistlere etki ediyor ve ilham veriyor. Ama iki asırlık tarihsel tecrübe o etki ve ilhamı yanlışlıyor.

Axel Honneth “Yenilenmenin Yolları” başlıklı iki bölümde, eleştirdiği teorik unsurların yerine koymayı teklif ettiklerini açıklıyor. Yukarıda bahsedildiği gibi devrimci proletarya gerçekçi olmayan bir varsayım ise eğer, yerine yeni bir toplumsallaşma birimi koymak gerekecektir: “Bunun yerine sosyalizm, tarihsel süreçte toplumsal koşullara göre sürekli yeniden şekillenen grupların o ana dek dikkate alınmamış taleplerini, iletişim engellerini yıkarak ve buna bağlı olarak toplumsal özgürlüğün hareket alanını genişletmeye çalışarak kamusal alanda duyurma çabalarının özgül modern ifadesi olarak görülmelidir.” Honneth buradaki “iletişim” kavramına özel bir önem atfediyor. İletişimin sağlanacağı kamusal alan da özgürleşmenin platformu olarak kabûl ediliyor. “Başkaldıran öznellikler değil nesnelleşmiş iyileşmeler, kolektif hareketler değil kurumsal kazanımlar”ın toplumsal özgürlüğün taşıyıcısı olacağını söyleyen yazar, devrimsel bir “iktidar fethi” yerine evrimci bir “müzakere”yi tercih ediyor. Dolayısıyla odak noktasında belirli bir grup değil bütün grupların iletişim platformları var.

Honneth’in güncelleme denemesi, “toplumsal özgürlük ana fikrine” ulaşmanın zemini ve faili konusunda belirli belirsiz bir öneri sunuyor fakat söylediklerinin bütünü ortodoks sosyalizmden tasfiye ettiği hacmi doldurmaya yetmiyor. Özellikle iktisadî yapı konusu, piyasa ekonomisi-kapitalizm özdeşliğinin terkine ve “pazar sosyalizmi” atfına yer verilse de genel olarak muğlak bırakılmış. Bunda çalışmanın 140 sayfa gibi görece kısa bir metin olmasının etkisi olduğu gibi yazarın toplumsal özgürlüğü iktisadî alanda değil siyasî/hukukî alanda aramasının da payı var: “Sosyalizm (…) beraber mücadele edeceği ortakları sadece siyasal kamuoyu arenalarında bulabilecektir. Çünkü sadece orada, toplum üyeleri, onları doğrudan kendi çıkarlarıyla ilgili olmayan konulardaki iyileşmeler için de mücadele etmeye muktedir kılan rollere bürünürler.”

Axel Honneth giriş bölümünde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yaygın protestoların yaşandığı bir dönemde bulunduğumuzu fakat kitlelerde kapitalizmi aşan bir ufkun var olmadığını belirtiyor. Sosyalizm Fikri bu ufuksuzluğu aşmak için sosyalizmin nasıl (ve neden) güncellenmesi gerektiğine dair bir çalışma. Eleştirel yönü somut gerçeklikten güç alsa da kapitalist toplumun dönüşümü konusunda tatmin edici değil. Sunduğu alternatife nazaran, bir alternatifin neden gerekli olduğunu daha iyi anlatıyor. Tıpkı ortodoks sosyalizmin kapitalizme karşı yaptığı gibi…